12
Yorum
27
Beğeni
5,0
Puan
187
Okunma
Bizim köyde iki çeşme vardı,
biri kenarda, biri caminin yanı başında.
İkisi de rahmet gibi akardı,
şırıl şırıl, sabırla, sessizce.
Kimse sormazdı “nereden geliyor bu su?” diye,
çünkü rahmetin kaynağı sorulmazdı,
şükrü edilip bakılırdı.
O su, sadece içilmezdi;
toprağa can, ağaca nefes,
kuşa kanat olurdu.
Yerdeki karıncadan gökteki turnaya kadar
her canlı, o sudan bir nasip alırdı.
Çigindirikle taşırdık biz o suyu,
omuzlarımızda yük değil, emanetti.
Bir yanda çocuk gülüşleri,
bir yanda anaların duası...
Her damlasında bir sabır, bir emek, bir hikmet saklıydı.
Çeşmenin başında durmak bile huzurdu.
Su, bize bakar gibi akardı —
ve biz, içmeden doyardık o hikmetine.
Şimdi şu evin içinde,
musluktan akan suya bakıyorum —
ne sesi var o eski günlerin,
ne kokusu, ne duası.
Artık sular ambalajlara hapsolmuş,
etiketinde “doğal” yazıyor ama
doğallık, kalplerden çekilmiş.
Ne rahmet kokuyor, ne de şükür taşınıyor dudaklarda.
Evet, akıyor bizim köyün çeşmeleri,
hala o sabrın, o merhametin diliyle.
Bir dua gibi, bir nefes gibi…
ve ben her hatırlayışımda bilirim ki,
Allah suyla diriltir toprağı,
ve insan, suyun hikmetinde kendini bulur.
5.0
100% (18)