4
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
386
Okunma
Bir ağıtın çığlığında, önce sesi kısılır insanın, bir ezgi çınlarken derinden..kapı eşiği muhabbetleri gibi, tüm eksik söylemleriyle akmak ister, kelimelerinin savrukluğunda ki dudaklarındaki kaosu duymak yürek dili işidir..en tenha yerinde şiirin, ışıkları kapatılmış odalar gibiyim şimdi..
ahh empati ne sahtekar kelimesin sen..tüm zorlamalarıma inat/ loblarımı..odalarca karnıma çekiyorum şimdi dizlerimi ki ağır ağır ilerliyorum içine..
yinede isterdim bilmeni çokça tüm eksilmişliğimle ve yarım kalmışlığımla masum, ellerini tutma gayretimi ki önce kapatıp ağzımı, sonrasız
sus(a)malı belki,
önce sana, sonra hayata..
ve bil ki,
yerim ve yönüm sana dönük, dibinden en tepesine/akşamdan sabaha, bir tek sen kalıyorsun içimde, saçaklardan kurtulan bir zerre gibi, ıslak ve sırılsıklam..
(...)
Aklını
kemirip durduğunda
bağımlılıkların,
yüreğinin aynasında
kırılırken objeler..
ötelemek adına
kendinden,
dağa/taşa/suya
yazıyor,
yarım bir şiir
yaratıyordu
ezberlerin
mısra derinliğinde
kalın bir hece gibi
gizleniyordu hayallerin.
bir masal kentinin
haritası vardı avuçlarında
bir ayna,
b-aktıkça karşılığın gibi.
eksik yüzleşmelerinin.
şiirlerindeki izi
takip ettim,
ışıksız gölgeler gibi
yansırken
doru bir kısrak kadar
belirgindi imgelerin.
yanılmıyorum/ hayır..
kaya kadar sertti
susuşların
ve taş kadar katı
parmak ucu dokunuşlar
arasındaki boşluklar,
yüreğe yakın
yaralar gibi
kabuk kabuk.
ve sen hala
güllere yazıyorsun,
gül mevsiminden
önce
mimoza sarısına
bürünmüş sözler,
çarpıyordu aklının
duvarlarına,
hani dokunsam
incinecek yaprakları,
titreyecek dünya,
aramızdaki zerreyi
küstürmeden
sarılıyorum
ısınmak/sızın..
haklıydın çokça
belki de
bu yüzden
vazgeçtik
saksılardan
ve anlamlarından
çiçeklerin
biliyorum,
kırılan kanadının
ağrısı vardı
kaburga
kemiklerinin
arasında..
ve bil ki
kelimeler/in
soyundukça
hecelere
bir b/aşka kokuyordu
teninde mevsimler.
şiir şiir muhabbet
ederken sen
kendinle,
gördüm...
akarken ırmakların,
ruhunu arıyordun.
arsız astarsız
sorguların
seni tanımlamaya
yetmiyordu..
bir başka dil vardı
kullandığın.
parmak ucu
telaşlarında,
uzaklardan
b/akarken sen,
kulaklarımı
çınlatıyordun
her daim..
seni okumak
ruh ikizi tadında..
kimin içinde veya
kimin dışında
olduğunu bilmeden.
masumca sahiplenmek
parmak uçlarındaki
izleri ki
dil ucundaki
tedirgin ses
buzullarımı eritiyordu..
gördüm..
ne kadar
sırılsıklam olursan,
o kadar damlıyordun
ruhunun saçaklarından.,
birşey vardı biliyordun
aramızda,
adınını koyamadığın.
parmak ucu
telaşlarında,
usulca çıkıyordun
kuytularından.
yüzündeki tebessüm
tutuşşa,
ateşi keşfedecekti
tüm ilkel yanların.
şiir şiir anlatmak,
anlaşılmaya
yetmediğinde,
susmak denilen esrar
tebessüm oluyordu
dudaklarında..
biliyorum,
omuzlarından akarken
güz,
seni bahar açacak ki
aklımın bentlerine
şiirlerinle akıyor,
Araf/ım oluyordun
benim...
bir adım sonran kor ki
tıkanıyorum ben.
yutkunmak/sızın..
ve şimdi,
kelimelerin devrilirken
üzerime,
kırılırken kanatları
meleklerin,
çıplak ayaklı bir Panter’in
yüreğimin üzerinde
dolaşması,
ruhumla dalaşması
gibi
hissediyorum
önce seni,
sonrasız,
su-sar-ken
sana/
sadece sana.
kapılarına
dayanıyorum
ıslağındayım..
örgülü saçların,
oyuncağına küsmüş
bakışlarınla,
çocuk yüreğinle
sev beni ki
ağır mıydı
yüreğinde taşıdığın bulut.
unutuyor muydun yahut
biliyorum,
bu bir zaman sorunu...
etrafımızda
olup biten herşeye
duyarsız kalışımız.
umurumuzda değildi
bedenimizdeki delikler,
sökükler diyorum ben
hiç bir iğnenin
dikmeye yeltenemediği
ve olgunlukla karşıladığımız,
sustuğumuz sonra,
gülüp geçtiğimiz...
bizden uzak
ne kadar çok şey vardı.
üzerine alınır mısın
bilmiyorum ama
üstümde taşıdığım
gök
-yüzünün
derinliklerine
şiirlerimi saklamaktan başka
bir çıkar yol bulamadım..
altımda eridikçe toprak.
yani tutuştukça
su/yun dilimde
içimde/içinde ki
yetebilir miydi
bilemiyorum
hangi anı
hangi anın
doyuma ulaşmamış ruha..
hiç gitmediğim şehirlerde
dumanları tütüyor bacaların
içinden/içimden
deniz geçen şehirlerde
tekneler
hep dalgalara çarpınca
parçalayabiliyor denizi.
dudaklarında
adalar dizilmiş,
ķınalı,
heybeli sonra
cunda da dem tutmuş yalnızlık
gerdanını öpsem ne olurmuş ki
ıslak
derinlerinde/dehlizlerinde
daha önce gidilmemiş
bir yol aradım ben
malumun olsun yok..
ellerinle tutarmıydın
sende ellerimi
zaten sapılmış bir yolda.
yarım kalan biranı döküp
içimize,
yol almaya devam ettik
biliyorsun
hiç bir yere...
(...)