- 2356 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SÖYLEŞİ - Deniz Durukan
1966 yılında İstanbul’da doğdu. Şiirlerini Varlık, Hişt, Budala, Yasakmeyve, Başka, Öteki- Siz, Kitaplık, Özgür Edebiyat, No, Kırkaltı, Karakalem gibi dergilerde yayınlayan Deniz Durukan, edebiyatçılarla yaptığı söyleşilerle ve yazılarıyla Radikal ve Cumhuriyet gazetelerinin kitap eklerinde yer aldı.
Aynı zamanda rock müzikle ve alternatif seslerle yoğun olarak ilgilenen Durukan’ın müzikle ilgili ilk yazısı Roll dergisinde yayınlandı. Ardından Öküz dergisinde "Longplay" adlı sayfayı hazırlamaya başladı. Müzik eleştirilerini ve müzisyenlerle yaptığı söyleşileri Hayvan, Shaft, Picus, Karakalem ve Yüksekses dergilerinde, Radikal, Cumhuriyet ve Yarın gazetelerinde yayınlayan Durukan, Varlık dergisinde "Tozlu Raf" adlı bölümü hazırladı.
Müzik alanındaki çalışmalarını Türk Rock 2000 ve Türk Rock 2001 adıyla kitaplaştıran Durukan, 2004 yılında İyiler Siyah Giyer’i yayınladı. Ayrıca Stüdyo İmge Yayınları’nca hazırlanan Eminem Show ve Okyanus Yayınları’nca hazırlanan Çocuk ve Sanat adlı kitaplara da katkıda bulundu
Kitapları:
2001 - Türk Rock 2000 (Güven Erkil Erkal ile)
2004 - İyiler Siyah Giyer
2005 - Şakağına Daya Beni
2009 - Rugan
- Nereden başlamalı? Herhangi bir şiir görüşünün temelinde ne yatar? İçinde yaşadığı dünya karşısındaki tutumunu ve davranış çizgisini belirlerken, şiirin her şeyden önce bulması gereken şey nedir? Yani şiirin temel sorunu akılla doğa, bilinçle varlık arasında karşılıklı bir ilişki midir?
- Bir şiirin temelinde olması gereken şey, hayatın kendisidir. Yaşamın içindeki tüm dinamikler şiirin içine girebilir. O gün kullandığınız gündelik dil de buna dâhildir. Hayata ve insana dair ne varsa şiir odur. En yalın haliyle böyle özetleyebilirim, Şairin kendi yarattığı gerçeklik, sıradan insanın hayatı yorumlamasındaki gerçeklikle örtüşmez. Yani şairin bilinç düzeyi farklı bir algıdadır. Bu asla toplumdan kopuk olduğu anlamına gelmez. Mesela; sokakta öylesine duran boş bir konserve kutusuna farklı anlamlar ve gerçeklikler yükleyebilir. O nesneyle arasındaki ilişki bambaşka bir boyuta gidebilir. Sıradan insan yoluna çıkan boş konserve kutusuna ayağıyla bir tekme atıp hiçbir şey düşünmeksizin yoluna devam ederken, şair o konserve kutusuna aylaklık imgesi yükleyebilir ya da hayatın içindeki tüm boşlukları konserve kutusunun içindeki boşluğa yükleyebilir. Ve o nesne, şairin kendi varoluşunu simgeleyen ya da gerçekliğini başka bir şekilde ifade etmesine neden olan bir araç olarak karşımıza çıkabilir.
Bilinç ve doğa ilişkisi deyince aklıma Rilke’nin Duino Ağıtları’ndaki “Bilinç bizi doğanın ritminden uzaklaştırıyor. Yorumladığımız bu dünyada rahat değiliz, güvende değiliz” dizeleri geliyor. Rilke’nin söylemek istediği, hiç kuşkusuz, dünya ve doğayla olan ilişkide öncelikle düzeyli bir bilince kavuşma gerekliliğidir. Bize sağlanan o konformizmi kırmak ve bilinci, doğayı yorumlamada ya da doğadan faydalanmada en iyi şekilde kullanmak, bilinç kirliliğini kırma anlamına da geliyor. Yani insanın özü doğadır, ancak doğaya kavuşmamız böylesine düzeyli, arınmış bir bilinçle olabilir.
- Şakağına Daya Beni" 2005 yılında yayınlanan ilk kitabınız. Bireysel duygular, kadın merkezcilik ve özgün aşk düşüncesini bilinçaltı tekniğiyle dile getiriyorsunuz. İnsan yazgısı izleklerinizin arasında. Doğa sizin için dev bir atölye, siz de bu atölye de çalışan bir işçisiniz. Bir şairin eline kalemi almadan önce bir çeşit metafizik gerilim içinde bulunduğu söylenebilir mi?
- Doğa bütün şairler için dev bir atölyedir. Ve dediğiniz gibi, biz bu atölyede çalışan işçileriz. Şiir yazmak beraberinde belli bir gerilimi de getiriyor. Kendi şiirimde yüksek dozda bir gerilim hattı var. Sezgileri de içine alan bir gerilim hattı bu. Çünkü hayat son derece acımasız ve çapraşık ilişkilerle ilerleyen, dönemeçleri, inişleri, çıkışları çokça olan bir yol. Dolayısıyla tüm bunlar şiire yansıyor. Özellikle ilk kitabım ‘’Şakağına Daya Beni’’de tüm bunlar fazlasıyla var. Kendi kişisel yolculuğumun da yer aldığı bu kitap bazı açılardan biyografik özellikler de taşıyor. Ancak her ilk kitapta böylesi biyografik özellikler görmek mümkün. Genelde bireyin trajedisine, özelde kadına dair birçok söylemin ve kadının hayattaki mücadelesi, özgürleşmesi üzerine çabaların yansıması olarak da değerlendirebiliriz ilk kitabı.
- Peki doğanın bugünkü haline bakacak olursak, şairlerin büyük kent ve kültür yaşamı içinde izole olmaları riski var mıdır?
- Şairin (isterse) kendi kendini izole etmesi daha doğru bir tanım gibi geliyor bana. Bu bir risk değil, kazanım olarak dönebilir onlara. Ama yine de hayattan kopmak anlamına gelmesin bu durum. Çünkü şairin içine kapanması ya da kaybolması farklı bir olgudur. Farkındalıkla ilgili bir durumdur. Aykırı ve muhalif olmalarının getirdiği bir ayrıksılık vardır özünde.
- Şiir akıl sevgisidir. Dünyaya, doğaya ve topluma, onun içinde insanın yerine bir bakış, onu anlama ve dönüştürme olanaklarının bir çözümlemesidir. Şiir aynı zamanda kazanılan bilgi temelinde harekete geçme gereğine olan inançtır da. Şiir, bilgiye inancın, duygusal olanla akılcı olanın bir karışımıdır. Hem müzik alanında uzman, hem de şair olduğunuz için özellikle soruyorum. Neden bu karışımda kadın şairler azınlıktadır? Ya da müzikal alanda söz yazarlığı söz konusuysa, neden kadınlar hep ön plandadır?
- Türkiye’de kadın şairler özellikle 90’lı yıllardan itibaren seslerini daha yoğun bir biçimde duyurmaya başladı. Hem nicelik hem de nitelik anlamında bugün şair kadınlar erkeklerin egemenliği altında olan şiirde söz sahibi olmayı nispeten başardı diyebilirim. Neden kadınlar daha az yazıyor sorusu hep gündemde oldu. Bunun birçok nedeni var. Çok daha geriye gittiğimizde, Osmanlı dönemindeki şair kadınlara baktığımızda, sayıca çok az oldukları gibi, duygularını, aşk üzerine söylemlerini doğru dürüst yazmaya cesaret edemediklerini görürüz. Bunlar ayıp sayılmış. Aslında o baskı bugüne kadar yansımış. Sanırım en önemli nedenlerden biri, cinsel kimliğinden dolayı kadının üzerinde olan o toplumsal baskı. Diğer bir neden de, eve hapsedilmiş, sokağa çıkmasına izin verilmeyen kadının eğitimsiz kalması. Ancak bugün koşullar farklı. Sistemin dayattığı ağır koşullar kadının da erkekle sokakta omuz omuza mücadele etmesine sebep oldu. Dolayısıyla kadının sokağa çıkması, okuması, çalışması, kendinin farkına varması kolaylaştı. Ekonomik gücü elde eden kadınlar, bir birey olduklarının farkına vardılar ya da kendilerini ispat ettiler. Sonuçta bu şiire de yansıdı. Ancak tam olarak özgür müyüz, diye sorarsanız, elbette ki değiliz. Bugün hala yazdığınız erotik bir dizeden dolayı sizi yargılayabiliyor ya da ayıplayabiliyorlar. Ben bu tavırla (üstelik kelli felli şairler tarafından) karşılaştığımı söyleyebilirim. Aldırıyor muyum, hayır! Benim için önemli olan söylediklerimi iyi estetize edebilmek, dili doğru kullanabilmek.
Kadın söz yazarlarının müzikte daha çok dikkat çekmesinin nedeni pop müzikte kadın hâkimiyetinin yoğun olmasıyla ilgili. Ancak kadın yorumcular da eminim geçmişte benzer baskılara maruz kalmıştır. Bugün (ilk aklıma gelen isimleri söylüyorum) Nazan Öncel’in, Aysel Gürel’in, Sezen Aksu’nun şarkı sözlerine baktığımızda, onların cesur söylemleriyle karşılaşıyoruz. Bu ilgi çeken ve yeni bir şey. Aynı zamanda erkek dilini de kullandılar şarkılarında. Bu önemliydi. Onların bakışından ama ters köşe ederek söylediler, yazdılar şarkılarını. Bir de ortak beğeniyi belirleyen her zaman kadınlar olmuştur. Bu nedenle kadın söz yazarlarının daha çok ilgi görmesi, kendi hemcinslerinin bu denli kendilerini özgürce ifade etmesi, onu dinleyen kadın dinleyicilerin de bir yerde özgürleşmesine neden oldu. Müzik şiirden daha popüler bir alan olduğu için, hedefine daha kolay ulaşıyor. Şiir büyük kitlelere hitap eden bir yazın alanı değil. Hiçbir zaman da çok popüler olmadı. O nedenle şiirle okuyucuya ulaşmak o kadar kolay değil. Bu işlevi müzik yerine getirdi. Bunun için de söz yazarlarının büyük çoğunluğu şiirden faydalandı. Elbette doğru yazılmış şarkı sözlerinden söz ediyorum. Çünkü çok kötü yazılmış ve yanlış yönlendirilmiş bir dinleyici de oldu. Bunun altını çizmek gerek.
- "İyi"nin bir soyutlama olduğunu biliyoruz. Başka bir deyişle iyi: belirli durumlarda yardımsever, sevecen davranışlar gösterdiğine tanık olduğumuz sonucunda oluşan genel bir düşüncedir. Bu yüzden Yunan mitolojisinin Pandora’nın kutusuna ilişkin öyküsünde kötü, somut bir nesne olarak görünür. İnsana ilişkin tüm kötülükler, Epimetheus’un evinde, bir kutunun içinde gizlidir. 2004 yılında yayınlanan "İyiler Siyah Giyer" üçüncü kitabınız. Durukan’ın kaleminde, dünyasında, kutusunda iyiler neden siyah giyer?
- Bir takım şeyler yaftalanmıştır ya hani; beyaz saflıktır, siyah ise hep karanlığı temsil eder… Renklerden yola çıktım ama gerçekte bize kötü olarak gösterilen bazı şeylerin aslında söylenildiği kadar kötü mü, iyi olarak gösterilen şeylerin de aslında yeterince iyi mi kuşkusunu doğurmak için kullandığım bir metafordu o. Mesela rock müzik satanist bir cinayetten dolayı o yıllarda hedef gösterilmişti, anımsarsanız. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında sol görüşlü öğrencilerin toplanması, kitapların yakılması gibi, o dönemde de rock dinleyenler toplandı; kıyafetinden, saçından dolayı insanlar yargılandı. Bu traji- komik duruma dikkat çekmek de vardı işin içinde. Herkesin alacası içindedir. Şekilcilikten ve bu şekilde yaftalamalardan duyduğum rahatsızlığı ifade ettim. Dışarıdan görünenle, içerden görünenin çok farklı gerçeklikleri yansıtabileceğini işaret etmek istedim. Kitabın bütün sorunsalı bu değildi elbette. Sonuçta İyiler Siyah Giyer bir müzik kitabı. İki binli yılların ilk yarısını anlatan bir kitap. Yani bir dönemin ruhunu, yapılan müziği dinleyicisiyle birlikte analiz etmeye çalıştım.
- "Öyleyse dönelim başa; erkekten bozma ince topuklu bir kadının, suya girdiğinde papatyaları düşüyorsa eğer, erken mi ölmüştür?".
- İkinci kitap Rugan’dan Trans adlı şiirden bir dize bu. Bu şiir, temelinde politik bir şiir. Cinsiyet ayrımcılığına karşı durduğum, farklı cinsel tercihleri olanlara verilen tepkilere karşı yazdığım bir şiir. Gerçi ‘’Rugan’’ genelde 12 Eylül’ün sıkıntısını da içeren politik bir kitap.
- Deniz Durukan, alışılmışın içinde alışılmamış şiirler yazıyor. Yaşamın çelişkileri karşısında gerilemeyi reddeden bir kalem. 2009 yılında raflarda yerini alan "Rugan" kavrama sürecinde insan gerçeği anlamasında çözümler öneren bir kitap. Aşk, cinsellik, kadınlık halleri, kadın ılıklığı, dudak ısırığı gibi ayrıntılar çok net. Şiirlerinizde, biraz da kendi çağının önyargılarını, estetik tavrın belirleyici özelliklerini taşıyor. Şiirde ahlak -sanatta estetik sürekli tartışılan bir konu. Beğeni yargısı göreceli ise, bir yapıtın şiir olup olmadığına nasıl karar veririz?
- Bu konuda genel bir şablon yok. Şiirin poetikası, teknik özellikleri, imge yapısı değerlendirilerek bu konuda bir çok yorum yapılabilir. Ama bence bir şiirin şiir olmasındaki en önemli faktörlerden biri; yazılan şiirin okuyanı etkilemesi, sarması ya da okuyanda gizli kalmış duyarlılıkları ortaya çıkarmasıdır. Bir kişide değil genel olarak aynı etkiyi birçok kişide gösteriyorsa, bana göre o iyi bir şiirdir.
- Varlık, Yasakmeyve, Öküz, Hayvan, Karakalem gibi birçok dergilerde, Radikal, Cumhuriyet ve Yarın gazetelerinde müzisyen, şair ile söyleşileriniz yayınlandı. Hala devam da ediyor bu çalışmalarınız... Hepsi geleceğe önemli birer belge. Özellikle müzik için nasıl bir durak oldu bu notlar size, bu toplamlar hayatınızda nasıl bir yolcuktu?
- Müziğin beni çok fazla beslediğini ve bana çok şey kattığını söyleyebilirim. Şiirdeki ritim duygum müzik dinleme tecrübesiyle gelişti. O nedenle benim her şiirimde müzik duyabilirsiniz. Bunun dışında müzik üzerine yazmış olduğum yazılar, yapmış olduğum röportajlar, farklı bir alanda uğraş veren insanları tanımanın getirdiği farklı bir bakış açısı oluşturdu yazdıklarımın üzerinde. Yine şiirle, edebiyatla ilgilenmem, yapmış olduğum müzik röportajlarına da daha analitik bir yaklaşım sağlamama neden oldu. Bu anlamda kendimi hep şanslı hissettim. Mutlaka bir yazarın, şairin başka bir sanat disipliniyle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum.
- Bugün ülkemizde ardı ardına albümler yayınlanmaya devam ediyor. Müzikal olarak Türkiye dünden bugüne kendini nerelere taşıdı, yapılan işleri doğru buluyor musunuz?
- Aslında bu soru daha geniş kapsamlı açıklamayı hak ediyor, kısaca değinmek gerekirse ya da daha yakın geçmişi değerlendirirsem; pop müzik altmışların başında aranjmanlarla ciddi bir ilgi odağı olmuş, batı melodilerinin etkisinde kalmış, altmışların ikinci yarısından sonra ve yetmişlerde gene batı melodilerinin üzerine folklorik tınıları da içine alan bir yapıyla harmanlanmıştı. Buradaki amaç yerel özellikleri batı melodilerine adapte etmekti. Anadolu pop kavramı da bu doğrultuda gelişti. Özetlemek gerekirse altmışların sonu, yetmişler pop müziğin kendi çizgisini oluşturma sürecini kapsıyordu. Seksenlerde pop müziğin arabesk müziğin etkisi altına girmesi olumsuz etkilese de doksanlarda farklı bir gelişmeyle bu nispeten kırıldı. Doksanlardan itibaren popüler müziğin seyrinde birçok değişim yaşandı. Bunun en belirgin özelliği teknolojinin olanaklarının daha geniş kullanılır olması, pop müziğin endüstrileşmesidir. Seksenlerdeki durağanlık, doksanlarda ciddi bir patlamaya dönüştü. Bu dönem çok sayıda yeni isim, yeni bir bakış, bir çok albüm piyasaya çıktı. Doksanlarda altın çağını yaşayan pop, iyi seslerin ve şarkıların çıkmasına aracılık ettiği gibi popülist söylemin daha da yaygınlaşmasına, popülerlik kavramının çok daha fazla öne çıkmasına neden oldu. Şarkı sözlerinde deformasyonların da çok görüldüğü bir dönem olarak da değerlendirebilirim. Çok sayıda ismin de bir anda meşhur olup, sonra kaybolduğu bir dönemdi doksanlar. İki binlerde ise rock müzikte bir patlama yaşandı. Daha doğrusu doksanların sonundan itibaren dikkat çekmeye başlayan rock, iki binlerde ciddi bir ivme kazandı. Aynı pop müziğin doksanlardaki patlamasına benziyordu bu. Rock müziğin bu kadar ilgi görmesi, eline gitarı alan herkesin rock albümü çıkarmasına neden oldu diyebilirim. Neden rock müzik bu kadar ilgi gördü derseniz, bireye dair tüm duyguları, kentleşme sancılarını çok iyi bir şekilde ifade etmesinde yatıyordu. Aynı zamanda yeni neslin içindeki umutsuzluğa ve kendi gündelik sıkıntılarına işaret etmesi bu genç kitlenin kendini o müzikte bulmasına neden oldu. Bu rock müziğin popülerleşmesine ve yapımcıların da bu müziğe yönelmesine neden oldu. Ama sektör tarafından olumsuz anlamda da rock müziği kullanıldı. Rock müziğin yapısına aykırı, daha popülist bir söylem geliştirildi, ticari kaygı güdüldü. Proje grupları çıkmaya başladı. Elbette çok sağlam duran ve rock müziğin özünü ve tavrını koruyan dolayısıyla kendini de koruyan birçok grup ve isim var. Birbirini taklit eden, aynı söylemi kullanan gruplar olduğu gibi. Son dönem rock gruplarında yeni bir atılım yeni bir söylem gelişmediğini görüyorum. Ama bu suskunluğun ileride farklı bir boyuta taşınacağını düşünüyorum. Pop müzikte ise son birkaç yılda son derece nitelikli sözlere sahip, altyapısı son derece iyi kotarılmış kaliteli işler çıkıyor. Farklı bir tavır ve söylem geliştiren isimler var.. Özellikle kadın yorumcular bunda başı çekiyor. Jehan Barbur, Birsen Tezer, Zeliha Sunal son dönemlerde ilgiyle izlediğim popüler müzik içersinde farklı bulduğum isimler. Alternatif müzikte ise kadın seslerden Ceylan Ertem, Aylin Aslım, Yasemin Mori önemsediğim isimlerden bazıları.
- Sözlü müziğin mi, sözsüz müziğin mi ifade, anlam ve ileti bakımından olanakları daha fazladır?
- Sözlü müzik anlama dayalı bir müzik olduğundan duyguyu direkt olarak dinleyiciye verebiliyor. Alacağın duygu önceden sunulmak üzere hazırlanmış. Elbette dinleyici farklı şeyler de hissedebilir ama yine de belirlenmiştir duygular. Yani dinleyiciyi yönlendirici özelliği vardır sözlü müziğin. Ama enstrümantal müzik böyle değil. Dinleyici son derece özgürdür bu müziği dinlerken. Her dinleyen farklı bir şey hissedebilir. Onlar için keşif anlamına da gelebilir sözsüz müzik. Dolayısıyla algıların hep açık olur. Tüm bunlara karşın sözlü müzik toplumun genel beğenisine daha yakın olması nedeniyle daha popüler. Bu anlamda anlaşılır ve çabuk ulaşılır olması bakımından olanaklarının şimdilik daha fazla olduğunu düşünüyorum.
- Hayatınızın müzisyeni kimlerdir mesela, çok özel bir şarkısı var mıdır Deniz’in?
- Birçok müzisyenim var ama asla vazgeçemeyeceğim müzisyenim Cem Karaca’dır. ‘’Parka’’ şarkısını çok severim mesela. ‘’Resimdeki Gözyaşları’’ ayrıca favorimdir. Fikret Kızılok’un Haberin Var mı şarkısıyla, Orhan Atasoy’un ‘’Gemiler’’ şarkısı benim için çok özeldir. Umay Umay, Vedat Sakman, Yasemin Mori, Vega, Duman, Replikas, Teoman, Kurban,Tom Waits, Rammstein, Patti Smith, Debbie Davis de sıklıkla dinlediğim isimlerin başında gelir.
Zeki Çelik 2011 OCAK
www.kadrikarahan.net/denizdurukan.htm
Kramp
çok suskunuz kendimize
biraz da mahçup
unutulmuş çocuklar gibi azaptayız
ay zalimdir sevgilim!
aşklar da
bir çığlık gibi çömelmişiz hayata
en kötü yerlerimden sev beni
baştan başla yok etmeye
parmak izlerin
kara bir öfke gibi dolansın diline
çünkü iyilik geçicidir.
Deniz Durukan