1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
103
Okunma
Munzur’un kıyısında yalnız oturan genç bir kadın vardı. Adı DersimliKiz’di. İnsanlar onu gülüşüyle, direnciyle tanırdı ama kimse yüreğinde taşıdığı kırgınlıkları bilmezdi.
Çünkü o, kırgınlığını kimseye anlatmaz, kelimelerle ifade etmeye çalışmazdı. Ne zaman içine sığmayan bir acı yaşasa, gözlerini dağlara çevirir, sessizce bakardı.
“Eğer bir insan kırgınlığını sessizliğe mahkûm ediyorsa,” derdi kendi kendine,
“ya etrafında anlayacak kimse yoktur,
ya da içindeki acı, hiçbir söze sığmayacak kadar büyüktür…”
DersimliKiz’in suskunluğu işte bu yüzden ağırdı. Çevresinde ne kadar insan olsa da kendini çoğu zaman yalnız hissederdi. Çünkü yüreğinin derinliğini görebilecek gözlere, duygusunu taşıyabilecek kalplere rastlamamıştı.
Munzur’un rüzgârında savrulan saçlarıyla, dağların gölgesinde yürürken, sessizliğiyle konuşurdu. Onu anlayanlar, sözlerinden değil, gözlerinden okurdu.
Ve zamanla, DersimliKiz şunu öğrendi:
Sessizlik bir zayıflık değil, bir çığlıktı.
O çığlık, dağlara, sulara, yıldızlara emanetti.
Bir insan,
yaşadığı kırgınlığı sessizliğe gömüyorsa eğer,
bil ki kalbinin yükü,
kelimelerin taşıyamayacağı kadar ağırdır.
Bazen etrafında anlayan olmaz,
bazen de hiçbir cümle
o acının derinliğini taşıyamaz.
Susar,
çünkü anlatmak faydasızdır.
Susar,
çünkü kırgınlığın adı yoktur.
Ve o sessizlik,
en derin çığlıktan daha gürültülüdür…
5.0
100% (2)