0
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
442
Okunma

Bazen böyleyiz..kağıttan uçaklarımız dört bir yanımızdadır... herkeslerimizin ve herşeyimizin düzenlediği bir hava saldırısı... algımız ve can yapraklarımız.. alnımızın ortasındaki o ağacın yapraklarına dokunur.
ordayızdır.
hepimiz...
bir anlam aradığımız
içimizin derinliklerinde...
(...)
biliyor musun,
senin adındaki
ışıktı beni kör yapan.
dokunma,
alışkanlık yapıyorsun.
dokunma.
sonra daha çok acıyor
bütün erken akan sular.
sular acı çeker mi
deme hiç,
sen hiç görmedin mi
çağlayanları.
intiharıdır işte
nice damlanın..
bütün ölümler
seninkine benziyor
değil mi.
atlamak gibi birden
boşluğuna.
içimde bir “kal” var
sana hiç bir zaman
duyurmadığım,
kal ve yaslan.
bir ırmağın
kendini terk edip,
denize gitmesi kadar
sevdalı olsun her şey
yaslan bana!
kırık camlar üzerinde
yürür gibi,
kanar gibi
uzaklaşmak icin
attığın her adımda
canımı yakar gibi.
sadece merak
etmiştim,
yeryüzündeki
denizlerin büyüklüğü
denk midir
göz pınarlarıma düşen
yağmur tanelerine?"
anladım,
yoksun sende
antik bir kentin
yıkıntılarında.
(alının çatından
öptüm demişmiydim.)
sonra ve sırra
avuç açıp,
beklediğim
kışlar geliyor aklıma
küs ve kuş kokan
sabahlara
tutuşan çıraların
isi dağılırdı.
çünkü,
çatlar dudağın önce.
söz kururken dilinde ki
haklıydın,
yağmur halleri vardır
gitme/lerin.
o zaman,
vazgecip kendimden
bir kaplumbağaya
taşınıp,
göç ettim
ellerinden ve dilinden.
dilin ki sivrildiğinde
kınını kesen bir kılıç.
iki büklüm
dizlere dokunan
avuç içleri bilir...
kırılır lut ve yarılır deniz.
köprülerin senindir.
denizin dibinden
geldim ben.
gömülen bir kıta gibi
saçlarına..
(...)