BEYİN TEMİZLENEBİLİR Mİ?
Bir sabah işinize başladığınızda, yıllar yılı yaptığınız çalışmaları sakladığınız bilgisayarınızın, bulaşan bir virüs nedeniyle kendi kendine işlemler yaptığını; bir takım dosyalarınızı silip yerine pek de işlevsel olmayan yeni dosyalar eklediğini ve yaptığınız işle alâkasız yazılımlar kurduğunu, kalan dosyaların içeriklerinde de tahribat yaptığını görseniz neler hisseder ve ne yapardınız?
Ben cevaplayayım. Büyük olasılıkla yaşanan olaydan büyük bir üzüntü duyar, kaliteli bir antivirüs yazılımı yüklemediğiniz için pişmanlık yaşar ve sorunun üstesinden gelebilmek adına çözüm yöntemleri aramaya başlardınız. Uzun mesai saatleri boyunca emek verdiğiniz çalışmalarınızı kurtarmak birinci önceliğiniz olurdu. Bilgisayardan anladığını bildiğiniz arkadaşlarınızla iletişime geçer ya da yetkili servis ile görüşme ihtiyacı duyardınız. Özetlemek gerekirse dosyalarınızı kurtararak işinizi eskisi gibi pratik ve kolayca yapmak için uğraşırdınız değil mi? Eyvallah. Gayet tabii. O bilgisayar bir daha hiç kullanılamayacak durumda bile olsa yeniden kullanabilmek ve doğacak sorunları gidermek adına çaba sarf ederdiniz haklı olarak. Ancak bu sırada işleriniz aksardı. Yapmanız gerekenleri yapamaz ya da yeni bir bilgisayarda, yeni bir düzen oturtmak için uğraşır fakat bu esnada ciddi anlamda zaman ve enerji kaybı yaşardınız. Dolayısıyla yaşanan bu durum işlerinizin aksamasına, amirleriniz ve çalışanlarınızla, varsa müşterilerinizle ya da sizden hizmet bekleyenlerle stres oranınızı yükseltici diyaloglar yaşamanıza neden olurdu.
İnsan beyninin çalışma prensibi de aşağı yukarı bilgisayar gibidir. Bazen virüs bulaşır, bazen sistem çöker, bazen de yazılımsal hatalar meydana gelir. Aynen bir bilgisayarın harddiskinde verilerin biriktirilmesi gibi beyinde de duyu organları ile temin edilen ya da bu temini müteakip işleme tabi tutularak yoruma/inanca dönüştürülen olumlu/olumsuz veriler beynin bizzat kendisi tarafından biriktirilir. Depolanan bu veriler bazen faydalı bir dosya/yazılım olabileceği gibi, bazen sistemi alt üst edecek ve bünyeyi çökertecek türden, virüs benzeri bir dosya/yazılım da olabilir. Bilgisayarlardan farklı olarak, fark edilmediği müddetçe bu virüs benzeri dosya ve yazılımlar gerekli ve işlevsel kabul edilip, yaşattığı olumsuzluklara rağmen kullanıcı tarafından inatla muhafaza edilmeye çalışılır. Bilgisayarına virüs bulaşan biri, nasıl ki bilgisayarını ve çalışmalarını kaybetmek istemezse, beyin de yıllar yılı oluşturduğu altyapıyı ve birikimlerini, alıştığı ve bir şekilde rahat ettiği konfor alanını kolay kolay bırakmak istemez. Bu, biraz başka türlüsünü bilmemekten, biraz da yeni bir düzenin getireceği yeni duygu ve düşünceleri, sosyolojik ve psikolojik engelleri, insanların göstereceği tepkileri kabullenememe ve göğüsleyememe endişesinden kaynaklanır. Olumsuz da olsa, zor ve acı verici de olsa alışılmış düzenin değişmesi her beyin için, daha az enerji harcayarak çalışmasını sağlayan en az bir inanç kalıbı ile bu kalıba bağlı en az bir alışkanlığın değişmesi demektir. Beynimiz bu tutumunda bütünüyle haksız da sayılmaz. Kaygıya kapılması normaldir. Yeni bir süreç demek aynı zamanda yeni altyapı çalışması, yeni inanç kalıpları, yeni alışkanlıklar ve daha fazla enerji tüketimi demektir. Cebimizdeki para nasıl kısıtlıysa enerjimiz de kısıtlıdır. Beynimizin bir görevi de enerjimizi dengeli kullanabilmemizi ve daha az enerjiyle daha çok iş yapabilmemizi sağlamaktır. İnanç kalıpları ve alışkanlıklar beynimiz tarafından özellikle bu amaca paralel oluşturulur. Her defasında uzun uzadıya düşünerek gelişen olay ve durumlara tepkiler üretmek aşırı zaman ve enerji kaybına neden olacağından beynimiz bu kaybı minimize etmek adına genel geçer türden inanç kalıpları oluşturur. Böylece düşünerek zaman ve enerji kaybetmek yerine, olay ve durumun türüne göre uygun kalıbı baz alır, ufak tefek oynamalarla kendince en doğru ve en hızlı tepkiyi vermeye çalışır. Fakat burada kaçırılmaması gereken hususiyet inanç kalıplarımızın hayatın gerçekliği, içinde yaşadığımız toplumun sosyokültürel yapısı, dini inancımız ve bizim kapasitemizle örtüşüp örtüşmediğidir. İnanç kalıpları zamanla yenilenebilir olsa da ekseri insanda ufak tefek değişiklikler haricinde köklü değişimler yaşanmaz. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur, atasözü bu hususiyetten ötürü söylenmiş olmalı. Atasözlerinin insan ve hayat üzerindeki olumlu etkisini kabul ediyor olsam da bu atasözü için aynı şeyi söylemem imkansız. Net bir ifade ile değişim ve yenilenmenin önünü kapatıyor oluşu güvenilirliğini sarsıyor. Halbuki değişim ve yenilenme zordur fakat her yaşta mümkündür. Biraz da bu türden yaklaşımlar nedeniyle birçok insan çözümsüzlük ve çaresizlik içerisinde suçluluk ve pişmanlık dolu bir yaşam sürmek zorunda kalıyor. Bilgisayar örneğinde olduğu gibi eskiye dönmeye çalışmak, direnç göstermek ve muhafazakâr davranmak hayatın her an değiştiği ve yenilendiği gerçeğini değiştiremiyor. Öfke, heyecan, panik, korku ve kaygı gibi duyguların zaman zaman kontrol edilemez boyuta gelerek ruhsal bozukluklara neden oluşu da bu yüzden. Kuşak çatışmaları, aile içi duygusal ve fiziksel şiddet gibi toplumun geleneksel yapısını bozan olgular, aşırıya kaçan stabiliteyi koruma çabasının neticesidir.
Stabiliteyi kırmak ve içinde tembelliğimizi de barındıran konfor alanımızın sunduğu acı verici rahatlıktan kurtulabilmek için beynimizin klavye ve faresini elimizin altına alarak çeşitli güncellemeler yapmak imkansız değil. Ancak bu beynimizde güncellemeyi alacak boş alan varsa mümkün. Malumunuz üzere kapasitesi dolmuş bir bilgisayara yeni yazılımlar kuramaz, uygulama güncellemelerini alamaz ya da işimizi kolaylaştıracak dosyalar yükleyemeyiz. Daha iyi verim alabilmek için zaman zaman temizlik yapmamız gerekir. İşlevini yitirmiş çalışmalarımızı ve başkaları tarafından yüklenen dosyaları silmek, amaca hizmet etmeyen işlevsiz yazılımları kaldırmak ihtiyacımız olan yeni şeyleri yükleyebilmemiz açısından önemlidir. Beynimizin temizlenmesi işlemi de bilgisayarımızı temizlememizle benzeşir. Doğumumuzdan itibaren duyu organlarımız aracılığıyla dış dünyadan aldığımız veriler, bu verilerin işlenmesi neticesinde ortaya çıkan yorum ve inançlar, travmalarımız, günahlarımız, acılarımız, incinmişliklerimiz, aile ortamında maruz kaldığımız önemsenmemişlik gibi birçok şey beynimizi çöplüğe çevirir ve yaşımız ilerledikçe çöplük kokuşmaya başlar. Rahatsız oluruz bu durumdan ancak kokuyu başkalarına duyurmamak adına bastırma, kaçınma ve inkar etme gibi yöntemlere başvururuz. Bunlar kısa vadede günü kurtarıcı çözümler sunsa da uzun vadede kokunun yayılmasına engel olamazlar. Çöplük boşaltılıp temizlenmediği müddetçe koku çıkmaya devam eder. Nedir beynimizin çıkardığı kötü kokular? Depresyon, anksiyete, OKB, panik atak, odaklanma sorunu vb. birçok ruhsal ve zihinsel bozukluk. Çoğu kişi kokunun kaynağının kendi beyni olduğunu anlamaksızın, başkalarını suçlayarak ıstırap dolu bir ömür sürer.
Giderilebilir mi peki bu kötü koku? Cevap; zahmetli, ama evet. Bir takım koşulları yerine getirmek kaydıyla elbette giderilebilir. Çöplükteki çöpler, dinlemesini ve anlamasını bilen, duygularını yönetmekte mahir ve mümkünse işin uzmanı bir kişiye detaylarıyla itiraf edildiği takdirde, ciddi bir rahatlama yaşanır. Harddiskte yeni dosya ve yazılımlar için yer açılır anlayacağınız. Aynı zamanda kokuşmayı önlemek için harcanan enerji yavaş yavaş daha verimli zihinsel ve fiziksel aktivitelere aktarılabilir kıvama gelir. Düşünsel, duygusal ve davranışsal anlamda yaşanacak farkındalık ve içgörü gün gün artar. Yara açılmış, iltihap boşalmıştır artık. Her yeni farkındalık yarayı biraz daha kapatır. Yara kapandıkça hayatın değişkenliği korkutucu olmaktan çıkar. Kişi kendisini kabullenmeyi, hayat ve kaderle barışık yaşamayı öğrenir.