- 480 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
3 Günlük Kıyamet (1. gün)
-3 gün sonra kıyamet kopacakmış.
…
Cümle kurmayı bilmezdi Etem. Yüklem sevmiyordu aslında, bütün cümlelerin birine atfedilmesine akıl sır erdiremezdi. “Benim küfrüm de aşkım da kendime, cümleye gerek yok!” demişti bağırarak, kapalı sinagogun önünde. Hırpani sakallı müslüman tüccarlar kaldırırken bizi, bağırmaya devam ediyordu.
Açlığa meydan okuyorduk ikimiz de, bir gün müslüman olursak tuttuğumuz oruçları kabir defterine yazarlar mı diye merak ediyorduk. “Boşa gitti yine, niyet etmeyi öğrensek iyiydi aslında” dedim bir gün. “Ben niyetimi belli etmiyorum, tanrı isterse darılabilir” diye kükredi Etem, bağırmadan bir şey söylemeyi kendine yediremiyordu. Aptaldık ikimiz de, çalışmayı sevmediğimizden değil ama daha mutlu yaşamayı kendimize beis görmüyorduk esasen. Mutluluk kolaydı, mutlu değilken acı çekmemenin erdemini biliyorduk. Eski Ceneviz liman kontrol binasını zaptetmiştik, belediye bizden daha aptaldı ve bunu bile kaldıramıyorduk, her akşam terasa çıkıp kahkaha atarak burayı bizim elimizden almadıkları için küfürler savuruyorduk. Ne kadar zamandır yemek yemediğimizi hatırlamıyorum, açlık değil ama susuzluk bir hayli zordu.
-Ben su bulmaya çıkıyorum
-Kavga etmeden bulabilecek misin?
-Hayır
Taksim’e çıktığımda ayağımdaki terliğin bağları iyice kopmuştu, çıplak ayak zoruma gitmiyordu gerçi, çöplere bakmaktan çok sıkılmıştım biraz ona keyfim kaçmıştı, yerde gördüğüm yarım içilmiş sigarayı görünce onu da umursamadım. Sigarası bitmeden gelen otobüslere küfreden adamların yüzlerini düşündüm, benim için travma olabilirdi bu durum, onlar sigarasını atıp biniyorlardı oysa ki. Dilenmek terimi bile sinirlerimi geriyordu, su parası için bile olsa. Yarım içilmiş pet şişeleri toplayarak 3 saat dolandım Tarlabaşı’nda. Toplamda 3 şişe suyla Cibali’ye dönmüştüm, Etem terasta bıraktığım yerde aynı şekilde duruyordu, suyu uzattığımda umursamadı. En azından yaşamak için bile bir şey yapmak gelmiyordu içimizden, yaşamanın koşullarının olması çok saçmaydı ve buna körü körüne inandırmıştık kendimizi.
-Neyin var?
-3 gün sonra kıyamet kopacakmış.
-Neden?
-Bizden sıkıldı sanırım.
-Ben olsam ben de sıkılırdım.
-Sen daha acımasızsın, 3 gün bile vermezdin.
-Haklısın.
Birbirimize inanmamak için sebebimiz yoktu, yalan söylemek henüz kabul edemediğimiz bir erdemdi ondan olabilir. Etem saçma konuşmazdı hiç, 3 gün önceden söylemesi çok riyakar gelmişti bana, son güne kadar beklese biraz daha acıkırdı sadece. Kıyametle ilgili bir bilgi yoktu bende, ne olacağını bilmiyordum, susuzluktan ölmek daha anlamlıydı ve suyum vardı. Şişenin birini içtiğimde Etem’in uyuduğunu farkettim. Bu veda etmek için iyi bir zaman mıydı bilmiyorum, giderken diğer iki suyu ona bırakmıştım, bana önceden haber verdiği için bir cezaydı bu ona. Ölmesini istemiyordum kıyametten önce, bunu bilmeden içecekti bıraktığım şişeleri. Çantamda 12 sene öncesinden giydiğim pantolon ve 2 t-shirt vardı, otogara gidişim 5-6 saatimi alacaktı nasılsa, Levo’ya uğrayıp ayakkabı almam ve yıkanmam gerekiyordu. 45 dakikada Çukurcuma’ya gelmiştim. Kapıyı çaldığımda elinde Martell bir konyakla açmıştı Levo, bir lümpenin hayatının vazgeçilmezi derdi Levo konyak için. Akıllı bir lümpendi, ve dindar bir yahudiydi.
-Selam.
-Selam, gir içeri.
-Banyo yapmam gerek, bir de ayakkabı lazım bana.
-Tamam.
1 aydır yıkanmamıştım ve Levo arkamdan oda spreyini koridora boca etmişti. Üstümdekilerin hepsini bir çöp poşetine attım ve ağzını kapattım, ne olursa olsun bir yahudinin bedduasını üstümde istemezdim, Levo bile olsa. Salona girdiğimde masada bana koyduğu konyak kadehini gösterdi. Kendimi uyuşturmak için hiçbir şey kullanmamıştım bugüne kadar.
-Bana bir ayakkabı ver Levo.
-Ne oldu?
-Ayakkabım yok.
-Onu sormuyorum.
-Biliyorum. Gitmem gerek kullanmadığın bir ayakkabın varsa ver, yoksa çıkıyorum.
-Tamam dur getireyim.
Kapıdan çıkarken bana bir de parfüm vermek istedi, elinde ufak bir cam şişeyle gördüğümde gülmek istedim yüzüne karşı.
-Sana bir şey söylemem gerek Levo.
-Ne?
-…
-Söylemeyecek misin?
-Sanırım hayır. Hoşça kal.
Bir kötülük bir kere yapılmalıydı, ve Etem bana yapmıştı. Levo’nun bunu haketmediğini düşünmedim, yine de kendimle çelişeceğime kendi gözlerimi oyardım. Otogara geldiğimde gece yarısına yaklaşmıştı sanırım, Bir acentaya girdim gözüme ilk çarpan.
-Geyikli’ye bir bilet istiyorum.
-Son otobüsümüzde 1 kişilik yer var ama veremiyoruz, bayan yanı.
-O yeri bana verin, bayana erkek yanı vermeyin o zaman.
-Anlamadım?
-Haklısın. İyi günler.
Ben giderken bekleyen bir kadın gişede duran adama seslendi
-Sorun değil, beyefendiye bileti verebilirsiniz.
-Nasıl isterseniz hanımefendi.
Dönüp kadına bakmadan gişeye yaklaştım ve bileti aldım. Uzun süredir ilk defa para kullandığımı farkettim. Parayla bir alıp veremediğim yoktu, gerek görmemiştim yıllardır ve benim belki de en büyük erdemimdi bu, yine de yüksek sesle kendime söyleyememiştim hiç. Otobüse bindiğimde yerime oturdum ve önümde duran dokunmatik olduğunu düşündüğüm ekranda çıkan yazılara baktım on dakika kadar. Film izlemek fikri beni korkuttu ve kapatma tuşunu arıyordum. Yanımdaki kadının elini gördüm o anda, üstündeki bir tuşa basıp kapatırken bana gülümsüyordu.
-2 gün kaldı, hiçbir filmi anlamaya yetmedi bana…
Yüzündeki gülümseme kaybolmamıştı…