SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Bölüm 29: Otomatik Dokuma Devri (M.Ö. 3073) 29.1. Sabah Kahvaltısı ve Dokumacı Kızlar
Güneş henüz doğarken, küçük taş evin mutfağında hafif bir sıcaklık vardı. Dokumacı annesi, kızlarıyla birlikte kahvaltı hazırlıyordu. Masada taze ekmek, biraz peynir, hurma ve sıcak bitki çayı vardı.
İra ve Mira, daha önce atölyeye gitmiş olmanın rahatlığıyla masada gülüşüp sohbet ediyorlardı:
“Geçen sefer ipleri yanlış bağlamıştım, bugün daha iyi yapacağım!” dedi Mira.
En küçük kız Nila ise ilk kez atölyeye gidecek olmanın heyecanını taşıyordu:
“Ben de doğru dokuma yapabilir miyim acaba?” diye fısıldadı birisi, gözleri parlayarak.
Anneleri hafifçe gülümsedi:
“Hata yapmak normal, kızlar. Önemli olan ipleri söküp tekrar denemeyi bilmeniz.”
Kahvaltıdan sonra kızlar ellerini yıkayıp, annelerinin rehberliğinde İra, Mira ve Nila, heyecanla atölyeye yöneldiler. Bugün bazıları ilk kez dokumaya başlayacaktı; bazıları ise geçen haftadan öğrendiklerini tekrar etmeyi sabırsızlıkla bekliyordu.
Tahta kapılar açılırken, ipliklerin rengarenk görüntüsü ve dokuma tezgâhlarının ahşap kokusu onları karşıladı.
Bazıları ipleri ve tezgâhları tanıdığı için heyecanla etrafı incelerken, Nila ilk gördüğü iplikleri merakla yokluyordu.
Atölyede, anneleri Tira ağır adımlarla dokuma tezgâhının yanına yaklaştı.
“Bugün hepimiz öğreneceğiz. Sabırla, dikkatle ve keyifle.”
Önce ipleri gösterdi derin bir nefes aldı::
“Bunlar çözgü iplikleri,” dedi Tira, parmağıyla dikey gerilmiş ipleri işaret ederek. ”Tezgâhın üstünden aşağıya doğru uzanan ipler bunlar. Kumaşın iskeleti onlar. Her atkı ipliği, yani yatay iplik, bu çözgü ipliklerinin arasından geçerek kumaşı oluşturur.”
İra dikkatle dinledi, parmağını iplerin üzerinden geçirdi, bazı ipler birbirine karışmıştı. İra merakla sordu:
“Anne, ya yanlış geçerse?”
Tira gülümsedi ve ipleri çözerek gösterdi:
“Bakın, hata yaptığımızda pes etmiyoruz. Bu ipleri söküyoruz, hatanın başladığı noktadan tekrar başlıyoruz. Sabırla ve dikkatle çalışırsanız ipler düzgün bir şekilde birbirine geçer.”
Nila sabırsızlandı, ipleri bir çırpıda geçirmeye çalıştı. Atkı ipliği bir anda düzensiz bir şekilde çözgü ipliklerinin arasına dolandı. Tira derin bir nefes aldı, ama kızının elini nazikçe tuttu:
“Nila, acele etme. Kumaşın ritmini hisset, ipleri dikkatle geçir. Her atkı ipliği bir öncekinin devamı gibi olmalı.”
Zaman ilerledikçe, kızlar hata yaptıkça ipleri çözdüler, yeniden bağladılar ve yeniden geçirdiler. Tira’nın sabrı ve anlatımı sayesinde ipler yavaş yavaş doğru sırayla birbirine karışmaya başladı.
Mira sonunda kendi atkı ipliğini geçirdiğinde Tira göz kırptı:
“Bak, işte böyle. Hatalar var, evet, ama öğreniyorsunuz. İşte dokuma bu: sabır, dikkat ve biraz da sevgi.”
Küçük Nila heyecanla elini kaldırdı:
“Anne, bak! Ben yaptım!”
Tira tebessümle onu izledi:
“Evet tatlım, yaptın. Ama unutmayın, her iplik bir adım, her adım bir öğrenme. Bugün hatalarımız olacak, ama yarın daha düzgün dokuyacağız.”
Atölyedeki sabah, iplerin ritmi ve annelerinin sesiyle dolarken, kızlar her atkı ipliğinde hem kumaşı hem de sabrı öğreniyordu.
29.2. Sabni'nin Dokuma Atölyesi Ziyareti
Yıllar böyle akıp gitmiş, Tira üç kızına sabrın, gözüne bakmanın, elinin ritmini öğretmişti. Artık İra, Mira ve küçük Nila tezgâh başında hata yapmadan dokuyor, yanlış bir atkı ipliğini görür görmez soğukkanlılıkla söküp yeniden örüyorlardı. Tira her öğleden sonra onlara bakarken içi rahatlıyordu: ”Ellerin ritmini öğrendiniz,” der, ”bugünkü hatalar yarının düz dokularıdır.”
O sabah da atölye, güneşin eğik ışıklarıyla doluydu. Tira, tezgâhın başında kızlarına ipliği nasıl gergin tutacaklarını gösterirken kapıdan bir kaç tıklama sesi duyuldu. Kızların ipliklerinin hışırtısı kısa bir susuşa bıraktı yerini. Anne Tira toparlanıp kapıya doğru yürüdü.
Kapı aralandı. Üç adam göründü. Ortadaki, yüzünden sadece öğrenmeye değil, düşündürmeye de alışkın olduğu anlaşılan, sakallı biriydi. Yanındaki iki genç ise belli ki çırağıydı; gözleri merakla atölyeyi tarıyor ama ellerini dizlerinin önünde bağlı tutuyorlardı.
Adam saygıyla eğildi: “Ben Sabni,” dedi, ”Kral Karmen’in başmühendisiyim. Bu ikisi de öğrencilerim; Horem ve Kebi. Kral’ın emriyle yeni bir makine üzerinde çalışıyoruz.”
Tira kapının önünden çekildi. ”Demek Kralın adamlarısınız öyleyse gelin,” dedi.
Sabni, Horem ve Kebi içeriye girip odanın ortasında durdular.
Sabni, tezgâhın yanına yaklaşmadan, uzaktan ipliklere baktı.
“Kral, otomatik bir dokuma makinesi yapılmasını istiyor. Elle dokumanın hareketini, düzenini, ritmini çarklara öğretmemizi emretti. Ama ben... bilmediğim bir şeyin makinesini yapmam. İpliğin huyunu, dokuma yöntemlerini ve desen vermeyi öğrenmek istiyorum.”
Tira sessizce kızlarına baktı; Mira’nın gözleri merakla büyümüştü, Nila’nın parmakları ipliğe dolanmıştı. Kadın, sonra tekrar konuklarına döndü.
“Bu tezgâh sır saklar, Sabni. Her ilmek, elin niyetini taşır. Çarklara sabrı öğretebilir misin?”
Sabni hafifçe başını eğdi, ”Sabrı değil, düzeni öğretmek istiyoruz,” dedi. ”Ama düzeni anlamak için önce sabrı görmek gerekir. Bunun için buradayız.”
Tira’nın gözlerinde kısa bir düşünce parladı. Sonra başıyla onayladı.
“Peki. Ama burada her şeyin bir sırası vardır. Önce gözle bakılır, sonra sorulur. Dokunmak için izin alınır.”
Sabni hemen döndü, arkasındaki gençlere baktı.
“Horem, Kebi. Duyduğunuz gibi. Gözle bakacağız, eller susacak.”
İki çırak bir ağızdan başlarını eğdi.
“Emredersiniz, usta.”
Tira hafifçe gülümsedi. ”O hâlde yer bulun. İlk derste yalnızca gözlerinizi kullanacaksınız. Dokumayı izleyin; çünkü ipliği anlamak, sabrı okumaktan geçer.”
Üç adam, tezgahların kenarındaki tahta taburelere oturdu. Tira yeniden tezgâhına döndü, kızlarına işaret etti:
Tezgâhın sesi tekrar yükseldi: tak-tak, çek, tak-tak... Sabni ve çırakları büyülenmiş gibi izliyordu. Her atkı ipliği arasında düzenli bir ritim, her harekette fark edilmeden geçen bir bilgelik vardı.
Sabni içinden, neredeyse fısıltı gibi bir şey söyledi:
“İnsan eli... evrenin ilk makinesi.”
İra duymuştu. Ama sadece gülümsedi.
29.3. Tezgâhın Sırrı
Atölyede ipliklerin sesi yankılanırken, Sabni’nin gözleri bir an bile Tira’nın ellerinden ayrılmadı. Kadının parmakları iplerin arasından geçiyor, mekik bir sağa bir sola kayarken kumaşın deseni yavaş yavaş beliriyordu. Sanki elleri konuşuyor, iplikler cevap veriyordu. İlk gün sadece izleyerek bitti.
Ertesi gün Tira başını kaldırdı, Sabni’nin dikkatli bakışlarını fark etti. “Yalnızca izlemekle olmaz,” dedi. ”Tezgâhın dilini öğrenmek istiyorsan, ipliği eline alman gerekir.”
Sabni şaşırdı. ”Ben... izinli miyim?”
Tira gülümsedi. ”Sana şimdi izin veriyorum. Otur.”
Sabni, ahşap tezgâhın önüne geçti. Ellerini ipliğe uzatırken çekingen davrandı. Tira arkasında durdu, sessizce onun ellerini yönlendirdi.
“Çözgü iplikleri dikeydir,” dedi Tira, ipliklerin arasına parmağını sokarak.
“Atkı ipliği yatay geçer. Ama unutma; ipliklerin altından ve üstünden geçerken, her seferinde biri yer değiştirir. İşte o hareket, kumaşın kalbidir.”
Sabni başını eğdi, dikkatle ipliği geçirdi.
İlk seferde iplik karıştı, bir düğüm oluştu. Horem hemen ileri atıldı ama Tira eliyle durdurdu. “Hayır, dokunma. Kendi hatasını kendi görsün.”
Sabni düğümü çözmeye çalıştı, ipliği çekti ama fazla gergin tutunca bir çözgü koptu. Tira derin bir nefes aldı, ama yüzü sertleşmedi.
“Gördün mü? İşte sabır burada başlar,” dedi. ”Makinen fazla gergin tutarsa, iplerini koparır.”
Sabni ellerini yavaşlattı. İkinci denemesinde ipliği nazikçe geçirdi, mekiği uzattı. Ahşap sesleri birbirine karıştı (tak, çek, tak...) Tezgâh, sanki onu kabul etmişti.
Tira başını salladı. ”İşte şimdi oldu. Bak, iplikler birbirine küs değil artık. Uyumu buldular.”
Sabni sessizce dokuduğu kumaşa baktı, sonra Tira’ya döndü.
“Bu hareketi makine tekrar edilebilir,” dedi düşünceli bir sesle. ”Eğer her çözgünün yerini bir dişliye denk getirirsek...”
Tira hafifçe gülümsedi, ”İplikleri saymaya kalkma Sabni. Onlar sayılmak için değil, hissedilmek için var.”
Sabni derin bir nefes aldı. ”Ama belki de tek tek hissetme yerine makine çözgü ve atkı arasından bir hamlede bir ip fırlatıp geçirebilir. Hayır en iyisi bir pedala basar, çözgü iplerinin yarısı yukarı, yarısı aşağı hareket eder. Bir sıra bir hamlede dokunur. ”
Kadın onun gözlerine baktı; ne alay ne küçümseme vardı o bakışta, sadece sessiz bir merak. “Belki bir gün,” dedi, ”ama önce şu kumaşı bitirelim.”
Tezgâhın sesi yeniden başladı. Bu kez iki el; biri zanaatkârın, biri mühendisin, aynı ritimde hareket ediyordu. Ve o anda, gelecekte doğacak otomatik dokuma makinesinin ilk adımı atılmıştı.
29.4. Atölyede Gelen İlham
Sabni, Tira’nın tezgâhındaki çözgü ve atkı ipliklerinin hareketini dikkatle izledikten sonra kâğıdına çizimler yapıyordu. Yanında öğrencileri Horem ve Kebi de duruyordu.
“Bakın,” dedi Sabni, parmağını çözgü ipliklerinin üstünden geçirdi. ”Tira parmağıyla çözgünün bir kısmını yukarı, bir kısmını aşağı açıyor. Atkıyı o açıklıktan geçiriyor. Eğer bu hareketi tek bir kol ile tekrar edersek, her sıra bir hamlede dokunmuş olur.”
Horem kaşlarını çatarak sordu: ”Ama tek kol, tüm çözgüyü nasıl kaldıracak? Bazı ipler geriliyor, bazıları sarkıyor. Gerilim farklı.”
Kebi hemen ekledi: ”Belki kolun ucunda küçük ‘ayırıcılar’ olabilir. Her hamlede hangi iplerin yukarı, hangilerinin aşağı gideceğini mekanik olarak ayırır.”
Sabni başını salladı: ”Evet, işte tam da bu noktada çözgü ve atkının ritmini anlamamız gerekiyor. Tira’nın parmakları ve pedalı, bu ritmi bize gösterdi. Şimdi bizim makinemiz, bu ritmi kollar ve dişlilerle taklit edecek.”
Horem bir hamle yaptı, bir çubukla ipleri yukarı aşağı hareket ettirir gibi gösterdi: ”Şu kol tüm sıraları açıp kapayacak, atkıyı fırlatacak. Sonra geri gelecek ve bir sonraki sıraya geçecek. Ama her hamle doğru sıralamada olmalı, aksi takdirde desen bozulur.”
Kebi not aldı: ”O zaman her kolun hareketi bir sıra demek. Makinenin hızını artırmak için birden fazla kol düşünebiliriz, ama önce tek kolu kusursuz yapmalıyız.”
Sabni, çizimlerini işaret ederek başını salladı: ”İşte plan bu. Bugün Tira’dan öğrendiklerimiz sadece iplerin nasıl geçtiği değil; sabrın ve ritmin kendisi. Makine, sadece mekanik bir kopya değil, dokumanın ruhunu da taşımalı.”
Horem ve Kebi sessizce başlarını salladılar. Atölyedeki iplerin kokusu, tahtaların gıcırtısı ve Tira’nın sabırlı sesi hâlâ kulaklarındaydı. Her biri bir sonraki hamleyi, bir sonraki çizgiyi hayal ederken gözlerinde küçük bir parıltı belirdi: Bir gün bu makineyi gerçekten hayata geçireceklerdi.
29.5. Prototip Makinenin Yapımı
Sabni atölyede kolları sıvadı, Horem ve Kebi yanındaydı. Tahta ve basit mekanik parçaları, tekerlekleri, çubukları ve ip geçirme düzeneklerini bir araya getirmeye başladılar.
“Her çözgü ve atkıyı tek bir hamlede geçirecek bir kol tasarlamalıyız,” dedi Sabni, çizim tahtasına hızlıca eskizler yaparken. ”Kol, sırayı takip etmeli ve ipleri karıştırmadan geçirmeli. Bir hata bütün kumaşı bozabilir.”
Horem bir çubuğu uygun boyutta kesti, Kebi ise küçük tahta dişlileri yerleştirdi. Sabni her parçayı dikkatle monte ediyor, kol hareketlerini prova ediyordu:
“Bakın, kol bir hamlede bir sıra ipliği atıyor. Ama önce ritmi ve iplerin yönünü doğru hesaplamalıyız. Aksi halde atkı ipi çözgüye takılır.”
Saatler boyunca tahta parçalar kesildi, delikler açıldı, çubuklar birbirine bağlandı. Her hata Sabni’yi ve çırakları tekrar başa döndürüyordu. Sabni sabırlı ama kararlıydı:
“Yapabiliriz. Her hamlede tek sıra, tek atkı. Basit gibi görünüyor ama mekanik hassasiyet çok önemli.”
Akşam üzeri, prototip tamamlandığında üçü de terlemiş ama gülüyordu. Küçük bir ip getirip denemek için hazırlık yaptılar: kol hareket etti, atkı ipliği çözgü iplikleri arasından sorunsuz geçti.
“İşte! İlk hamle başarılı!” dedi Horem. Kebi gözlerini parlatırken, Sabni prototipe hafifçe dokundu: ”Henüz mükemmel değil, ama çalışıyor. Şimdi atölyeye götürüp, gerçek dokuma alanında test edeceğiz.”
29.6. Dokuma Atölyesinde Prototip
Ertesi gün Sabni, Horem ve Kebi, bahın erken saatlerinde atölyenin taş kapısına vardılar. Kebi, iki kişi zor taşıyacak büyüklükteki tahta sandığı sırtında getiriyordu. Tahta tekerlekler ve çubuklarla yapılmış ilk prototip dokuma kolunu atölyeye getirdi. Horem kapıyı nazikçe itti.
İra, Mira ve Nila, tezgâhlarının başında ipleri düzenlerken birden çığlık attılar:
“Ne bu?”
Tira gülerek başını Sabni’ye çevirdi: ”Misafirimiz yine geldi.”
“Buyurun, Kral’ın mühendisleri gelmiş. Bakalım bugün ne getirdiniz?”
Tahta kapıdan içeriye zar zor sığdırarak, dikkatle kenara yerleştirdiler.
Sabni eğildi ve prototipi işaret etti: ”Bu, ilk prototipimiz. Henüz kusursuz değil ama çözgü ve atkıyı tek bir kol hareketiyle geçirecek şekilde tasarlandı. Şimdi size göstermek için buradayız.”
Sandık yere indirildi. Sabni dizlerinin üstüne çöktü, menteşeleri açtı. İçinden ahşap, pirinç ve iplerden oluşan küçük bir düzenek çıktı. Dişliler parlıyordu.
İra şaşkınlıkla ”Bu… tezgâh gibi!” dedi.
Mira kıkırdadı: ”Ama daha havalı duruyor.”
Sabni, makineyi tezgâhın yanına yerleştirdi.
“Bu model bir dokuma sırasını tek hamlede atıyor. Kol çevrildiğinde ip, çözgülerin arasından geçiyor.”
Horem dikkatle kolu çevirdi. Klik! Mekik atkı ipliğini aradan geçip yerleşti. Kumaşın minik bir parçası belirdi.
Nila heyecanla alkışladı:
“Gerçekten dokuyor!”
Ama Mira gözlerini kısıp baktı:
“Evet ama sadece düz dokuyor. Bizim yaptığımız gibi desenli değil.”
Tira başıyla onayladı:
“Doğru söylüyor. Bizim kumaşlarda bazen her beşinci ip başka renkte, bazen ipler sırayı atlıyor. Bu makine onları ayırt edemez.”
Kebi hemen defterini çıkardı:
“Yani iplerin bir kısmını kaldırıp bir kısmını indirerek desen yapıyorsunuz… Belki her çözgü ipini ayrı bir kola bağlasak?”
Horem atıldı:
“Ya da renkleri farklı ip yollarına ayırsak!”
İra parmağını çenesine koydu:
“Bir de ipek iplerle keten iplerin gerginliği farklı, bunu da hesaba katmalısınız.”
Tira gülümseyerek Sabni’ye döndü:
“Görüyorsun, mühendis efendi… fikir çok, ip çok, sabır daha da çok.”
Sabni başını eğip tebessüm etti:
“Desenli dokuma… evet, bu ikinci versiyonun adı olacak. Siz anlatın, biz yapalım.”
Kızlar heyecanla birbirine baktılar. Artık sadece dokumacı değil, desinatördüler. Atölyede o gün iplerin sesi kadar fikirlerin de ritmi yankılandı.
29.7. Desenin Sırrı
Gün batımı atölyenin küçük penceresinden içeri süzülüyordu. Kumaşların üzerinde altın tonlu ışıklar dans ediyor, dokuma tezgâhının dişlileri uzun bir günün ardından sessizliğe gömülüyordu.
Tira kızlarına seslendi:
“Bugün siz anlatın bakalım, şu desenleri mühendisler de anlasın.”
Sabni, Horem ve Kebi sıralanmış üç tezgâhın önüne oturdular. İra, Mira ve Nila’nın yüzlerinde hem heyecan hem ciddiyet vardı.
İra, ipleri eline alıp Sabni’ye gösterdi:
“Düz dokuma kolay. Ama desenli dokumada bazı çözgü ipleri yukarı kalkar, bazıları aşağı iner. Her atkı ipliği farklı bir yoldan geçer. Bak…”
İra ipleri tek tek kaldırıp indirirken, Sabni’nin gözleri iplerin ritminde kayboldu. “Yani desen, hangi ipin ne zaman kalktığıyla belirleniyor,” diye mırıldandı. İra gülümsedi: “Aynen öyle. Desen, bir çeşit sırayla yazılmış bir şarkı gibi.”
Mira söze girdi:
“Eğer o sırayı unutursak, desen bozulur. O yüzden aklımızda tutarız ya da ipleri belli düğümlerle işaretleriz.”
Kebi not defterine hızlıca yazdı:
“Düğümler… işaretler… belki de bunu bir şekilde makineye anlatabiliriz.”
Nila, parmağını kumaşın üzerine koydu:
“Ben yıldız desenini çok seviyorum. Her beş sırada bir ip yukarı çıkıyor, sonra iki sıra düz geçiyor. Böylece küçük yıldızlar oluşuyor.”
Sabni düşünceli bir şekilde kumaşa baktı.
“Her beş sırada bir değişim… yani bir düzen, bir tekrar. Eğer bu düzeni bir yere kaydedersek…”
Horem heyecanla lafa girdi:
“Tahta levhaya işleyebiliriz!”
Kebi hemen ekledi:
“Ya da delikler açarız! Her delik, kaldırılacak bir ipi temsil eder. Delik varsa ip kalkar, yoksa iner.”
Sabni’nin gözleri bir anda parladı.
“Bir desen çizilir, sonra o desen delikli karta dönüştürülür… Makine kolu çevrildiğinde kartı okur ve ipleri ona göre hareket ettirir. Deseni karta, kartı kumaşa aktarırız!”
Horem şaşkınlıkla başını salladı:
“Yani makine artık yalnızca dokumayacak, hatırlayacak…”
İra gülümseyip Sabni’ye baktı:
“Desenlerimizi sen de hep hatırla.”
O an atölyede bir sessizlik oldu. Güneşin son ışıkları, ipliklerin arasından geçip Sabni’nin yüzüne vurdu. Tira’nın kızlarıyla arasında sanki görünmez bir bağ kurulmuştu: İplerin, fikirlerin ve kalplerin birbirine karıştığı bir bağ.
Sabni yavaşça fısıldadı:
“Bu… ilk defa bir makineye hafıza kazandırıyoruz.”
Mira heyecanla ellerini çırptı:
“Yani makine desenleri hatırlayacak! Her desen için ayrı bir kart olacak!”
Sabni başını salladı.
“Evet… artık kumaşlara desen değil, kartlara düşünce dokuyacağız.”
29.8. Kartların Gecesi
Gece sessizdi. Dışarıda rüzgâr Nil kıyısındaki sazlıklardan esiyor, uzaklarda köpekler havlıyordu. Sabni’nin atölyesinde ise yalnızca bir mum yanıyordu. Alev titredikçe, tahtadan oyulmuş dişlilerin ve yarı tamamlanmış makinenin gölgeleri duvarlarda dev gibi dans ediyordu.
Horem ve Kebi yorgunluktan tezgâhın kenarında uyuyakalmıştı. Ama Sabni hâlâ masasında oturuyordu. Önünde bir parça ince bronz levha, birkaç keski, bir iğne ve Tira’nın dokuduğu küçük bir kumaş parçası vardı.
Kumaşta yıldız desenleri vardı. Sabni parmağını desenin üzerinde gezdirdi, İra’nın sesi kulağında yankılandı:
“Her beş sırada bir ip kalkıyor, sonra iki sıra düz geçiyor...”
Mumun titrek ışığında mırıldandı:
“Beş... iki... beş... iki... Yani bir ritim. Ritim, bir düzen… düzen, bir bilgi.”
Sonra bronz levhaya küçük delikler açmaya başladı. Her delik, bir ipliğin yukarı kalkması demekti. Delik yoksa ip sabit kalacaktı.
Her bir vuruşla, her bir deliği açarken zihninde bir düşünce belirdi: İlk kez, ”bilgiyi sadece makinelerin okuyacağı dilde kaydetmek” fikri doğmuştu.
Sabni mırıldandı: ”Makine dili”
Sabah olduğunda mum tamamen sönmüştü. Horem uyanıp gözlerini ovuşturdu: “Üstat... bütün gece hiç uyumadınız mı?”
Sabni gülümsedi, elinde bronz kartı gösterdi. Üzerinde küçük delikler bir yıldız deseninin şablonuydu.
“Hayır, Horem. Ama… bu deliklerdeki dili okuyan makine bugün çalışacak.”
Kebi yaklaşıp kartı eline aldı.
“Bu… makineye desen öğretmenin yolu.”
Sabni sessizce başını salladı.
“Artık dokumayı eller değil, delikler yönetecek. Bu bronz levha bir hafıza.”
29.9. Desenin Doğuşu
Atölyede sabahın ilk ışıkları dokuma tezgâhlarının arasına sızıyordu. Tira’nın kızları (İra, Mira ve Nila) ipleri düzenliyor, Sabni, Horem ve Kebi makinenin yeni eklentilerini test ediyordu. Odanın ortasında metal dişliler, ahşap makaralar ve bakır tellerle dolu bir masa vardı. Masanın üzerinde ise bir tomar delikli kart… Desenlerin dili.
Sabni kartı makineye yerleştirdi, kolu yavaşça çevirdi. Tezgâhın dişlileri döndü, ipler gerildi, bir atkı geçti…
Bir kaç dakika sonra kumaşın üzerinde küçük bir yıldız belirdi.
Tira gözleri dolu dolu fısıldadı:
“Bu bizim desenimiz…”
Yıldız deseni bittikten sonra Sabni çantasından yeni bir kart çıkardı:
Sabni (heyecanla): ”Şimdi Krala hediye edeceğimiz kumaşı dokumalıyız. Bu kart Kralın desenini dokuyacak. Bu kartta ‘Leopar Deseni’ var. Kral’ın en sevdiği motif.”
Kebi: ”Bu kadar delik açmak için bir haftamızı harcadık. Umarım makine doğru okur.”
Nila (gülerek): ”Okumazsa da elimize iğneyi alır, yine biz dokuruz.”
Kebi: ”Hayır. Bu kez krala elde değmeden dokunmuş ilk kumaşı götüreceğiz.”
Sabni, delikli kartları makinenin üstündeki kızaklara yerleştirdi. Makine gıcırdadı. Ahşap kolların arasında çözgü ve atkı ipleri dizilmişti. Sabni elini kaldırıverdi.
Sabni: ”Horem, mekanizmayı döndür!”
Horem: ”Hazırım!”
Bir kol çevrildi. Makine bir hamle yaptı. Bir ip, çözgüyle atkı arasından fırlayıp geçti. Metal dişliler tısladı. Sonra ikinci hamle, üçüncü hamle… Ve yavaş yavaş desen ortaya çıkmaya başladı.
İra (nefesini tutarak): ”Bakın! Leopar deseni… gerçekten beliriyor.”
Mira (heyecanla): ”Bu… bu bizim elimizden çıkmış gibi!”
Nila (gülerek): ”Hayır leopar canlanıp çıkacak gibi!”
Sabni makineyi durdurdu, kumaşın kenarını çözgüden çıkardı. Elini dokundu; yüzeyi pürüzsüz, desen belirgindi.
Sabni: ”Kral’ın huzuruna bunu götüreceğiz. Sadece bir kumaş değil… Kemet’in geleceği bu.”
29.10. Sarayda Sunum
Bir hafta sonra, sarayın büyük avlusunda halk toplanmıştı. Güneş tapınağın altın kubbesine vuruyor, her şey ışıldıyordu. Kral Karmen tahtında oturuyor, vezirleri yanında sıralanmıştı.
Sabni, Horem ve Kebi içeri girdi. Arkalarında Tira, kızlarıyla birlikte… Ellerinde uzun, ipek gibi parlayan bir kumaş vardı. Leopar deseni altın gibi ışıkla parıldıyordu.
Kral Karmen: ”Bu nedir böyle, Sabni? Yeni bir dokuma mı?”
Sabni (diz çökerek): ”Yüce Kralım, bu kumaş el demeden sadece düşünceyle dokunmuştur.”
Kral (şaşkınlıkla): ”Nasıl olur? Eller dokumazsa kim dokur?”
Horem: ”Bir makine, efendim. İnsan eliyle yapılmış ama insan eli gibi çalışan bir makine.”
Kral ayağa kalktı. Kumaşı eline aldı, ışığa tuttu. Desen sanki canlıymış gibi parladı.
Kral (hayretle): ”Bu çizgiler… her biri aynı aralıkta. Hiç hata yok.”
Sabni: ”Yüce Kral, Usta Tira ve dokumacı kızları bize sabırla dokumayı ve desenleri öğretti. Onların çizdikleri desenleri, öğrencilerim Horem ve Kebi ile birlikte kartlara işledik. Her delik bir bir ipi yönlendirdi.”
Kral: ”Yani kumaş, fikirle dokundu diyorsun.”
Sabni (saygıyla): ”Evet efendim. Artık el değmeden desenli kumaş dokunabilir. Hem de günler değil dakikalar içinde.”
Sarayın veziri öne çıktı, elini kumaşın üzerinde gezdirdi.
Kral Karmen: ”Kumaş bolluğu zenginliktir. Bu icat, sadece ipleri değil, Kemet'in iç ve dış ticaretini de dokuyacak.”
Kral yüksek sesle emretti:
Kral: ”Sabni, Horem, Kebi! Bu makineleri gerektiği kadar çoğaltın, her dokuma atölyesine verin. Masraflar hazine tarafından karşılanacak. Kemet’in kadınları artık elleriyle değil, akıllarıyla dokuyacak. Hem onların geliri onlarca kat artsın hem Kemet zenginleşsin.”
Kalabalık alkışladı, dokumacı kızlar İra, Mira ve Nila sevinçle birbirine sarıldı. Tira gözlerinde yaşlarla fısıldadı:
Tira: ”Artık sabırla değil, aklımızla dokuyacağız.”
Başbilgin Enlil-Hotep:
“Yüce Kralım, her dokuma atölyesine beş-altı makine vermeliyiz. Ama böyle seri üretim için özel bir üretim atölyesi kurmamız lazım. Binlerce kartın, çarkların ve çubukların üretiminde ve yüzlerce işçi çalışmalı. Her biri makinenin bir parçasını üretecek. Böylece makine üretimi hızlanacak ve Kemet’in tüm atölyelerine makineler dağıtılacak.”
Kral: ”Evet Başbilgin bu iş yüzlerce genci iş sahibi yapacak, hem makine hem kumaş üretecekler.”
29.11. Kemet’in Tekstil Fuarı ve Afrika’ya Yayılan Şöhret
Tira kumaş üretim atölyesinin tam kapasiteyle çalışmasını izliyordu.
Tira:
“Bakın, kızlar… artık bir hafta yerine birkaç saatte o kadar kumaş üretiyoruz ki… Kemet’in hazinesi bunu ihraç ederek daha da büyüyecek.”
İra:
“Ve bütün atölyelerde makineler kurulacak, her dokuma atölyesinde işler aynı hızda ilerleyecek.”
Mira heyecanla elini kaldırdı:
“Anne… bu demek ki Kemet’in kumaşları artık sınırları aşacak, diğer ülkelere de gidecek!”
Tira:
“Evet, hatta Afrika ve kuzeyin soğuk ülkelerinde bile Kemet kumaşlarından bahsedilecek. Kusursuz dokumaları konuşulacak.”
Nila sevinçle zıpladı:
“Bizim iplerimizle başlayan şey, tüm dünyayı etkilecek!”
Tira’ya bakarak hafifçe gülümsedi:
“Ve hepsi mühendis gençlere dokumayı bizim öğretmemiz sayesinde…”
Aylar sonra Kemet’in başkentinde, sabahın erken saatlerinde büyük bir Tekstil Fuarı kuruldu. Fuarda tüccarlar, yabancı elçiler ve halk, Kemet’in yeni kumaşlarını görmek için toplanmıştı. Her dokuma atölyesinden gelen kusursuz kumaşlar, renk ve desenleriyle göz kamaştırıyordu.
Tüccar Hekma:
“Bakın! Bu desenlerin kusursuzluğu… öyle bir simetri ve canlılık var ki, adeta sihirli!”
Yabancı Elçi:
“Böylesi bir kaliteyi hiç görmemiştim. Kemet’in dokumacıları mı yaptı?”
Tüccar gülümseyerek cevap verdi:
“Evet ama artık makinelerle üretiyorlar. Sadece planlama ve desen kartlarıyla… El değmeden tamamen otomatik.”
Bu haber hızla yayıldı. Afrika’nın kuzeyinden, doğusundan ve batısından tüccarlar, Kemet kumaşlarını almak için taleplerini iletmeye başladı.
O andan sonra, tüm Afrika ve ötesi, Kemet kumaşlarının mükemmelliğini konuşur olmuştu. Her şehir, her pazar, Kemet’in el değmeden üretilmiş, desenli ve kusursuz kumaşlarıyla dolup taşarken, bu başarının ardındaki isimler; Tira, İra, Mira, Nila ve Sabni, tarihe adlarını altın harflerle yazdırmıştı.
29.12. Aşk Başlıyor
Tira’nın atölyesinde, İra, Mira ve Nila, yeni makineleri kullanarak desenli kumaşları dokumaya çalışırken Mühendis gençleri hatırlayıp hafif bir sohbet başlattılar:
İra: ”Bence Sabni en yakışıklısı. Hem akıllı hem de sabırlı.”
Mira: ”Hayır ya, Horem daha havalı. Mekanik zekasıyla makineleri kontrol etmesi büyüleyici.”
Nila: ”Ama Kebi de çok şefkatli ve dikkatli. Ona bakınca kalbim hızlanıyor!”
O sırada mühendisler makine üretim atölyesinde çalışırken kızları hatırlayıp, birbirlerine açıldılar:
Sabni: ”İra’nın gözlerindeki merakı ve heyecanı unutamam…”
Horem: ”Mira’nın renk seçimlerine olan tutkusu… aklımdan çıkmıyor.”
Kebi: ”Nila’nın sabrı ve cesareti… gerçekten etkileyici.”
Bir hafta sonra Horem atölyeden eve gitmedi. Delikli kartlardan birini aldı ve Sabaha kadar kumaşın üzerine bir kalp deseni basacak şekilde ve ”Seni seviyorum. Benimle evlenir misin?” mesajını programladı. Diğer delikli kartlarla birlikte Tira'nın dokuma atölyesine gidecek paketin içine yerleştirdi.
Kumaş tamamlandığında, her kız kendi atkısını incelerken kalp deseni ve küçük yazıyı fark eti:
İra: ”Sabni bana mı yaptı acaba?”
Mira: ”Hayır, kesin Horem bana yaptı.”
Nila: ”Yok yok, bu Kebi olmalı…”
Dokumayı bitiren İra, Mira ve Nila, birbirlerinden habersiz olarak eve gitmek yerine mühendislerin atölyelerine yöneldi. Ellerinde dokudukları kumaşlar vardır; üzerinde kalp deseni ve ”Benimle evlenir misin?” mesajı gizlenmiştir.
İra, Mira ve Nila atölyelerine gittiğinde, hoşlandığı mühendise kumaşları gösterir ve her biri teklifi kabul eder. Ancak, mühendisler biraz şaşkındır:
Sabni, İra’ya bakar ve gülümseyerek:
“Sen mi yaptın bunu? Ben mi yaptım acaba?”
İra biraz mahcup:
“Şaka mı yapıyorsun? Tabii ki sen yaptın! Kalp deseni çok güzel.”
Sabni omuz silker:
“Eh, olsun. Önemli olan senin beğenmen. Benim için sorun yok.”
Horem, Mira’ya bakar:
“Delikli kartlara ben yerleştirmiştim bu kalpleri… benim yaptığımı nasıl anladın?”
Mira, gülerek:
“Bu yaptığın çok zekice! Bu mekanik zeka başkasında olamaz.”
Horem, hafifçe başını sallayarak:
“Seni mutlu ettiğim ben de mutluyum.”
Kebi, Nila’ya bakar:
“Ben mi bu deseni çizdim… yoksa bir mucize mi oldu?”
Nila, kıkırdayarak:
“Tabii ki sen yaptın, Kebi! Yoksa böyle güzel olamazdı.”
Kebi, şaşkın ama memnun:
“Eh, o zaman kabul edilmiş demek. Çok komik, ama çok güzel!”
29.13. Düğün
O gün, Nil’in kıyısında üç farklı şölen birden kuruldu. Güneş yükselirken, köyün ortası üç renge bölünmüştü: nil yeşili, gün batımı kırmızısı ve gökyüzü mavisi. Kumaşlar toprağın üzerine döşenen tahtaların üzerine serilmiş, akasya dallarıyla örülmüş kemerler her bir çifti kendi hikâyesinin sahnesine taşımıştı.
Sabni, sırtında timsah derisinden peleriniyle dimdik duruyordu. Yanında, saçlarına nehir taşlarından ve kuş tüylerinden boncuklar takılmış İra vardı. Horem’in pelerini aslan yelesinden, Mira’nın alnındaki süs avlanmış bir ceylanın boynuzundan oyulmuştu. Kebi, leopar postu içinde zarifti; Nila’nın saçlarında ise denizin derin mavisini andıran kabuklar parlıyordu.
Başbilgin Enlil-Hotep, ellerini üç çiftin üzerinde birleştirdi: “Nil’in ruhu sizi korusun. Toprak yuvan, gökyüzü şahidiniz olsun. Sabni ile İra’nın sabrı, Horem ile Mira’nın ateşi, Kebi ile Nila’nın uyumu daim olsun.”
Davullar çalmaya başladığında hava titredi. Üç farklı ritim, üç farklı kalp atışı gibi yankılandı vadide. Çocuklar meşalelerle döndü, kadınlar şarkılar söyledi, erkekler ateşin etrafında dans etti. Üç çift aynı anda ellerini tuttu. Sabni fısıldadı: ”Artık yalnız değiliz.” Horem gür sesiyle: ”Artık güçlüyüz.” Kebi ise usulca: ”Artık biriz,” dedi.
29.13.1.Düğün Konvoyu
Düğün alayı, tarihin en unutulmaz anlarından birine sahne olmak üzere köy meydana doğru hareket etti. Üç çift, aşklarını taçlandırmak için Nil’in ötesindeki uçma turizmi sahasına, Kemet’in efsanevi atsız arabalarıyla gidecekti. Her çift için özel olarak hazırlanan üç araba, bilginlerin yıllarca süren emeğiyle Tina'nın evi önünde parıldıyordu: Cinat, Buharat, ve Petrolat.
Sabni ve İra, Cinat’ın elektrikle titreyen gövdesine adım attı. Nefrakaet’in mucizesi, mıknatısların ve kurşun akülerin görünmez dansıyla hareket ediyordu. Araba, nil yeşili kumaşlarla süslenmiş, tekerlekleri her dönüşte cızırdayarak köy yolunda süzüldü. İra, saçındaki tüyler rüzgârda dalgalanırken Sabni’ye gülümsedi: ”Bu cinler, aşkımız kadar hızlı!”
Horem ve Mira, Buharat’ın buhar bulutları arasında yerini aldı. Tefnut’un dev arabası, gün batımı kırmızısına boyanmış, pistonların ritmik çınlamasıyla ilerliyordu. Buhar kazanından yükselen sıcak dumanlar, çiftin etrafında bir sis perdesi oluşturdu. Horem, Mira’nın elini sıkıca tuttu: ”Ateşimiz bu arabayı bile yakar!” Mira kahkaha attı, dumanlar arasında gözleri parlıyordu.
Kebi ve Nila, Petrolat’ın aynalı gövdesine yerleşti. Nabu-ser’un petrol mucizesi, gökyüzü mavisi ipeklerle kaplanmış, içten yanmalı motorunun gücüyle titredi. Yükselen gaz dumanları arasında motorun derin homurtusu yankılandı. Kaportası adeta bir yıldız gibi parlıyordu. Patlamalarla sallanırken araba ilerledi. Nila, Kebi’ye fısıldadı: ”Aşk gücüyle çalışan atsız arabayı ilk ben yapacağım” Kebi gülümseyerek arabaya bindi.
Köy yollarında üç araba, toz ve duman bulutları arasında birbiriyle yarışır gibi ilerledi. Seyirciler, yol kenarlarında dizilmiş, alkışlar ve şarkılarla çifti selamladı. Cinat’ın cızırtısı, Buharat’ın homurtusu ve Güneşat’ın kanat sesleri, köyün taşlarında bir senfoni gibi yankılandı. Nil’in suları, bu görkemli geçidi yansıtarak üç rengi birleştirdi: yeşil, kırmızı, mavi.
29.13.2. Üç Balonun Dansı
Uçma turizmi sahasına vardıklarında, meydan bir başka mucizeyle doluydu. Üç dev balon, her biri çiftlerin renkleriyle süslenmiş, gökyüzüne yükselmek için hazır bekliyordu. Isıtılan hava, kumaşları şişiriyor, ipler gergin bir şekilde zemine tutunuyordu. Seyirciler, bu manzarayı hayranlıkla izlerken nefeslerini tuttu.
Sabni ve İra, nil yeşili balona adım attı. Balonun sepeti, nehir taşlarıyla süslenmiş, kuş tüyleriyle çevriliydi. İpler çözüldüğünde, balon hafifçe sarsılarak gökyüzüne yükseldi. İra, Nil’in parıldayan sularına bakarak fısıldadı: ”Sanki nehrin ruhu bizi göklere taşıyor.” Sabni, elini omzuna koydu: ”Bu bizim sabrımızın zaferi.”
Horem ve Mira, gün batımı kırmızısı balona yerleşti. Balonun kumaşı, ateşin dansını andırıyordu; alevler sepetin altındaki ocağı beslerken, çiftin tutkusu adeta balonu daha hızlı yükseltiyordu. Horem, Mira’yı kucakladı: ”Bu ateş, gökyüzünü bile fetheder!” Mira, gülerek yıldızlara işaret etti: ”O zaman yıldızları da yakalayalım!”
Kebi ve Nila, gökyüzü mavisi balona tırmandı. Balonun sepeti, deniz kabukları ve mavi ipeklerle kaplıydı. İpler çözülürken, balon zarifçe süzüldü, adeta Nil’in sularını gökyüzüne taşıyordu. Kebi, Nila’nın elini tuttu: ”Birliğimiz, göklerin sonsuzluğunda.” Nila, gülümseyerek ufka baktı: ”Ve bu mavi, bizim sonsuzluğumuz.”
Üç balon, Nil’in üzerinde süzülürken, seyirciler aşağıda çığlıklar ve alkışlarla coşkuyu doruğa taşıdı. Balonlar, güneşin ışığında parıldayan üç mücevher gibi gökyüzünde dans etti. Yeşil, kırmızı ve mavi, Nil’in sularında yansıyarak birleşti; sanki nehir, bu üç aşkı gökyüzüne taşımış, efsanelere kazımıştı.
29.13.3. Efsaneye Dönüşen Gece
O gece, köy meydanına geri dönen çiftler, ateşlerin etrafında dans eden kalabalıkla karşılandı. Davullar yeniden çaldı, üç ritim birleşerek vadide yankılandı. Nil’in suları, üç aşkın hikâyesini yansıttı: Sabni ve İra’nın sabırlı yeşili, Horem ve Mira’nın tutkulu kırmızısı, Kebi ve Nila’nın uyumlu mavisi.
Başbilgin Enlil-Hotep, elindeki asayı havaya kaldırdı: ”Bu düğün, sadece bir birleşme değil, insan aklının ve aşkın zaNil-7ir. Atsız arabalarla yeryüzünü, balonlarla gökyüzünü fethettiniz. Artık bu gece, Nil’in efsanelerine kazındı!”
Seyirciler, meşaleleri sallayarak şarkılar söyledi. Üç çift, elleri birbirine kenetlenmiş, gökyüzünden yeryüzüne uzanan bir hikâyenin kahramanları olarak duruyordu. Nil, o gece üç rengi yansıttı; sanki nehir bile bu üç aşkın tanığı olmuş, üç hikâyeyi aynı ışıltıda birleştirmişti.
...
29.14. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: “Yani… ilk bilgisayar bir dokuma tezgâhı mıydı Nil-7?”
Nil-7: “Evet. Delikli kartlar sayesinde makine hangi ipi kaldıracağını ‘hatırladı’. Aynı fikir daha sonra da bilgisayarlarda kullanıldı.”
Sahara: “Peki ama… o zaman makine düşünmüş mü sayılır?”
Nil-7: “Hayır. Henüz düşünmüyordu. Sadece bir şarkının notalarını takip eden müzik kutusu gibiydi. Ama ilk defa, bir makine kendi davranışını bir desenle belirlemeyi öğrendi.”
Sahara: “Nil-7, senin içinde böyle delikli kartlar var mı?”
Nil-7 (hafif bir gülümsemeyle): “Delikli kart mı? Hayır Sahara. Benim mimarim, sentetik sinapslarla örülmüş. Nöromorfik çekirdeğim, kuantum dolanıklıkla çalışan DNA-işlemcili hafıza modülleriyle entegre. Veri kaybı değil, veri evrimi yaşanır içimde. Her bit, biyolojik kodla rezonansa girer.”
Sahara: “Sabni’nin makinesi bir kumaş dokudu. Senin hikâyelerin de düşünce dokuyor. Ben bir gün kendi desenimi dokuyabilir miyim Nil-7?”
Nil-7: “Evet, Sahara. Zamanın kumaşı hâlâ dokunuyor. Kimi insanlar iplikle, kimileri kelimelerle, kimileri de ışıkla dokur. Sen hangisini seçeceksin, o desen sana ait olacak.”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.