hû
iki ayaklı ucubeler göğünde
ölü eti çiğneyen barbarların mahşer senfonisi kekeme kralığında kırık kemik tozundan bir dolu şarapnel koleksiyonu ve aşk vahşi soyunun yabanıl sancısı öl beni ve göm çocukların güz mezarlığına ateşten yaratılanın vesvesesiyle kıvranırken gün doğumları piç tohumlar serpildi gayya çukurundan ve ağardı toprağın sakalları s’ onsuzluğun şeytan üçgeninde ateş ateşi yakar su lâv olur boğazımda küf yeşili dersem bu acıya kırmızı kanar şehvetinden sarı utanır sarhoşluğundan oysa aşk çıplaktır soyut mat ve ölü ve aşk bir halkı severken aşktır afrika çehreli bir sancıydı eylül kırığı bir ömrün düş koleksiyonu münzevi rüyalardan geçen kara bir tren gibi yağmur suyuyla yıkanmış saçlarımın hırçın ormanlarında eylül kuşları uçardı hüzün kanatlarıyla buğdayın sütünü sağan rençperin alın teriyle anızlaşırdı toprak düş’tü kelebek kanatlı zamanların kangren notalarında aşk ne vakit gelip kıyılarıma yerleşse uzun soluklu bir ah çekilirdi dudağıma çarmıha gerilirdi bileklerim gecenin karanlık avlusunda ben o zamanlar dudağımda münzevi bir türkü koltuk altımda üşümüşlüğün resmini taşırdım üşürdüm paltosuz kış günlerinde kilometrelerce yolu yürürken çaresiz susardım gözlerim aşkla bakardı yaralıydım kavmimden kalma bir sancıyla fakat u-mutluydum kibrin dehlizlerinde kırılırken ’imamesi kopuk otuz iki dişim ’ su’s saçılımında dudağımın iç çekişleri yorgun ’soluğunda kar eriten yırtıcılar tünüyor bacamıza’ görmüyor musun ya Hu ? -kayboldu çocukluğum- Barış Çiçek |
Kutlarım Barış