0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
31
Okunma
Keşke seni tanımasaydım, derken aslında;
keşke aynayı kırıp içine bakmasaydım.
Sen bir sır idin, kapalı bir kitap,
ve ben, cümlelerini okudukça kayboldum.
Bir gece vakti yolunu aradım kimsesizde;
ışık sandığım, kendi tenimin ayazıydı belki de.
Uzandım, uzandım, ellerim hep boş kaldı.
Boşluk öğretti bana: Beklemek, varmış gibi durmaktır.
Şimdi içimde bir sessiz divane;
ne kırgın, ne öfkeli, sadece âşık.
Ellerim bağlı, gönlüm açık.
Sensizliğin içinden seni geçiriyorum.
Bitti diyen dilim, düşünen yüreğime yenik.
Kendime kızarım, sana kızamam.
Sevdiğim için suçlarım nefsimi.
Bir mum ki, rüzgârsız da yanar;
dost bildiği pervanenin hayaliyle.
Bu ömür seninle mi sürecek, yoksa senin gölgende mi?
Belki de sen, zaten bendeki gölgemdin;
varlığın yokluğun sınavı.
Çıkarmak değil ki mesele, içinde yaşamak.
Yara değil, iz; yakıcılığı dindiğinde hatıra kalacak olan.
Keşke demek, nefrete değil, aşka izhardır.
Unutulmayacak kadar çok sevmek;
bir ceza değil, bir terbiyedir belki de.
Bir gün “keşke”m “eyvah”a,
“eyvah”ım “elhamdülillah”a dönecek.
Ama şimdi, şu an,
yanıyor kalp çerağım.
Söndürmek değil, yanmayı bilmek gerek.
Nihal, aşkın adı değil, arayışın ta kendisi oldu.
Sen bir bahane, asıl maksut mânâ idi.
Yol oldun, varılmaz menzil oldun.
Ve ben, hâlâ yolda, hâlâ bir “keşke”nin ışığında.