0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
144
Okunma

Bir ömür, dışarıdan bakıldığında sanki uzun bir şenlik gibi görünür: ışıklar, kahkahalar, başarılarla dolu sayfalar… Fakat insan gece odasında tek kaldığında aynaya bakar ve şunu fark eder: asıl hatırladığı şeyler, içinde kavrulduğu anların sıcak izidir. Sevdiğini kaybettiği bir akşam, kalabalığın ortasında yapayalnız kaldığı bir gün, göğsüne saplanan suskun sözler…
Eskiden çiçekler kokardı, rüzgâr serinletirdi; şimdi aynı rüzgârda keskin bir soğukluk var, aynı çiçeklerde solgun bir koku. Çünkü hayat, yaşanan güzellikleri dondurmaz; onları geçip giden bir görüntü gibi saklar, geriye sadece yanıkların kararmış hatırasını bırakır.
İnsan kaç kişiyi sevdiğini, neleri başardığını saymak yerine, kaç kere küle döndüğünü sayar. Bir başarının ardındaki uykusuz geceleri, bir tebessümün ardındaki dişlerini sıkan acıyı, bir “iyi misin?” sorusuna susarak verdiği cevabı… En parlak ışığının, aslında kendisini yavaşça eriten bir alev olduğunu kimse görmez.
Sonunda geriye kalan budur: kaç adım attığından çok, kaç adımda sendelediği; kaç nefes aldığından çok, kaç nefeste tıkandığı… Yaşamak, inceldiğin yerden kopmamak için sürdürdüğün bir direniştir. Ve insan sonunda, hayatının toplamını değil, yanışlarının külleri arasında bulur gerçeği: en derin izi acı bırakır; en kalıcı hatıra, defalarca öldüğü ama sabaha yeniden doğmak zorunda kaldığı anlardır.
Utku Can Güzel’in derin anlamlı sözlerinden biri..
ne kadar,
yaktığını değil de,
ne kadar çok,
yandığını düşünür insan…
ne kadar yaşadığını değil de,
ne kadar çok,
öldüğünü düşünür insan…
Utku Can Güzel