YAŞ KIRK VE BİRAZ ÜZERİ
Yaş kırk ve biraz üzeri
Anamızdan doğduğumuzdan beri Sözüm ona yaşıyorduk serseri zamanların Yapay tatlarında avunup Ağırlığından kurtulup kutsiyetin cehennemi şehvetin yoluna akıyorduk maskı akmış suretimizin orta yerine azaptan devşirme bir gülücük takıyorduk Yaş kırk ve biraz üzeri Göremiyorduk güzellikleri bakıyorduk egonun penceresinden özsever bir tavır takınıyorduk dalıyorduk söze pervasız sohbet niyetine ayarsız daldan dala atlıyorduk Halden hale geçiyor sözü özünden koparıp perhiz niyetine laf salatası yapıyorduk... yaş kırk ve biraz üzeri Yoktu ‘ben’ in benzeri asalet akıtıyorduk gövdemizin her hücresinden kendimize tapıyorduk aynalara tükürüp bakıyorduk Kinimizi kusuyordu çirkinliğimiz ötekini sahtekâr sayıyor yerli yersiz ürküyorduk sayılmamaktan içimizi kuşatan karabasanlardan amansızca korkuyorduk Yaş kırk ve biraz üzeri Olduk şeytanın emir eri lime lime ruhun ışık oyunlarında prizmadan sapıyordu aklın ziyası tapıyorduk putlaştırıp aklımızı ziyan katıyorduk sanata izdüşümsüz el an her adımda tuvale düşüyordu kan arsız bir ressamın maharetiyle fırça darbeleriyle üryan çılgın bir ermişin ayak izlerini sürüyorduk... bitmemiş bir tabloda yarım yamalak soluyorduk hayatın çiğ yanlarını durmadan Üşüyorduk yalnızlıktan çarpılıyorduk tekinsiz akşamlarda kayboluyorduk el yordamıyla ortalardan Gazete ilanlarında bulunuyorduk yıllar sonra göz ucu sorgulanan yaş kırk ve biraz üzeri Kapatmıştık defteri-i kebiri açmazlara düştükçe Ağzı açık arıyorduk nedenleri tek başına bir iş yapamıyorduk yapabilene de güvenmiyorduk Aymalığımızla kahroluyor hesapsızlığımıza şaşıyorduk yaş kırk ve biraz üzeri Can ten de şüpheli Yalnızlığın tenhasında Ummadık bir olay yaşansa üç maymunu oynar salağa yatardık bize dönünce işin ucu işkillenip neden sonra kendimizden bilmeyip suçu başkasına yüklüyor kardan beyazım deyip hayra yoruyorduk hayasızlığı da rahatlıyorduk kusurları görmeyip kaçamıyor hakikatin kazanında çözülüyor,dağılıyorduk... yaş kırk ve biraz üzeri Her işin başıydı beceri menfaati baş tacı yapıp Her an önde yer alıp Yağ gibi yukarı fırlıyor Aka- kara karaya- ak diyorduk pişkinleşiyorduk ders almayıp Herkesi kendimiz gibi sanıyor Kuşkulanıp Kesip boynunu ilerleyenin Yürüyenin boğazına sarılıyorduk Leş yiyorduk ete sayıp Allayıp kendimizden olanı pullayıp Sanat uğruna kalleşçe satıyorduk Yaş kırk ve biraz üzeri Kalmıştık bir kemik bir deri İpin ucunu kaçırıyorduk Döküyorduk etleri açılıp saçılıyor şeffaflık diyorduk... Özgürlüğü de kendimizce tanımlıyorduk açıkta kalmaları da Hummalı açıklamaları Hep birlikte bağırıyor avamı avutuyorduk... tuzağa düşüp ara sıra yutup zokayı rahatlıyorduk rahatladıkça gevşeyip alabora oluyor batıyorduk... yaş kırk ve biraz üzeri Batırmıştık gemileri batan geminin malları misali düşüyorduk mezata alan memnun satan memnundu her nasılsa Kayıt dışı yaşarken Ne gerek vardı ruhsata Ruh satanlar makbuldü ne de olsa süregiden akçeli ihracatta... yaş kırk ve biraz üzeri Unuttuk verilmiş sözleri yalandan kim ölmüş vecizeleriyle aldırmayıp sükunete şuh bir kahkaha atıyorduk eşzamanlı acılar nüksedince ansızın cinnete kapılıyorduk geceyi jilet gibi yırtıp geçen ilk ışıkla gözümüzün mor halkalarıyla balondan saadete koşuyorduk donuk gözlerimizi hayattan kaçırıyor sanrılara dalıyorduk gün başlarken kaderimize ağlıyorduk yaş kırk ve biraz üzeri olduk şimdi mart kedileri sarraf titizliğiyle geçilen muamelelerin hormonlu balosundan kalan aksayan arzulara aldırmayıp kafamızı topraktan kaldırmayıp gün be gün tadını kaybetmiş talan uçuklayan dudaklardan yalan dökülüyordu renkleri sarmalayan -gör ve gönülden bir kez daha yaralan- yaş kırk ve biraz üzeri sürüyorduk kaybolmuş izleri duyuyorduk öylece kulak kirişte sanki hiçbir şey yaşanmamış bu gidişte -masalsıydı biraz da uzayıp giden- ömür sandığımız karelerde duruyorduk yeniden kuruyorduk yerimizde şerrimizden kaçıyorduk karanlık geçmişimizden kulaklara küpe kişisel tarihimizden ne bir anı kaldı ne de esin kaldı aşktan şiirden resimden yaş kırk ve biraz üzeri eksiltmiştik dişleri gri bir zamana uzanıyorduk saçlarımızın telinden; gökkuşağı düşlerken çocukluğumuzu özlüyorduk aniden uyanıp kaçkın bir sabaha hülyalı koşuyorduk günahlara yeniden -bir eski zaman dilinde mana firar etmiş maddeye sözün kuşatılmış kalesinden- yaş kırk ve biraz üzeri yitirmiştik düşleri kuşlara yem veriyorduk bildik arınma klişeleri artık saflıktan dem vuruyorduk hayat budur diyerek kuruyorduk kurguluyorduk yeniden olup biteni mantığa bürüyorduk yaş kırk ve biraz üzeri kaçırmış keçileri sinir tellerini aşındırıyorduk her şeyi biliyor, susuyorduk en son, ortak oluyorduk günahlara kendimizi asıyorduk ölümlere atıp kör kuyuya en derinlere yaş kırk ve biraz üzeri kurumuştur ömrün denizleri kutsal beden kaybediyordu kutsiyetini her kör adımda yalpalıyor yitirmiş heybetini bilinmez akıbetini seziyor, yarınını çalarak siliyorduk bugününü sonra lekelerimizi bıçakla kazarak aklandım sanarak kendimizi aldatarak bilgiçlik taslayarak işgüzar bir çalımla dalıyorduk hayata... yaş kırk ve biraz üzeri bitmiyordu gösteri hem yazıyor hem oynuyorduk harcıalem sözüm ona yaşıyorduk çalakalem.. yaş kırk ve biraz üzeri…. Başlar hayatın inişleri İşler yaş a dostlar, bir ayağımız çukurda biter ruhun didinişleri |
çok yüklenmişsin yinede çok güzel şiir çıkmış kutlarım