0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
165
Okunma

Postlara oturmuş kurnazlar
Sansar gülüşleriyle şehri ölçerken
Kelebekler, kanatlarını rüzgârla pazarlıyor
Mazlumun gözüne gözyaşı yerine tuz serpiyorlar...
Saatler geri sayıyor ama zaman hiç gelmiyor
Çünkü gölgeler bile rüşvet yemiş
Ve güneş, pencereden rüşvet alıyor
Bulutlar, gökyüzüne tükürerek konuşuyor
Her damla yağmur, bir yalana dönüşüyor...
Bir adam, kravatından sarkmış yalanlar taşıyor
Ve herkes alkışlıyor,
Çünkü alkışlamak akıl yerine geçiyor
Düşünmek suç, susmak erdem olmuş
Ve gözyaşları, timsahın terliği kadar değerli...
Kelebekler çiçeklerin yerine posta taşıyor
Ama çiçekler, arsız bir şekilde
Gökyüzüne dava açıyor
Ve kuşlar, kanatlarını kaybedince
Sadece caddelerde dolaşan ayakkabı oluyor.
Bir çocuk ağlamıyor artık
Çünkü gözyaşı, borsaya girmiş
Ve herkes, merhameti hesap cetvelinde arıyor
Ama hesap tutmuyor,
Çünkü doğruluk kaybolmuş,
Ve yalan, altın rengiyle parlıyor...
Sansar, pusu kurarken
Kendi kuyruğuna basıyor
Ama kimse fark etmiyor
Çünkü herkes, kendi gölgesini yalıyor
Ve şehir, bir dev aynası
Hiçbir şeyi yansıtmıyor,
Sadece yutuyor…
Ama sabah olur, bir çığlık düşer
Kelebekler uçar,
Postlar devrilir
Ve timsahın gözyaşı
Bir yıldız olur gecede...
Zaman, kendi kuyruğunu ısırırken
Adaletin terliği, çürük bir masada sallanır
Ama mazlumun kanadı,
Rüzgârla birleşir
Ve gökyüzüne, hiç tanımadığı bir dilde haykırır,
“Her çığlık, bir devrimdir,
Her gözyaşı, bir isyandır.”
Erol Kekeç/14.11.2025/Sancaktepe/İST