0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
65
Okunma

Görüntü ve Sesin Huzuru
Şimdi bir hüzün var o tavana vuran ışıkta,
Yanık bir kış kokusu, eski bir battaniye.
Yıl doksanlar... Dünya bir sobada çıtırdıyor,
Biz o çıtırtının altında, yorgun ve hürüz.
Ne dert var kapıda, ne de yarın korkusu,
Çünkü bütün ömrümüz o isli boruda gizlidir.
Kahverengi Gözler ve Kayıp Yıllar
O kahverengi perdede saklı kalmış günler,
Dışarıda kar, içimizde kahkahadan bir yel.
Çocukluk; bir kömür torbası kadar ağırdı belki,
Ama her yanışı, bizi sahte hayattan korurdu.
Şimdi ne sobamız var, ne de o huzurlu uykumuz,
O günleri özlemek, şimdi bir ölüme benzer.
Geri Gelmeyen Yıllar ve Hüzün
Tavanlar şimdi soğuk, ışıklar hep beyaz ve net,
Kaybolan çıtırtının sesi, bir daha gelmeyecek.
Sen orda uyuyordun, o masumiyetin mezarıydı orası,
Bilmiyordun ki, en büyük vedayı yaşayacaksın.
90’lar bir rüya oldu, uyandık ve üşüyoruz şimdi,
Keşke o sobanın dumanında kalsaydı her şey, keşke.
Zirveye Vuran Son ve Acı Gerçek
Sobanın içinde yanan o ateşin çıtırtısı...
Senin o yanık çocukluğunu özler insan.
Tavana vuran ışık değil, o bir yeminmiş meğer;
"Bu kadar huzur, bir daha sana nasip olmayacak."
O günleri özlemek, şimdi senin yeni mezarlığın.
Yani;
O duman tüten bacalar, şimdi birer kara boşluk,
Her bir çıtırtı, bir çığlık şimdi, kulakları yırtan.
O giden yıllar değil, içimizdeki biz öldük.
Şimdi anladım, çocukluk bir kez değil, her gün ölen.
Ve en acısı, o ateş, içimizde hâlâ yanıp kavuran...
Sobalar söndü de, ruhumuzdaki köz asla sönmedi.
Bitmeyen bir yası, o tavana vuran gölgede buldum!
Şair: MEZARLIKLAR ŞAİRİ DOĞUŞ KILINÇ