- 428 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kilim hangi nakışı engelleyebilir?
Beyaz kağıdı bir rehabilitasyon aracı gibi kullanabiliriz. Evet. İlla ki birşeylerin dökülmesi gerekiyorsa, kabımız dolmuşsa, omuzlarımız yorulmuşsa, beyaz kağıt yükümüzü azaltmada bize yardımcı olabilir. Herşey dilegelmek zorunda değil. Bazen kaleme gelse de olur. Hem kalemin şöyle bir artısı da var: Sestellerin yorulmuyor. Dilin sürçmüyor. Vurguların hatalı olmuyor. İnsan kafasının içinde kelimeleri karıştırmaz. Herşey olması gerektiği gibidir. (Olmazsa da başa dönülüp yeniden denenebilir.) En azından konuştuğunda olduğu kadar yapmaz bunu. O halde yazı dünyasını ’daha kolay kendimiz olduğumuz’ bir yer olarak görebiliriz. İnsan daha kolay kendisi olduğu yerde rahatlar. Dostlar da bu işe yarar zaten. Bana dostun tarifini sorsan aynı şekilde cevaplayabilirim: Yanlarında kendin olmaktan çekinmediğin insanlardır dostların.
Gündelik yaşamın kurgusallığı insanı ergenlik döneminde daha çok sarsıyor. Büyüdükçe, eğer süreci bir çeşit olgunluğa taşıyabilmişsen, bedeninde rahat etmeye başlıyorsun. Dünyada işgal ettiğin yer canını sıkmıyor. Burası hayat, tiyatro sahnesi değil, bütün ilgiyi üzerinde tutman gerekmez. Bütün cümlelerinin güzel olması, yüzünün kusursuz görünmesi, giysilerinin herkese hoş gelmesi gerekmez. Dışarıya yüzeyinle talip oldukça üstündeki baskı artar. Hepimiz geçtik bu yollardan. Saçımızda tarak kırıyorduk neredeyse. Ayna karşısında kusurluyu kusursuz kılmaya çalışarak az eziyet çekmedik.
Sonra? Sonrası bir alışma süreci oldu. Bir çeşit kafanın/kalbinin içine dönüş süreci. İnsan içinde rahat ettikçe dışına daha az talip oluyor. Ben kendi tecrübemi sana ancak böyle tasvir edebilirim arkadaşım. Kafamın/kalbimin içindeyken rahat etmesini öğrendim. Daha doğrusu, taşları yerine oturtmayı başardıkça, dışımdaki dünyanın ’dışımda’ olduğuna uyandım. İçimi, sanki filmin sonunda farkedilen gerçek aşk gibi, sevdim.
Montaigne’nin Denemeler’de dediği gibi, işin şöyle bir tarafı da var, ’ıssızlıkta kendisi için bir evren olmayı başaranlar’ dışarının esaretinden de kurtuluyorlar. Bunun için bir amaç lazım yalnız. İçinde mesafe almanı sağlayabilecek bir amaç. Dışarıdan yüzünü çevirtebilecek bir gönülçelen. Ah, ama öncesinde doğru bir itikad, bir inanış, bir sağlam temel. Seni içinde huzura kavuşturacak bir dışarı algısı. Bütün bunlar birbirine bağlı.
Eğer Allah’a Allah gibi inanırsan bedenini saran bütün zincirler kırılıyor. Ben bunu gördüm. Herşeyi yaratan o olunca diğer bütün ’mış gibi’ler gözünden düşüyor. Gözünde fazla büyüttüğünü farkediyorsun. Kureyş müşriklerinin hatasını ahirzamanda ’mış gibi’leri gerçek sanarak sen yaşatıyorsun. Hayatın onların elinde değil. Senin kıymetini onlar takdir etmeyecek. Yaptıklarının onların beğenisini kazanması zorunluluğu yok. Kimsenin verdiği zayıf notla sınıfta kalacak değilsin. Onlar sadece ’onlar.’ Senin gibi birer detaylar. Cümlenin içinde nasıl bir anlam ifade ettiğini söyleyemezler. Bunu evvel emirde Allah söyler. Sen de niyetinle güzel bir cümleye girmek için dua edersin. Bu kadarı yeter. Güzel niyetler/ameller kadar rahat bir döşek yoktur ruh için.
Arkadaşım, ben konuşuyorum amma, sıkışmamışsan bir yerlerde beni anlayamazsın. Hep beğenildiysen, takdir edildiysen, sevildiysen, kıskanıldıysan, yoksun kalmadıysan, kaybetmediysen, geriye düşmediysen, hayalkırıklığı yaşamadıysan, ihanete uğramadıysan, düşmediysen, evet, düşmediysen, beni anlayamazsın. Düşmen gerek anlayabilmek için. Ve düştüğün zaman ayağına takılan taşa teşekkür etmen gerek. Bir uçuruma koşuyordun çünkü. Hep kazandığın için oyunun riskini farkedemiyordun. Seni birgün iteceklerdi o zirvelerden. Bilmiyordun. Bilmen için ayağına takıldı şu taşlar.
Düşe düşe öğrendin tökezlemelerinle barışmayı. Önceleri aksamak sahnede büyük bir falso yaşamak gibi gelirdi ama şimdi öyle değil. Dertlerinle yaşamayı öğrendin. Onları hayatının nakşı kılmayı öğrendin. Ki zaten öylelerdi. Yaşadığında utancından yerin dibine geçtiğin şeyleri şimdi arkadaşlarına gülsünler diye anlatıyorsun. Sen de gülüyorsun. Çünkü güldükçe kapandığını biliyorsun yaralarının. Onlara gülümsedikçe onlar da gülümsüyor sana. "Biz o kadar da fena şeyler değilmişiz ha!" diyorlar sanki. Şükretmek, anlamaya çalışmak, sen istemeden işlenmiş nakışlarla da kilimini barıştırıyor. Seni insanlaştırıyor. Bir yerden sonra görüyorsun: Yaşamak böyle birşey. Senin üzerinde işleneni sen de oturup seyrediyorsun. Manzaradan keyif almaya bakmak varken hayıflanmak niye. Kilim hangi nakışı engelleyebilir?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.