- 176 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MÜSTAĞRİP
Gittikçe artan bir belirsizlik ve hızlanan bir değişim dünyasında yaşıyoruz. Çevremizde kontrol edebildiğimiz etkenlerin sayısı azaldıkça, kontrol edebildiğimiz en temel ve gerçek şey olan kendimizi anlamak zorlaşıyor. Yaşadığımız bu yeni dünyaya uyum sağlayabilmenin anahtarı Kültürümüz, dilimiz ve akidemiz olabilir.
Kendimizi anlamaktan kastımız, öncelikle kendimizi tanımak; düşüncelerimizi, duygularımızı, tepkilerimizi, kararlarımızı anlamak ve sonrasında bunları etkili ve şefkatli bir şekilde yönetebilmektir. Biz seçtiğimiz Kelimelerle düşünürüz, kavramlarla yol alırız. Zihnimizin çalışması seçtiğimiz kelime kavramlarla olur ve böylece yol alır. Seçtiğimiz kelime ve kavramlar bizim zihnimizi çalıştırır ve yön verir. Arabalara konulan navigasyon gibi.
Zihin kıblemizi; kelimeler ve kavramlar belirler. Kelime ve kavramları kültür ve akidemize göre seçersek varmak istediğimiz yere kestirmeden varabiliriz. Navigasyonda öyle değil mi. Yüz metre sonra sağa dön, ilk gelen çıkıştan çık gibi uyarıcı emirler vermiyor mu? Hangi kelime ve kavramlarla düşündüğünüz, en önemlisi o kelime ve kavramlara yüklediğiniz anlamlar sizin akidenizi belirler.
Zihinsel yolculuğumuzda yol gösterici olan kelime ve kavramlar aynı zamanda varacağımız menzili de belirler. Kelimeler ve kavramlarla düşünürüz, yaşamımızdaki olayları yaratırız ve sonra düşüncelerimizi yeniden kelimelere dökeriz. Gövdemiz ile yöneldiğimiz kıblemiz ile zihnimizin kıblesi bir olmadıkça istediğimiz yere varamayız. Demem o ki bizim kelimelerimizi anlamsızlaştırdılar. Dolayısıyla zihnimiz çalındı. Biz gibi düşünemiyoruz. İnsan kelimelerle konuşur, ama kavramlarla düşünür. birbirimizle anlaşabilmemizin yolu, bir kelimeye yüklediğimiz ortak anlamdan geçer. Fakat eğer ben bir kelimeye, sizin düşündüğünüzden farklı bir anlam yüklüyorsam anlaşamayız demektir.
Bizim zihnimiz ne kadar bize aittir? Zihnimizle yöneldiğimiz kıble, gerçekten yönelmemiz gereken kıble midir? Başkalarına ait kelime ve kavramlarla düşünüyorsak, bedenen durduğumuz yer neresi olursa olsun zihnen bulunduğumuz yer bize ait değildir. Daha doğrusu, biz, biz olmaktan çıkmışız demektir. Dolayısıyla yöneldiğimiz kıble farklıdır ve varacağımız hedef de bize ait değildir.
İslami akideye inandığını söyleyen bizler ne yazık ki: Batı’nın, yani akidemize düşman olanın kelime ve kavramlarıyla düşünüyoruz. Bu yüzdendir ki birbirimizi hasımlaştıran bir söylem tuzağına düşüyoruz. Öyle bir hale gelmişiz ki inancımıza ters kültürümüzde olmayan içi boşaltılmış En kötüsü de o Batı’ya ait kelime ve kavramlara yüklenen anlamları kutsallaştırarak kendi dilimizi ve İslami kavramları ona uydurmaya çalışıyoruz. Bu çaba içinde olanlara ben MUSTAĞRİP diyorum. Bu mustağrip’ ler Batı’nın o kutsadıkları kelime ve kavramların prizmasından geçirerek yorumlama yoluna gidebiliyorlar. Bu tür uğraşlar boş uğraşlar, kaybedilmiş zamanlar. Sonuç olarakta bir hiçtir. Zaten Batı’nın istediği de bu değil midir?
Dil, kelime ve kavramlarla batıyı kovalayanların, Yani batının gönüllü köleleri olan mustağriplerin yaptığı şey: Onların zihniyle düşünmesi ve batının bedenine dönüşmesi, onlar gibi olması kaçınılmaz bir son olarak onları beklemektedir. Sahi biz kimiz? sorusunu sormadan edemeyeceğim. Hangi dili konuşuyoruz? Hangi akideye inanıyoruz? Hangi kültürde yoğrulmuş, hangi kültürde yaşıyoruz. Biz inanan milletler; kardeşiz. Farklı dili konuşmamız, farklı kültürde olmamız birbirimizle tanışmamıza mâni değildir. Yeter ki akidemiz bir olsun. Akidesi bir olanların yönü de aynıdır. Birbirimize olan üstünlüğümüz takvamızdadır.
Lafı uzatmaya gerek yok. Yani İslami değerlerimizi, kültürel değerlerimizi kendi dil ve kavramlarımızda bizi birleştiren bütün unsurları birbirinin gerçek anlamda kardeşi ve eşiti tek bir millet olarak görmediğimiz sürece, Batı’nın içimize saldığı kelime ve kavramlar üzerinden birbirimize karşı üstünlük taslayarak birbirimizle didişmeye devam edeceğiz demektir.
=================================AR==========================
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.