- 260 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TEMEL DİREĞİMİZ
Boğazınıza bir yumrunun gelip oturduğu oldu mu hiç?
Benim çok oldu. Ayakkabısı yırtık bir öğrencimi gördüğüm an o yumru gelir oturur yerine.
Birdenbire elim ayağım çözülür . O yumru bir hıçkırığa dönüşür. Ne ağlayabilirim ne de o yumruyu yok etmek için yutkunabilirim. Bilirim yokluk yoksulluk geçti bir dönem başımızdan. Dilenmez dilenci ne demek çok iyi bilirim.
Çok değil dört beş yıl kadar düşmüştük o yoksulluk pençesine!
Sonra mı?
Çalışmanın verdiği azimle yüce dağları aştık çok şükür!
Anamın deyimiyle “ depsen deşilmez!” bir varlığa ulaştık. Sadece ben değil kardeşlerim de benim gibi alınların teri emekleri ile çok güzel günlere kavuştular.
O yoksul çocuğumu kırmadan , üzmeden, gururunu incitmeden nasıl yardım yapabilirimin yollarını arar bulurum.
Bazen öğrencilerim teneffüs dönüşlerinde ellerinde cips paketleri veya tost vb. şeylerle sınıfa girerler. “Öğretmenim , ne olur bitirmeme izin verin kahvaltı yapmadım” diye söylerler. Aslında sınıflara yiyecek çıkarmak yasak!Kıyamam onlara” çabuk sınıf defterini yazıncaya kadar yeyin! Ama biliyorsunuz ki sınıfa yiyecek çıkarmak yasak çocuklar!” derim.
Ben Defteri yazıncaya kadar hızlıca ağızlarına sokuştururlar lokmaları.
O an olacak ya! Sınıfın bir köşesinde sessizce oturan çocuğun onlara yutkunarak baktığını görürüm.
İşte o an o yumru gelir yine yerine oturur.
Bu kez dayanamam. O çocuğa belli etmeden onlara bu durumu anlatmam gerekli!
Sınıftakilere , toplum içinde uyulması gereken kuralları anlatmaya çalışırım.
O yoksul çocuğun bakışlarındaki yoksunluk beni kahreder!
Diğer öğrencilere bunu anlatamam ancak kendimi öne sürerim.
“ Bakın çocuklar şu an siz yerken benim canım çekti. Ne yapacağız ?”
“ size de alıp gelelim Öğretmenim.”derler.
“ Ama ben sizin yediklerinizi yiyemem ki! Benim çoklu besin alerjilerim var. Şimdi benim vebalimi nasıl taşıyacaksınız?” diye sorarım.
“ Pekala şu an sınıfımız oldukça kalabalık . Siz üç beş kişi elinizde yiyeceklerle geldiniz. Kahvaltı yapmadan gelen arkadaşlarınız veya oruç olan Canlar var. Onların vebalini nasıl taşıyacaksınız?” Sınıfta bir sessizlik !
Hepsi mahcup olur.
Aslında amacım ,onları mahcup etmek değil, yiyeceklerini herkesin içinde değil,kantinde yeyip gelmelerini sağlamak.
Bunları bugün anlatmamın nedeni aslında on yıl öncesinde okul olarak Veli ziyaretleri yapmamıza dayanıyor.
Köydeki öğrencilerimizi ziyarete giderken mutlaka yanımıza idarecilerimizden biri katılır öyle giderdik ziyarete.
Benim yanımda mutlaka Zuhal Öğretmenim olurdu. İdarecilerden bazen bir bazen iki kişi birden katılırdı duruma göre değişirdi bu.
Haydarlı Tatarlı ovasında kaç öğrencimiz varsa o gün proğramımıza almış aile ziyaretlerine başlamıştık.
Önceden haber vermemeye gayret ediyorduk ancak yine de köy yeri ne olur ne olmaz diye bir gün önceden öğrencimize bilgi veriyorduk. Ancak ısrarla ikram istemediğimizi , ziyaret edilecek çok öğrencimiz olduğunu söylüyorduk. ilk olarak son sınıf öğrencim Funda’nın evine gittiğimizde şaşırıp kalmıştım. Köy evi gibi değildi. Babası yabancı ülkeden emekli olup gelmiş oldukça modern bir ev yaptırmış, bahçelerinde traktörler ve arabaları vardı. Funda oldukça terbiyeli, görgülü ve asil bir öğrenciydi. Ailesi ile tanıştık hoş beş ettik. Annesi yöreye ait olan yanar dönerli desenli kumaştan geniş şalvar ve ince bluzunun üzerine de yine aynı kadifeden yeleğini giyinmişti. Başında oyalı kırmızı bir yazma ile cıvıl cıvıldı. Hayran kalmıştım. Kahvemizi sohbet eşliğinde içmiştik.
Müsaade istedik ancak imkansız!
Yemin şart koştu babası!
Annesi yöresel yemeklerden(taptıma,vs.) hazırlamış. Sofra kurdular ağırladılar bizi. Mahcup olmuştuk. Teşekkür ederek oradan ayrıldık. Sırayla yol üzerindeki köylere uğruyor kimisi ile bahçede, kimisi ile içeri girmeden sohbet ediyorduk.
Son olarak sınıfımın en sessiz, efendi ve Çalışkan öğrencisi olan Ali’nin köyüne uğradık. Köy oldukça küçük yoksul bir köydü. İki odalı bir köy evine girdik. Odalar küçücük iç içe girmeliydi. Birisini aynı zamanda mutfak olarak da kullanıyorlardı.
Ali’ nin abisi askere gitmiş yengesi bebeğiyle birlikte içerdeki küçük odada kalıyordu. Soba yerine mangal ile ısınıyorlardı. Yüreğim “cızz” etti.
Ali ah Ali! Bunca yıl hiç bahsetmemişti durumundan. Oysa bu yıla gelinceye kadar bir kez olsun belli etseydi ailesine ve kendisine yardım etmenin çarelerini mutlaka arar bulurduk.
Annesinin sırtındaki hırkanın kollarındaki yamayı , babasının ayağındaki Ankara lastiğini gördüğüm an boğazıma bir yumru gelip oturmuştu. Dokunsalar ağlayacaktım. Babası köye çoban durmuştu. Evlerinde doğru dürüst eşya namına bir şey yoktu.
O gün gelinin minderinin altına çantamda olan paraların hepsini yavaşça koydum. Bebeğine birşeyler alsın istiyordum.
Bizim için çok anlamlıydı Veli ziyaretlerimiz.
Okula döndükten sonra Ali için gerekli yerlere müracaat edip hem kendisine hem de ailesine gerekli yardımların sessizce ulaşmasını sağladık.
Bizler , bencil yaşayarak ne kadar çok yanlış yapıyoruz aslında. Eksikliğimiz burada!
Yine anamın bir sözü geldi aklıma” yavrum ne güzelliğe ne de zenginliğe güvenme! Bir yel eser savurur götürür “ derdi.
Varken paylaşalım. Yarına ne olacağımız, başımıza ne geleceği bilinmez.
İşte en yakın örnek onbir ilimizi yıkan deprem!
Toplumsal duyarlılığı yok etmeyelim!
Her şey ailede başlar biliyorum.
Ailedir çocuğun temel direğini ve yapısını oluşturan. Biz eğitimciler sadece onların ufkunu açar yol gösteririz. Temelde sorun varsa zorlamayla hiç bir şey veremeyiz.
Belirli kurallar aile tarafından zamanında aşılanmalı ki o çocuk, topluma entegre olabilsin. Bir kişilik oluşturabilsin.
Yoksa dünya hep kendilerini için dönsün isteyen bencil , kimseye faydası olmayan varlıklara dönüşmelerini izlemek zorunda kalırız.
18.04.2023
Tülay Sarıcabağlı ŞİMŞEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.