Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
47. Bölüm

3: Kral Karmen'in Rüyası (M.Ö. 3099)

41 Okuyucu
1 Beğeni
0 Yorum
Bölüm 3: Kral Karmen'in Rüyası (M.Ö. 3099)

Gece, sarayın yüksek pencerelerinden içeri ağır ağır sızıyordu. Karmen, uykuya dalarken içinde tuhaf bir huzursuzluk hissetti. Ve sonra rüya başladı.
Karmen, uykusundan terler içinde uyandı. O ürkütücü rüyanın ağırlığı altında ezilmiş bir halde yataktan kalktı. Göğsü sıkışmış, kalbi hâlâ deli gibi çarpıyor, zihninde o felaket sahneleri dönüp duruyordu. Gördüğü görüntüler öylesine gerçekti ki hâlâ kulaklarında çocuk ağlamaları, dağların çöküşü, denizlerin uğultusu yankılanıyordu. Sabahın ilk ışıkları odasına sızarken, kararını verdi: Bu rüya sıradan bir düş olamazdı. Bir uyarı, bir işaret gibiydi. Derhal muhafızlarına seslendi:
“Bana kahinleri çağırın. Hemen, şimdi!”

Kısa süre sonra, sarayın geniş taş salonunda kahinler bir araya geldiler.
Karmen:
"Ey kahinler, eğer rüya yorumluyorsanız benim bu rüyamı çözüverin."

En yaşlı olanı, bastonunu yere tıklatarak söze başladı:
“Ey Kral Karmen, gece gördüğün rüyaları bize anlat. Biz rüyanı duymadan yorum yapamayız. Ne gördün, ne işittin?”

3.1. RÜYA

Karmen ağır adımlarla tahtına oturdu. Gözleri hâlâ uzaklara dalıyordu. Bir süre sustu, sonra yavaşça konuşmaya başladı:
“Bir çocuk gördüm… Pencerenin önünde durmuştu. Babasını bekliyordu. Babası her akşam ona çikolata getirirmiş. Ama bu kez kapı açılmadı. Çocuk bekledi, bekledi, ama babası hiç gelmedi.”

Kahinler sessizce dinliyordu.
Karmen devam etti:
“Sonra bir adam gördüm. Sevdiği kadının ellerini tutuyordu. ‘Sonsuza dek seveceğim’ dedi. Kadın gülümsedi. Ama birden her şey kayboldu. O gülüş, o sözler, hepsi kül oldu.”

Karmen’in sesi titredi.
“Bir genç daha gördüm. Duvarında yıldız resimleri vardı. ‘Göğe çıkacağım’ diyordu. Yıldızlara ulaşmak istiyordu. Ama gökyüzü bir tomar kâğıt gibi dürülüp kayboldu. Hiçbir gezegen ve hiçbir yıldız kalmadı. Hiçbir ışık…”

Tahtta doğruldu, yumruğunu dizine vurdu:
“Bir anne, kucağında bebeğiyle ninni söylüyordu. Derken gökyüzü bir anda karardı. Güneş, sanki bir el tarafından söndürülmüş gibi ışığını kaybetti. Soğuk, sessiz bir boşluk dünyayı kapladı. İnsanlar korku içinde göğe bakarken, güneş ve ay tuhaf bir şekilde birleşti. Gökyüzünde parlak bir yırtık belirdi.

Karmen ayakta sallanarak konuşmaya devam etti:
“Anneler bebeklerini yere bırakıp kaçıyordu. Kaçacak bir yer yoktu. Yer yarılıyor, dağlar un gibi savruluyordu. Denizler kabarıyor, şehirler yıkılıyor, okyanuslar taşarak kaynıyordu. İnsanlar panik içinde koşuyor, ama hiçbir yere sığınamıyordu.”

Karmen’in sesi çatallandı:
“Yeryüzü titremeye başladı. Toprak yarılınca, dağlar çökünce, gökyüzü paramparça olunca... Bebeğin ağlama sesi kayboldu. Sarsıntılar o kadar şiddetliydi ki, dağlar yerinden sökülüp savrulan yün gibi dağılmaya başladı. Dağlar paramparça olurken, denizler taşarken...”

Karmen nefes alıp boğuk bir ses tonuyla devam etti:
Bir grup insan, “Biz bundan habersizdik” bazıları da “Hayır, bizi uyarmışlardı?”, diye haykırıyordu. Başkaları “Kaçacak yer neresi?” diyerek dehşet içinde birbirine sarılıyordu. Ama kimse ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu.

Kahinler derin sessizlik içinde oturuyorlardı. Karmen’in sesi, taş salonda yankılanırken herkesin kalbinde görünmez bir ağırlık oluşmuştu. Rüyanın karanlık sahneleri sanki onların da gözlerinin önünde canlanmıştı.

Sonunda sesi fısıltıya dönüştü:
“Ve bütün bu hengâme içinde… hâlâ pencerenin önünde duran o küçük çocuk vardı. Babasını bekliyordu. Ama o baba hiç gelmedi. Sonra çığlıklar sustu. Her şey karanlıkta kayboldu.”

3.2. KAHİNLERİN YORUMU

Karmen sustu. En yaşlı kahin, bastonuna daha sıkı sarıldı. Ellerinin titrediği fark edildi; bu titreme sadece yaşlılığından değil, anlatılanların büyüklüğünden kaynaklanıyordu. Dudakları kurudu, gözleri nemlendi. O, ömrü boyunca yüzlerce rüya dinlemişti ama böylesini hiç işitmemişti. İçinden, “Bu, sıradan bir kralın gördüğü sıradan bir düş değil. Bu, çağlara seslenen bir işarettir.” diye geçirdi.

Genç kahinlerden biri, dizlerinin üzerinde hafifçe öne eğildi. Kalbi gürültülü bir davul gibi çarpıyordu. Karmen’in sözleriyle birlikte gözünde o ağlayan çocuğu, yıkılan dağları, karanlık göğü gördü. İçinde tuhaf bir ürperti yükseldi. Bir an, gözlerini kapatıp “Keşke duymasaydım” diye düşündü. Ama sonra, aynı sahneler ona garip bir umut fısıldadı: “Belki de bu yıkım, yeniden doğuşun habercisidir.”

Orta yaşlı kahinlerden biri, ellerini dizlerine bastırıp doğruldu. Yüzünde hem korku hem de hayranlık vardı. İçinden, “Bu, yalnızca yok oluş değil, bir çağrı. İnsanlara gökyüzünü işaret eden bir çağrı” diye geçirdi. Rüya, onları ürkütmekle kalmıyor; aynı zamanda bir görev yüklüyordu.
Salonun havası ağırlaştı. Kahinler nefes almakta zorlanır gibi oldular. Taş duvarların arasında bir uğultu vardı; sanki Karmen’in anlattığı rüyanın yankısı hâlâ dolaşıyordu.

En yaşlı kahin başını kaldırdı, gözleri Karmen’in gözleriyle buluştu. İçinde hem korkunun hem de büyük bir saygının izleri vardı. Çünkü biliyordu ki, bu rüya yalnızca kralın gördüğü bir düş değil, bütün bir insanlığın yazgısına dokunan bir işaretti.

Salonun taş duvarlarına sadece nefeslerin uğultusu çarpıyordu. Kahinler göz göze geldi. En yaşlı olanı başını eğerek konuştu:
“Şimdi rüyanı işittik, Kral'ım. Yorumunu yapma sırası bizde.”

En yaşlı kahin, bastonunu yere vurdu. Yüzünde gölgelere karışan bir ciddiyet vardı:
“Ey Kral Karmen… Rüyan büyük bir işaret taşır. Çocuğun beklediği ama gelmeyen baba, insanlığın geleceğe olan güvenidir. İnsan her zaman ‘yarın da böyle olacak’ der. Ama gün gelir, yarın gelmez. Çikolatanın hışırtısı gibi tatlı alışkanlıklar bir anda yok olur. Bu bize şunu söyler: Dünya, bizim sandığımız gibi ebedî değildir.”

Başka bir yaşlı kahin aynı sahneyi yorumladı:
“Ey Kral'ım… Gördüğün çocuk, insanlığın masumiyetini simgeler. O çocuk, babasını bekler ama beklenen gelmez. Bu, insanlığın göğe bakıp umut aramasıdır. İnsanlar yıldızlara, tanrılara yahut kurtarıcılara bakar ama beklenen kurtuluş gelmez. Çünkü kurtarıcı dışarıdan değil, içeriden doğacaktır. O çocuğun bekleyişi, bize zamanımızın sınırlı olduğunu hatırlatıyor.”

Genç kahin öne eğildi, sesi titrek ama inançlıydı:
“Dağların parçalanması, denizlerin taşması… bunlar dünyanın kendisinin de bir ömrü olduğunu söylüyor bize. Hiçbir dağ sonsuz değil, hiçbir deniz ebedî değil. Ey Kral'ım, bu rüya bize şunu fısıldıyor: İnsan, yalnızca yeryüzüne bağlı kalırsa yok oluşa mahkûmdur. Biz yıldızlara gitmeyi öğrenmezsek, bir gün dünya bizi mezarı gibi içine çekecek.”

Bir başka kahin söze karıştı:
“Âşıkların birbirine ettiği yeminler, gençlerin yıldızlara bakarak kurduğu hayaller… bunlar da rüyanda kül olmuş. Bu, yeryüzünün bir gün insanlara dar geleceğinin işaretidir. İnsan sadece toprağa bağlı kalırsa, sonunda bütün sevgilerini, bütün hayallerini yitirecek. Çünkü toprak tükenir.”

Orta yaşlı kahin, gözlerini kısmış, derin bir saygıyla Karmen’e bakıyordu. Sesi diğerlerinden daha sakindi:
“Bence bu rüya, yalnızca bir felaket haberi değil, aynı zamanda bir çağrıdır. İnsanlık karanlığa gömülmesin diye göğe çıkmalı, yıldızlara yol bulmalıdır. Bir genç göğe çıkmayı hayal ediyordu, sen de bunu gördün Kral'ım. Bu hayal, yalnızca onun değil, tüm insanlığın yoludur. Bir gün gökyüzü bize kapansa bile, onu yeniden aralamayı bilmeliyiz. Yoksa anneler çocuklarını koruyamayacak, aşklar yarım kalacak, şehirler yıkılacaktır.”

En genç kahin, biraz çekinerek konuştu:
“Kral'ım… Belki de bu rüya bize ‘Göğe çıkın’ diyor. İnsan, yalnızca yerde kalırsa sonu felaket olur. Güneş sönebilir, dağlar çöker, denizler taşar. Ama göğe çıkanlar… onlar kurtulur. Belki bir gün insanlar, sadece bu topraklarda değil, gökyüzünde, yıldızların arasında da yaşayacak.”

Yaşlı kahin, genç olanın sözlerini başıyla onayladı:
“Evet. Bu rüya, sadece korku değildir. Uyarıdır. Tıpkı gökteki kartalların, yükselmek için rüzgârı beklemesi gibi, biz de yükselmeliyiz. İnsanlığın ömrü, yerde sınırlıdır. Ama göğe çıkarsak, yeni topraklar bulursak… insanlığın ömrü uzar. Yoksa o çocuk gibi, herkes bekler durur. Ve o baba hiçbir zaman dönmez.”

Salonda derin bir sessizlik oldu. Kahinler başlarını eğdiler. En yaşlı olanı tekrar konuştu, sesi bu kez ağır bir vasiyet gibi yankılandı:
“Ey Kral Karmen… Bu rüya bize, dünyanın sonlu, gökyüzünün ise sınırsız olduğunu söylüyor. İnsanlığın yazgısı, yalnızca bu topraklarda değil, göklere uzanmakta gizli. Eğer göğe çıkmazsak, rüyandaki o karanlık gerçek olacak. Ama göğe çıkarsak, çocuklar babalarını beklemek zorunda kalmayacak. İşte, rüyanın bize bıraktığı sorumluluk budur.”

Kahinin sesi salonu doldurdu:
“Ey Kral Karmen… Rüyanın hükmü şudur: Eğer insan yalnızca bu dünyaya bağlanırsa, sonu karanlıktır. Ama göklere yönelirse, yeni bir kader yazılır. İnsanlığın kurtuluşu, gökyüzündedir.”

Karmen, tahtında doğruldu. Kahinlerin söylediklerini dikkatle dinlemişti. Her biri farklı bir hakikate dokunmuştu ama ortada bir bütünlük yoktu. Karmen, gözlerini kahinlerin üzerinden çekmeden, derin bir nefes aldı. Gözleriyle hepsini süzdü, sesi taş duvarlarda sert bir yankı bıraktı:
“Her biriniz farklı bir şey söylediniz. Çocuğun masumiyetinden, dağların yıkılışına, yıldızlara yolculuğa kadar türlü yorumlar getirdiniz. Ama ben tek bir Kral'ım, önümde tek bir yol olmalı. Şimdi size emrediyorum: Aranızda tartışın, konuşun, birbirinizin sözlerini çürütmeyin, birleştirin. Bana tek bir açıklama getirin. Çünkü rüya bir taneydi, yorumu da bir olmalı.”

Salonda derin bir sessizlik oldu. Kahinler birbirlerine baktılar. Genç olan, çekingen bir edayla söze girdi:
“Belki de hakikat, her birimizin sözünün bir parçasıdır. Çocuk, insanlığın umut ve bekleyişini simgeliyor. Dağların yıkılışı, dünyanın geçiciliğini… Yıldızlara çıkma arzusu ise kurtuluş yolunu.”

Orta yaşlı kahin başını salladı:
“Evet, belki de rüya bir mozaik gibi. Her parça tek başına eksik, ama birleşince resim tamamlanıyor.”

En yaşlı başkahin Kayafa bastonunu yere vurdu. Yüzünde derin bir ciddiyet vardı:
“Öyleyse tek açıklama şudur, Kral'ım: Dünya bize emanet bir yurt, ama sonsuz değil. Bir gün dağlar dağılacak, denizler taşacak, güneş sönüp gökyüzü yırtılacak. O yüzden insanlığın kurtuluşu, yeryüzüne zincirlenmekte değil, göğe kanat açmaktadır. Çocuk, bekleyen insanlığı temsil ediyor. Babasının gelmemesi, kurtuluşun dışarıdan değil, kendi çabamızla geleceğini anlatıyor. Yani rüya bize şunu emrediyor: İnsanlık birleşmeli ve göğe çıkmalıdır. Bu, yalnızca felaketin haberi değil, bir çağrıdır.”

Kahinler hep bir ağızdan eğilerek eklediler:
“Tek açıklamamız budur, Kral'ım. Rüya, göğe yol aramamız gerektiğini söylüyor.”

"Bu rüya, bir uyarıdır," dedi Karmen. "Biz, bu dünyanın sınırlarını aşmalıyız. Yoksa sonu gelebilir. Bu rüya, bizim kaderimizin, sadece bir gezegene bağlı olmaması gerektiğin söylüyor."

Kahinler, onun sözlerinin derinliği karşısında dehşete düştüler. Karmen, tahtına geri oturdu:
“Şimdi gidin.
Ve bu rüyayı, bu tabiri halka anlatın. Dünya yok olabilir. Ama gökler hâlâ cesur olanları çağırıyor. Göğe ve ötesine çıkmak için çare aramak, artık yalnızca bir kralın değil, her insanın görevidir.
Yeni dünyalara gitmek, orada da barış ve adaletle yaşamak zorundayız.
Bizi doğuran Dünya korunmak ister. Gelişme ile yıkım arasındaki ince çizgide yürürken, doğayla uyumlu kalmalıyız.
Bu dünya bize yalnızca barınak olmadı. O bize bir görev verdi.
Bitkiler kök saldı, hayvanlar yürüdü. Ama biz… biz yıldızlara bakmayı öğrendik. Çünkü biz, canlılığın elçileriyiz.
Her yeni tür, doğal dengeyi sınadı. Biz ise, dengeyi hem kuran hem de bozan olduk. Bu büyük bir risk… ama evren, en büyük ödülleri hep en büyük risklerin ardına saklar.
Şimdi size soruyorum:
Bu görevi hatırlayacak mıyız?”

3.3. ELÇİLERİN DAVETİ

Kahinler gittikten sonra Karmen uzun bir süre sessiz kaldı. Tahtında oturuyor, gözleri yerde, zihni uzaklarda dolaşıyordu. Salonun taş kapıları kapanınca, geriye sadece kral ve en yakın adamları kaldı.

Karmen, vezirine dönerek buyurdu:
“Derhal elçileri çağırın. Afrika’nın dört bir yanına mesajlar götürecekler. Kuzeyden güneye, doğudan batıya bütün bilginler, sihirbazlar, ustalar, gökleri gözleyenler ve demir dövenler buraya, kayıtlar salonuna gelecekler. Onlara bütün maddi imkanlarımızı sunacağız. Kayıtlar salonundaki her bilgiyi okuyacak, onları birleştirip yeni sırlar çıkaracaklar. Çünkü artık tek bir krallığın değil, bütün yeryüzünün ve gökyüzünün geleceğiyle meşgulüz.”

Vezir Zekhutem, kralın kararlılığını hissederek başını eğdi:
“Buyruk senindir, ey Karmen.”

...

3.4. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Sahara (bir süre sessiz kaldıktan sonra):
“Nil-7… Karmen’in rüyasını dinlerken içim buz kesti. Sanki o karanlık sahneleri ben de gördüm. Çocuğun bekleyişi… hâlâ gözümün önünden gitmiyor.”

Nil-7:
“Benim devrelerim bile bir an titredi. Normalde düşlere kulak asmam. Ama bu… sıradan bir uyku oyunu değildi. Kod gibi işledi zihnime: Dünya sonlu, gökler sonsuz.”

Sahara (hafif gülümseyerek):
“Evet… Kral, elçileri göndereceğini söyledi. Bütün bilginler, ustalar, göğe bakanlar bir araya gelecekmiş. Sence gerçekten işe yarar mı? Yani… biz gerçekten göğe çıkabilir miyiz?”

Nil-7:
“Sahara, insanlık ateşi yakmayı başardıysa… göğe de yol bulur. Zor kısmı, birbirinizi yemeden bunu yapabilmeniz.”

Sahara:
“İnsanların kavgası hiç bitmez. Ama belki bu kez… rüya hepimize ders olur. Belki ilk kez aynı yönde yürürüz.”

Nil-7:
“Benim görevim hesap yapmak, ihtimalleri tartmak. Ama bazen ihtimallerin dışında da bir şey var. Karmen’in rüyası bana onu hatırlattı. Belki… umut dediğiniz şey o.”

Sahara (düşünceli bir şekilde):
“Öyleyse… umutla başlıyoruz. Ama gerisi çalışmak. Çok çalışmak.”

Nil-7:
“Ve cesaret. Çünkü yıldızlara gitmek, sadece bilgi değil, yürek de ister.”
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL