Kusursuz Aşk - Bölüm 16
Bölüm 16
Asılı kalmışız uçurumun kenarında, bir yanım boşluğa bırakmış kendini, diğer yanım tutunmakta hayata…
Güneşin hayat ışığı Bakırköy Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin demir parmaklıklı pencerelerinden içeriye misafir olmuştu artık…
Veysel için yeniden doğuş adına fırsatlarını sunmaya gelmişti Güneş’in sıcak dokunuşları. Fırsatlar… bazen yanı başımız da çırpınırlar kendilerini görelim diye, bazen küser , terki diyar ederler yanı başımızdan, ilgi göremeyince…
Ancak bugün Veysel’i terk etmeye değil, umuda kavuşturmaya gelmişlerdi.
Yatağından uzunca bir esneme sesiyle doğruldu Mehmet. Gece O da pek uyuyamamıştı. Tüm gece boyunca doğal olarak Sophia’sını düşünmüştü. Birde Veysel’in garip tıslamaları vardı tabi ki. Neyse ki fazla uzun sürmemişti bu tıslamalar. Sonra düşündü, - Kimdi ki bu Müge?
Sesli düşünürken dili argoya kaçıyordu. –Ne Müge’ymiş be diye istem dışı söyleniverdi.
Veysel’in gözlerini açan Güneşin hayat ışığı mıydı yoksa Mehmet’ın seslendirdiği Müge tınısı mı bilinmez… fakat Veysel gözlerini açmıştı. İçine gömüldüğü buhrandan uyanabilmiş miydi gerçekten de… bunu da zaman gösterecekti.
Veysel’in gözlerini açması Mehmet’in de dikkatinden kaçmamıştı.
Hadi bakalım hayırlısı diye söylenerek ayaklandı ve Veysel’e doğru birkaç adım yaklaştı.
Ne söyleyeceğini bilemedi önce, sonra Dr. Tülay aklına geldi. Ne kadar çabuk o kadar iyi… Kaderin bir oyunu, Mehmet için hastaneden çıkış biletiydi Veysel. Bir an önce iyileşmesine yardımcı olmalıydı.
Bir şeyler söylemek için hamle yapacağı sırada hemşire Aslı’nın ortama dahil olmasıyla tabiri caiz ise kelimeler ağzında kalmıştı Mehmet’in.
- Günaydın dedi Aslı hemşire.
Mehmet de şaşkın bir şekilde – Günaydın diye cevap verdi.
- Günaydın, Veysel Bey diye devam etti Aslı Hemşire.
Ancak Veysel’in bugünde konuşmaya niyeti yoktu, belki de dermanı yoktu… Hemşire Aslı serumu değiştirdikten sonra bir şey söylemeden odayı terk etmişti bile.
Bu arada Veysel tekrar gözlerini kapatmıştı Güneş’e. Oysaki ışık umudu getirmiş uzanıp tutması için küsmeden, usanmadan çabalıyordu hayata tutunulası bir dal misali…
Annesi misafir oldu düşlerine Veysel’in. - Oğlum senin mürüvvetini görmeden gözlerim açık gidecek bu dünyadan deyişleri…
Annesine bir gün yüzü gösteremediği çarpıldı suratına hayalinde… bembeyaz bir sayfa çarptıkça suratına kırmızıya boyanıyordu kabuslarında. Anneciğim… affet beni diye sayıklıyordu. Sağlığında Seni mutlu edemedim, istediğin gibi bir hayatı sunamadım Sana…
Annesine Kanser teşhisi konulduğunda dünyası alt üst olmuştu Veysel’in. Nasıl bir şey bu diye düşünmüştü. Nasıl bir belâ. Neden, neden, nedeeeen !? diye haykırıyordu içinden, içinden…
Hastane kapılarında geçen koca bir sene ve sonunda beklenmeyen yıkıcı bir son. Ölüm hep yanı başımızdaymış meğer. Hiç ayrılmamış oradan. En beklenmedik zamanımızı kolluyormuş. Hiç beklenmedik bir anda da Veysel’in Annesini götürmüştü yanından. Nerede Annem!? Annemi geri ver bana!!! Haykırışlar haykırışlar…
Çaresiz kalınca insan bir tek seçenek bırakır ardında… Kabullenmek…
Zaman almıştı Veysel’in kabullenmesi. Müge’yi de bu sebeple çok istemişti aslında. Bir boşluğu vardı yüreğinde kocaman ve bu ancak Müge gibi bir değerle doldurulabilirdi…
Fakat Müge’nin yokluğuyla boşluk daha da büyümüş, bir karadelik misali sonunda yutmuştu Veysel’i ve dünyasını.
Mehmet ise bu yatalak hastanın bir an önce normal haline dönmesi için ne yapabileceği konusunda fikir yürütmekteydi. Garip bir şekilde kaçış planı ve Sophia’ya ulaşma çabası yerini Veysel’i kurtarma fikrine dönüşmüştü. Belki de O’na ihtiyacı olduğunu düşünmesine yol açacak bir ilham gelmişti kendisine.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.