- 709 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
NULA
Tek çare yazmak.
Eski bir iskemleye ilişip, sigara yanıklarıyla dolu tahta masanın üzerinde beni bekleyen daktilomun tuşlarına duygularımı dağıtmak.
O zaman gel bakalım eski dost.
Parmaklarım harfleri döverken sen de hırsını şaryoya dolanmış beyaz kâğıttan al.
Yalnızlığın en iyi tarafı, çaresizliğiniz sizi ağlatıyorsa, gözyaşlarınızı kimseden saklamak için çaba göstermezsiniz. Gözlerinizden süzülen yaşlar yüzünüzde kendine bir yol bularak iner aşağıya doğru. O damlaların masanın üstüne ya da bacaklarınıza düştüğünü sanıyorsanız aldanıyorsunuz; onlar siz anlamasanız da her zaman kalbinize dolmaktadır.
Şimdi aynen öyle oluyor işte.
Silmeye gerek yok. Onlar duygularımın arıtılmış hali. Tertemiz…
Nasıl başlamalıyım mektuba!..
“Sevgili Nula,” diye başlasam çok mu garip kaçar uğurunda ölmeyi göze aldığım sevgilim için! Elbette olmaz öyle, bugünlerde herkes herkese, sevgili, diye hitap ediyor. Bu sözün bütün yükünü boşalttılar, bu kelimede sadece dünyanın en güzel sesleri kaldı. Hepsi bu!
Hayır, başka türlü başlamalıyım satırlarıma. “Benim biricik dünyam,” desem olur mu?
Evet, olur!.. O benim gerçekten biricik dünyam; o benim nefes aldığım, gözlerinde gezindiğim tek gezegenim. Aslında, geçmiş zaman kullanmam gerekiyor; ama ne dilim gidiyor ne de elim.
Off… Sanki kollarımı iki yana açmış, ellerimden toprağa çakmışlar. Yere düşmüş bir haç gibiyim. Bu da yetmezmiş gibi getirip göğsüme koca bir kaya koymuşlar; nefes alamıyorum.
Önce bir sigara yakayım, ardından bir bardak dolusu şarabı boğazımdan aşağı yollayayım ki darmadağın olan aklım başımda toplanabilsin.
Evet! Şimdi oldu.
“Benim biricik dünyam,
Senin benden gittiğini biliyorum artık. Mideme giren ağrılardan, kalbimin ritimsiz atmasından bunu rahatça anlayabiliyorum. Sen şimdi benden çok uzaklarda, Paris’in en güzel opera salonunda başka biriyle yan yana oturmuş büyüleyici bir müziğin eşliğinde en güzel oyunu seyrediyorsun. Beni aklının ucundan bile geçirmediğini biliyorum. Biliyorum çünkü, bana yazdığın son mektupta, tam bugün eski bir arkadaşınla buluşarak onunla birlikte operaya gideceğini belirtmiştin. Mutlaka gitmişsindir, içimdeki bir ses benim kalbimi parçalarcasına bunu bana haykırıyor. Oysa ben bu dünyada var olan her güzel şeyi benimle birlikte yaşamanı isterdim…”
Bir sigara daha yakmalıyım. Dizlerimin bağı çözülmek üzere. Şu gözyaşlarımı durdurmanın bir yolu olmalı. Yoksa, bu mektubu bitirmem mümkün olmayacak. Dedim ya, yüzümden sıyrılıp düşen her damla kalbime akıyor. Artık dolacağı kadar doldu yüreğim.
“…Biliyorum ki güzel olan her şey seninle daha da güzelleşmekte. Artık ben bütün güzelliklerden mahrum kalacağım galiba. Seninle aynı yağmurun ve aynı şemsiyenin altında yürümek kısmet olmayacak…”
Yeter ama! Beni bu kadar yaralayan, beni bu kadar acıtan ne olmuş olabilir ki!.. Alt tarafı eski bir arkadaşıyla buluşarak bir gece geçirecek olmasıdır. Aklıma neden kötü şeyler getiriyorum. Ben bu kadar kötü kalpli biri miyim? Hayır, hayır haklıyım ben! Sevgi fiziksel değildir, o halde ben bir şeyler hissediyorsam, bu benim sevgimden olmalı. Ve gerçek sevginin söylediği şeyler de asla yalan değildir. Allah kahretsin! Bir an önce ben de Paris’e gitmeliydim. Sanıyorum, bundan sonra çok geç olacak. Gitsem de eski sevgilimi eskisi gibi bulamayacağım.
“Sevdiğim, Nula’m benim; inan ki, şu an çektiğim acıların zerresine hiçbir can dayanamaz. Hiçbir işkence bu kadar ağır olamaz. Seni kaybettiğimi biliyorum artık…”
Evet, ben bu gece onu kaybettim. Sıra kendimi kaybetmeye geldi. Onsuz bir yaşamın beni ne kadar eksik ve nasıl sakat bırakacağını biliyorum. Bir şişe şarap daha açmalıyım, boğazımdan yukarı doğru tırmanan bir fare var sanki, onu onunla boğmalıyım.
Bir ses de içimden, aldırma, diyor. O zaten seni hiç sevmedi ki, diye mırıldanıyor.
Hayır, mutlaka sevmiştir, yoksa ben bu kadar sevebilir miydim onu! Beynimde karıncalar ordusu dolanmaya başladı. Ahh, Nula! Biraz daha sabretseydin keşke, şu vize işine ne kadar da az kalmıştı oysa. Bu mektubu bitirmenin anlamı yok, kalkıp yola düşmeliyim. Zaten yağmur da tam istediğim gibi yağıyor. Hemen şuradan Ankara çevre yoluna çıkayım. Oradan ver elini İstanbul, sonra Edirne yoluna düşerim. Sınırlardan kaçak geçerim. Kim çizdi ulan bu sınırları. Tanrı bu dünyayı yaratırken bölüştürdü mü?
Oh be işte yoldayım, biraz hızlı yürürsem, hatta zaman zaman koşarsam umduğumdan da erken giderim sevdiğime. Yağmura bak!.. Nula, yağmura bak sevdiğim, tıpkı bizim istediğimiz gibi; ama sen yoksun yanımda. Sana yazdığım en son mektupta, kurduğumuz bütün düşler bir bir gerçekleşecek, demiştim. Göreceksin, gerçekleşecek...Ya gerçekten başka birisi varsa hayatında, ya içimdeki fısıldayan ses gerçekse! Yok canım, neler düşünüyorum ben; ben bu kadar kötü kalpli olamam. Ben bu kadar hastalıklı bir beyni taşıyor olamam. Sahi, son mektubunu nasıl bitirmişti. Beni bir daha düşünme, beni bir daha arama… Evet, aynen böyle demişti. Belki başka bir şey kastetmiş olmalı. Nula, asla bunu gerçekten söylemez. Belki de biri zorla başına silah dayayarak yazdırdı o son satırları. Evet, evet zorla yazdırmışlardır! Böyle bir şeyi asla benim Nula’m yazmaz… Bunları aklımdan çıkarmalıyım.
Yağmur da yağıyor, tam istediğim gibi. Şu arabalar neden bana korna çalarak geçiyor. Kulaklarımın zarını patlatacaklar. Şu karşıdan gelen otobüs niye böyle farlarını yakıp söndürüyor ki! Nula, sana geli…
YORUMLAR
Sevmeden sevilmek değil de sevip de sevilmemek çok zor bir şey gerçekten de...Bu sanırım bazı insanlarda duygu durum bozukluğundan olsa gerek ama sevince insan hiç de böyle aklı başında düşünemiyor malesef ve o gözyaşları kalbe değe değe kuruyor insanın üzerinde yalnız geçen gecelerde.. Sevgi tutkuyla birleşince görmeyiveriyor işte öyle insan karşıdan gelen ışığı...
Çok üzücü bir hikayeydi. Yalnızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilen birisi olarak içimde hissettim öykünüzü...
Sevgilerimle Ömer ...