2
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
326
Okunma
Sol göğsünde atan benim,
sakın korkma —
ben, sevginin en kutsal cehennemiyim, Y’.
Üzüntümü nasıl anlatırım sana, Müzeyyen?
Kendi kalbimin içinde kayboluyorum,
gözlerime
alnımdan akan okyanusla yaşlar döküyorum.
Ağzımdan çıkan kelimeler,
kaburgamdaki trenle gökyüzünün eski
bulutlarına kuşlar ekiyor,
biraz tuz, biraz alıç suyuyla yıkanıyor her
biri.
Üzerime düşen tek yıldız,
kirpiklerimin tarlalarında şiir gibi duruyor.
Çorak develerle karşılaşıyorum—
hörgüçleriyle dimdik,
yüzümü, iki dağı taşıyan engebeli
koltuklarında,
yağmurdan düşen süte sürtüyorum.
Burada plajlar var, Y’—
aç insanlara göbekli tepede taklalar
attırıyorlar.
Urfa’da bir lahzanın kalbine koşuyorum.
Ellerim kulaklarım,
gözlerim dudaklarım,
kalbim boynumda atan,
çıplak bir çocuk oyuncağı gibi.
Adının köşesinde uyuyan serenatları,
garnet teknede tutuyorum.
Sallanan tuğla renkli nehirler,
bir kızın sesli şiirlerini örüyor, Tijenli.
Ayrıldığımdan beri kaç dakika geçti
bilmiyorum,
ama üzgünüm.
Mezarına bıraktığım yetimhane
dualarını, sana nasıl anlatacağımı bilmiyorum.
Müzeyyenli-Tijenli,
o duaları açan sessiz hizmetkarlar uğruna
Bizi biraz daha fazla sev, Y’.
Bir suya batmış kimsesiz bir çoraba
ağlamak
gibi,
ayakları olmayan bir çocuğa üzülmek gibi.
Ve daha fazla sev bizi.
Üstümüzden yalpalayarak geçen,
yaşlı ev dolusu insanların,
kemik kırıcı ters ayin fotoğraflarından,
tarihi kalplerimizi açarken,
bizi daha fazla sev.
Sen sevdikçe,
üzüntülerimizi ütülemeyi bıraktım.
Her insan aynasında kendine koşarken,
cesede dönüşüyor elbette;
ama kaç kişilik pasaport, Cezayir’se
diyen,
gerçekten gözyaşı damlası eken insan
sayısı var?
Varsayım ilkesinde, tarihten önce,
rasyonalist düşüncemde,
kendime tutuklama kararı verip,
kalemi kırıp, kalbimi yaktığım yerde,
b e n i ensemden öperek u y a n d ı r.
Sulu gözyaşlarında oturan bendim,
Sen onu “seni çarpan” sandın.
Üzerimizden dokuzuncu göğün
yeri geçti — doğamadık birbirimize.
Batum’da da ağladım;
üçüncüsünde
sen
ağla