- 713 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Arabacının Yenilgisi 2 (SON)
….Kapının girişinde dikilen kızlarına seslendi.
-Hadi, Sinan öğretmene ve bize üç tane kahve yapın bakalım. Köpüklü olsun.
Celal’in yatalak karısı, uzandığı yerden:
-Öğretmen Bey, kusura bakmayın, sizi böyle yattığım yerden karşılamak durumundayım.
-Rica ederim kardeşim. Geçmiş olsun size. Siz lütfen rahatsız olmayın. Her ne kadar sizi böyle rahatsız ettiysem de, kusuruma bakmayın.
-Kusur olur mu hiç. Biraz önce Celal bir müjde gibi verdi geleceğinizin haberini. Hepimiz çok memnun olduk. Çok sağ olun. Bize değer verip evimize geldiğiniz için. Safalar getirdiniz öğretmen Bey.
Kahvelerini içerlerken, Celal, müzik çaların düğmesine bastı. İşte yine o neşeli şarkılar duyulmaya başlandı.
-Rahatsız ediyorsa kapatırım Sinan Bey, dedi.
-Hayır, hayır. Rahatsız etmez. Etmez de, biraz sesini kısarsan iyi olur. Hem sohbet ederiz.
-Tümden kapatayım valla.
-Bırak kalsın, dedi Sinan öğretmen gülerek. Zaten ben de bu konuyla ilgili sohbet edecektim seninle.
-Hangi konu?
-Bu müzik konusunda.
-Anladım. Beğenmediniz. Kapatayım o zaman.
-Dur, dur bakalım. Beğenip beğenmemek değil mesele. Bırak o sessizce çalsın söylesin.
Düğün salonlarında, sokak düğünlerinde, meyhanelerde, televizyon ve radyolardan sıkça duyulan oynak bir türküydü çalınan. Hani insanı durup dururken oynatacak cinsten bir türküydü.
Kimisi oyuna kızar
Kimisi pop müzik çalar
Vıdı vıdıcı kafa bozar
Ağzı olan konuşuyor
Kimisi kıskançlık yapar
Kimisi paraya tapar
Kimi yanlış yola sapar
Ağzı olan konuşuyor
-Evet, Sinan öğretmenim, neydi sormak istediğin şey? Dedi Celal.
-Doğrusu nasıl başlayacağımı bilemiyorum ama şöyle diyeyim. Tayyar öğretmeni ve Hasan Bey’i biliyorsun işte. Geçen gün yine yürüyüş yaparken birlikte, buradan, senin evin önünden geçiyorduk. Her zaman duyduğumuz gibi işte böyle neşeli türküler şarkılar çalınıyordu. Gerçekten de merak ettik bunu ve gıyabında seninle ilgili konuştuk. Yani Celal kardeşim, merak ettiğimiz mesele şu. Nasıl oluyor da, bu zor koşullarda yaşamana rağmen, işte eşinin durumunu da gördüm, seni az çok biliyoruz. Nasıl oluyor da evinizden hep neşeli şarkılar türküler duyuluyor. Yanlış anlama da, hani bizde genellikle hüzünlü, acılı türküler dinlenir. Bu işin sırrı ne? Çünkü seni hüzünlüyken hiç görmedik. Hep gülümsüyorsun. Nasıl başarıyorsun bunu? Yaşamın tüm zor koşullarına karşın nasıl beceriyorsun gülümsemeyi?
Celal, bir kahkaha attı.
-Bak yine gülüyorsun işte her zamanki gibi, dedi Sinan öğretmen.
-O hep böyle güler öğretmen bey, dedi Celal’in karısı uzandığı yatağından. Aman iyi ki gülüyor. Onun o güler yüzü sayesinde şu halime katlanabiliyorum.
-Bak, işte duyuyorsun eşimin ne dediğini Sinan öğretmenim, dedi Celal. Onun hali ortada. Ona ağlayarak, hüzünlenerek mi moral verebilirim. Biliyorum, halimiz hal değil, ama inadına neşeli kalmaya çalışıyoruz. İnadına neşeli müzikler dinliyoruz. İnsan unutuyor hüznü, sorunları öğretmenim. Bak, burada belki 20 tane CD var. Hepsi de neşeli türküler şarkılarla dolu.
-Tamam da, dedi Sinan öğretmen, tek nedeni bu olmamalı. Durumunu biliyorum ben. Ne sigortan var, ne bir maaşın. Ne bir evin var. Şurada yerin altındaki kümes gibi nemli yerde kirada oturduğunu da. Kendi durumuma bakıyorum, her şeye rağmen senin gibi mutlu değilim. Yani bunun bir sırrı olmalı değil mi? Hiç mi zorlamıyor hayat seni, hiç mi üzmüyor? Hiç mi kafana takmıyorsun tüm bu sefil durumunu? Anlat şunun gerçeğini.
-Tamam, öğretmenim, işin sırrı deyip durdun. Anlatayım sana işin sırrını. Bunları hatırlayıp, anlatıp üzülmek, hüzünlenmek istemezdim ama anlatayım yine de işin sırrını.
-Ha, şöyle. Bak, bira almıştım gelirken. İstersen içelim birer tane sen anlatırken.
-İçelim, Sinan öğretmenim, dedi Celal. Kızlardan birine seslendi. Kızım bize birer tane bira getir. İnşallah dolaba koymuşsunuzdur.
Kızı, buz gibi biraları getirip önlerine bıraktı. Celal kutudan bir yudum aldıktan sonra:
-Bütün bunların sırrı yenilgimdir öğretmenim, dedi.
-Nasıl yani? Nasıl yenilgi?
-Yenilgim, benim yenilgim. Hayata karşı olan yenilgim. Hep yenildim öğretmenim. Hep yenildim. Ne zaman ayağa kalkmayı becerdiysem yenilgiyle karşılaştım. Hayatla olan kavgada kazandığımı hiç hatırlamıyordum. Ta ki, yenilgimle tanışıncaya kadar.
-Yahu Cemal kardeşim, valla şimdi daha da merak ettim. Resmen felsefe yapıyorsun şimdi.
-Evet, Sinan öğretmenim, felsefe yapıyorum. Bu benim felsefem. Şimdi sen, bu adam felsefenin ne olduğunu biliyor mu dersin içinden belki de. Hayatın kendisidir felsefe öğretmenim. Hem ucundan kıyısından bilirim biraz. Ben size lise mezunu biri olduğumu söylememiştim hiçbir zaman. Sırası geldi şimdi söylüyorum.
-Nasıl bir felsefedir bu? Yenilginle tanışınca ne oldu?
-Yenilgim, benim öğreticim oldu Sinan Bey. Yenilgim, benim yalnızlığım, kimsesizliğim, gerçeğim oldu. Ondan öyle şeyler öğrendim, öyle gerçekleri gördüm ki, binlerce yengiden, binlerce kazanımdan daha değerli oldu benim için. Yenildikçe kendi gerçeğimi tanıdım, kendimi tanıdım. Neler yapabileceğimi, sınırlarımı öğrendim. Boş hayaller peşinden koşmamayı öğrendim. Bütün gerçekleri yenilgimin gözlerinden okudum, öğrendim. Mal varlığı, para, pul hepsi birer tuzak, hepsi kölelikmiş öğretmenim. Bu gerçeği de babamdan öğrendim ben. O zamanlar henüz bir lise öğrencisiydim. Babam kasabamızın en zenginlerindendi. Öyle bir an geldi ki, malın, mülkün, paranın kölesi oldu, aklını şaşırdı. Bir gece içinde her şeyini kaybetti. İşte ben ilk yenilgiyle dolaylı da olsa o zamanlar tanıştım.
Arabacı Celal, ara vermeden bir makineli tüfek gibi ardı ardına sıralıyordu cümlelerini. Elindeki bira kutusu nerdeyse boşalmıştı. Son bir yudum aldı.
-Şaşırdın değil mi Sinan öğretmenim? Anlatayım mı dahasını?
-Anlat, anlat lütfen. Kulağım sende.
Müzik çalardan sessiz ama yine neşeli bir türkü duyuluyordu.
Bağa gel bostana gel
Zülüfün destele gel
Annen izin vermezse
Yalandan hastalan gel
Arabacı Celal anlatmaya devam etti.
-Yenilgime sarıldım, ondan hırs aldım, güç aldım. Gerçeği kabullenip yapılması gerekeni yaptım. Yaşamımdaki bütün zorluklara, bütün fırtınalara karşı yenilgimle birlikte karşı durdum. İçimde ukde kalmış, yetişemediğim, gerçekleştiremediğim, ne kadar ölmüş, tükenmiş şeyler varsa, onlara en derin mezarları kazıp gömdüm. Her doğan güne karşı birlikte ayaklanıp durmaya çalıştım. İnadına arzuyla ve istekle bakıyorum dünyaya, yaşama. Dedim ya, çok şey öğrendim yenilgimden. Daha doğrusu ne öğrendiysem yenilgim sayesindedir. Yenilgiyi tanıdığım, yaşadığım için tüm bunları öğrendim. Ve öğrendiklerimi, karıma, çocuklarıma da öğrettim. Hayatın cilveleri, hayatın silleleri onların da umurunda değil artık. İşte tek oğlum, en küçükleri çocuklarımın. Bırak bir bisikleti, bir plastik topu bile olmadı. Ama o bile bu küçücük aklıyla bunlarla nasıl başa çıkacağını öğrendi. Yani öğretmenim, en önemlisi ne biliyor musun? Yenilgim sayesinde beklemesini, tahammül etmesini, sabretmesini öğrendim. Bir meyvenin tadına varabilmek için onun önce dalında kalıp olgunlaşması ve yere düşmesi gerektiğini öğrendim. Acılar da böyle işte, acılar da olgunlaştıkça çekilir oluyor…
Sinan öğretmen arabacı Celal’i ilk kez dalgın ve hüzünlü görüyordu. Dikkatle onun yüzüne bakarken dalıp gitmişti.
-Ne oldu Sinan öğretmenim, dedi Celal, gülümseyerek. Susup kaldın. Bir şey demeyecek misin? Bana bakma sen, çenemi açtın artık durduramazsın.
-Yok Celal yok, öğretmen olan ben değilim, sensin. İnan ki çok şeyler öğrenmekteyim şu anda. Biz seni nasıl biliriz? İşte lokalde oyun oynarken yanımıza takılan, sessizce, söze karışmadan kendi aramızdaki sohbeti dinleyen, oyunumuzu izleyen, bir bardak çayımızı içip, içten, samimice teşekkür eden, kendi yağıyla kavrulup giden gariban, yoksul biri bilirdik. Meğer sen gönül olarak, insan olarak hepimizden bilgili, hepimizden varlıklıymışsın. Biz hâlâ hüzünlü türkülerde, şarkılarda arıyormuşuz kendimizi. Oysa kendimizi arayıp bulacağımız yerler çok başkaymış.
-Sinan öğretmenim, size öğretmenlik etmek ne haddime. Ben sizin yanınızda oturmaktan mutlu oluyorum. Sizden öğrendiğim çok var.
-Ama en büyük öğretmenin yenilginmiş anlaşılan.
-Evet kesinlikle.
-Peki, bu neşeli şarkıları da mı yenilgin sayesinde dinliyorsun?
-Bak işte orasını tam olarak anlatamam belki de. Yenilgim sayesinde değil de, yenilgimin duymasını istiyorum bu şarkıları, türküleri. O şarkıların o türkülerin içerisinde benim sessizliğim gizli aslında. Onlar sessiz yüreğimin çığlıklarıdır. Onlar benim hayat mücadelemin kanat çırpınışlarıdır. Onlar, inadına yaşamanın, inadına ayakta durmanın kışkırtıcılığıdır. Yenilgim burada benimle, ailemle, evimizin içerisinde oldukça, hüzünlü hiçbir şeyin bu dört duvar arasına girmesine izin vermeyeceğim. Bu yenilgiye karşı olan bir mücadele değil, tam tersine. Yenilgim benimle birlikte olduğu için bu mücadeleyi veriyorum. Yenilgim olmasa yanımda, öğreticim olmasa benim, ne doğan güneşe karşı ayaklanabilirim ne de yüzümdeki tebessümleri koruyabilirim. Bilmem anlatabildim mi Sinan öğretmenim!
YORUMLAR
Yani öğretmenim, en önemlisi ne biliyor musun? Yenilgim sayesinde beklemesini, tahammül etmesini, sabretmesini öğrendim. Bir meyvenin tadına varabilmek için onun önce dalında kalıp olgunlaşması ve yere düşmesi gerektiğini öğrendim. Acılar da böyle işte, acılar da olgunlaştıkça çekilir oluyor…
Bu çok güzel yazının en can alıcı noktası bana göre bu cümleler sayın yazarım, insan yaşadıkça, hayatta ki acılarla karşı karşıya kaldıkça evet tahammül etmesini, sabretmesini öğreniyor, gülerken ağlamayı, ağlarken gülmeyi öğreniyor, bir an artık ben yaşayamam düşüncesine kapıldığınızda hayatın devam ettiğini, bir takım sorumluluklarınızın olduğunu düşünüyorsunuz ve ister istemez hayata yine dört elle sarılıyorsunuz, öğretmen anlattıklarını yaşarken inadına yaşamanın, inadına ayakta kalmanın kışkırtıcılığı ile dört duvar arasına hüzünün girmesine müsaade etmemeye çalışıyor, kimbilir belki o oynak türkülerde bile zaman zaman içi kan ağlıyordur, üstelik bizim öylesine bir müzik mozaiğimiz var ki, nerede ağlatacağı nerede güldüreceği belli olmaz, ben bazen bir oyun havasında, bir taraftan beni coşturan bir klarnet sesinde ağladığımı hatırlarım. Ama bu göz yaşları hayata dört elle sarılmamız için bir engel değildir diye düşünüyorum.
Düşündüren, ders veren çok güzel bir yazı okudum, yazınızı tebrik ederken, ne yaşarsak yaşayalım, olayın kahramanı öğretmenimiz gibi, şu kısacık ömrün tadına varalım diyorum, esen kalın.
Yaşam hakkında acele karar vermemeli. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında yorum yapmamalı. Her zaman bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz. Erişmek istedikleri bir hedefi olmayanlar çalışmaktan da zevk alamazlar. Hedefsiz gemiye rüzgâr bile yardım etmez.Yaşadıklarımız ilerisi için yol göstericimizdir.
Adı genilgi olan bu öykü aslında yenilgiye karşı koymanın göstergesi.Çok güzeldi.
Selam ve sevgiler
Günaydın Hüseyin Bey... Sabah sabah, Arabacı Celal'de biraz kendimi buldum desem! Nasıl mı?
En büyük acı, en büyük hayat yenilgisi "evlat acısı"dır. Yıllardan beri yüreğimde bu yenilgi var. Vaktinde çok acılar çektim, her ezan sesinde dualar ettim;"Allah'ım ben niye yaşıyorum, benim de canımı al" diye. (Allah affetsin)
Sonra baktım ki, benim istememle olmuyor ve yanımda bir canım, bir kızım daha var. O'na bu haksızlığı yapamam. Bu sefer "yaşamak zorundasın Sevgi" dedim kendi kendime. Yaşamak zorundaysam, bana sunulan hayatın en iyisini yaşamalı ve bu sayede kızımı hiç hasarsız hayata hazırlamalıydım. Öyle de yaptım şükür.
İnsan büyük acılar gördüğünde, ufak tefek, başkaları için büyük sorunlar sayılan sorunları kafaya takmıyor. Gözünüzde öyle küçük ayrıntı geliyor ki o sorunlar, bazen kendi kendime sorgularım "Sevgi sen duygularını mı kaybettin?" Hayır... Çok duygusalım ama bu dünyada her sorunun bir çaresinin var olduğunu biliyorum. Sadece ölenleri geri getiremiyoruz. Tabi sağlık problemleri olanları aynı kefeye koymuyorum. Rabbim onlara şifa versin.
Yani insan yenilgi gördüğünde, küçük olaylarla mutlu olmaya bakıyor. Herşeyi sorun yapmıyor, daha anlayışlı, daha sevecen oluyor. Ben de Arabacı Celal gibi müziksiz duramam. Sanırım bu fazla düşünmeyi engelleyen bir yöntem :))
Tabi bunlar benim düşüncelerim :)
Kaleminize sağlık. Sevgi ve saygı ile
Sevgi Salman tarafından 4/3/2011 10:39:32 AM zamanında düzenlenmiştir.