süt kırmızısı// . . . duy b e n i, beni duy, duy Tanrım duy daha henüz tükenmden inancım esir düşmüş tarumar bir ülke yüreğim ritmini yitirmiş nabzım, kayıp soluğum seyrim fersiz, yersiz kadrajım yetersiz kan yazmalı lahitler düşüyor defterime düşüyor yörüngesinde çocuk gülüşleri darağacında tükenirken inancın düşleri duy b e n i, beni duy, duy Tanrım duy daha henüz çocuğum, masalım tepişirken hayasız filler, eziliyor çimenler diziliyor gölgelerinde karıncasal cesetler tut ellerimden, kederlerimden tut Tanrım ya da azat et inancımı zalimlerin yüzüne ardım kusuyor kan, koşuyorum bilinmeze soluyorken süngüsüz, savaşın fahişeliğine duy b e n i, beni duy, duy Tanrım duy daha henüz ağaç olmamış fidanım yağdırıyorken kurşun besmelesiz bulutlar düşüyor çıkmaza insanlık, d’üşüyor kuşlar kırıntısına avuntudur minvalim, can havlim ahvalim pek yaman, aman diliyorum aman tut hevesimden, çiçek açmayan ellerimden düşmeden henüz yüzüm, yüzünden Tanrım.. . . . // aralıkikibinyirmiüç |
Ah, duyar mı Tanrı, bu iniltili çocuk sesini?
Dün, bir reportaj dinledim kuzey Gazze'den doğuya sığınan bir anneden.
Diyor ki: kızım bomba sesleri duyduğunda öyle çok korkuyor ki, hep ona sarılmamı istiyor. Oysa ben ondan daha çok korkuyorum; ama ondan daha çok korktuğumu, söyleyemiyorum...
İşte böyle insanlığın ahvali, işte böyle...
Selam ve saygımla.