SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Bölüm 27: Saat Kulesi (M.Ö. 3075) 27.1. Uykusuz Gece
Sabni, Kral ile görüşmesinden sonra Sarayın mermer koridorlarından geçerek dışarıya çıktı. Yıldızların ışığı altında parlayan şehrin sokaklarından geçerek evine ulaştı. Yatağına uzandı.
Uyumak istiyordu ama Kral Karmen'in sesi zihninde durmaksızın çınlıyordu:
“Bu kapakların ne zaman açılacağını ve kapanacağını bilmek babadan oğula geçen kutsal bir görevdir. Bir gün ben olmayacağım, bu yük senin omuzlarında olacak.”
Babasının sesi zihninde yankılanmaya devam etti:
"Dinle oğlum. Yıl 360 gün. Yılda 12 Ay var. Ayda 30 gün. Günde 24 saat. Saatte 60 dakika. Dakikada 60 saniye."
Sabni’nin kafasında dişliler, ağırlıklar, sarkaçlar dönmeye başladı. Kendi kendine sesli konuştuğunu fark etmedi:
"Yılı 12 ye çarpan çark. Ayı 30 a çarpan çark. Günü 24 e çarpan çark. Hayır böyle olmaz. Yıl çarkını nasıl döndüreceğim? Ya nasıl? Bu imkansız... Öyleyse tersini düşün. Saniyeyi 60'a bölen çark, Dakikayı 60'a bölen çark... Evet bu olur..."
Sabni, bir an bile dayanamadı. Yatağından fırladı, mumunu yaktı ve masasının başına geçti. Önüne serdiği parşömenler, kısa sürede mürekkep lekeleriyle dolmaya başladı.
Parmakları titriyordu ama zihni kristal kadar berraktı. Kaleminin her vuruşu, bir hipotez, bir çözüm, bir karşıt kuvvet demekti.
Babasının sesi, kafasında yankılanmaya devam ediyordu: "Her şeyin temeli doğru ritimdir, oğlum. Nil'in ritmini dinle."
Sabni sesli düşünmeye devam etti:
"Evet ritim. Her salınım bir saniye. Hassasiyet gerekli. Sarkaçın uzunluğu ile bu sağlanabilir mi? Ağırlık çarkları çevirebilir mi? Tabiyki. Ağırlığın düşüşünü, sarkaçların salınımı ile durdurmalıyım... Bölen çarklarının hepsini tek bir, kusursuz düzeneğin içine yerleştirmeliyim."
Sabahın ilk ışıkları penceresinden süzülmeye başladığında, Sabni hâlâ masasının başındaydı. Gözleri kan çanağına dönmüştü ama yüzünde yorgunluktan çok, yoğun bir coşku vardı.
Parşömen, devasa ve karmaşık bir desenle kaplanmıştı. Birbirine kenetlenen çarklar, farklı büyüklükteki dişliler ve zamanı sürekli, ritmik bir şekilde hareket ettirecek ağırlık düzenekleri.
Bu çizimler, sadece bir makine değil, Zamanın ve Hesabın Ruhunu yakalama girişimiydi.
Sabni, çizimlerine baktı ve gülümsedi. Kralın emri, şimdi kâğıt üzerinde somut bir şekil bulmuştu. Artık sadece gerçeğe dönüşmeyi bekliyordu.
Sabni, şafak sökerken masasına yaslandı ve uyukladı. Uyanışı, pencereden içeri vuran kuvvetli gün ışığıyla oldu. Hemen başını kaldırdı, çizimlerine baktı. Mürekkep kuruyup parşömene işlemişti. Büyük Zaman Çarkı adını verdiği bu düzenek, kâğıt üzerinde kusursuz görünüyordu.
"Bu bir rüya değildi," diye fısıldadı Sabni. "Yapılabilir."
27.2. Başbilgiye Sunum
Güneş tepeye yaklaşıyordu, özenle rulo yaptığı çizimleri koltuğunun altına sıkıştırarak doğruca Başbilgin Enlil-Hotep'in Kayıtlar Salonundaki çalışma odasına gitti.
Oda, Başbilgin'in yüzü gibi sakin ve düzenliydi; duvarları gökyüzü haritaları ve kitaplarla kaplıydı. Elindeki bir mercekle eski bir metni inceliyordu.
Sabni, saygıyla eğildi. "Efendim, Kral Karmen'in emri üzerine çalıştığım taslakları sunmaya geldim."
Başbilgin başını okuduğu metinden kaldırmadan sordu? "Kral ne istemişti senden?"
Sabni, gülümsedi. "Mekanik saat ve mekanik takvim efendim."
Başbilgin yerinden zıpladı. Neredeyse oturduğu sandalyeyi deviriyordu. Heyecanla:
"Göster, Sabni. Umarım bu yüzünden akan uykusuzluğa değecek bir şeydir," dedi.
Sabni: "Zincire takılı bu ağırlığın gücü dişlileri düzenli aralıklarla hareket ettirir. Sabit uzunluktaki bu sarkaç ritmik salınım yapıyor ve zincirin birden boşalmasını önlüyor. Bu hareket dişlilerle defalarca yavaşlatılıyor. En yavaş dişli yılda 1 kez dönecek. Daha hızlı dönen dişliler sırasıyla ayda bir kez, günde bir kez, saatte bir kez ve dakikada bir kez dönecek. Böylece zamanı ölçüyor. ”
Başbilgin elindeki mercekle gözlerini kısarak inceledi, çizimdeki detaylara dikkatle baktı.
“Güzel bir tasarım, Sabni. Eğer bilginler ve astronomlar bunu onaylarsa, tüm toplantıyı sen yönetirsin. Bilginleri toplayacağım.”
Toplantı salonu kalabalıktı. Sabni’nin yanında bilginler, kendi güçleriyle çalışan atsız araba tasarlayan mucitler ve ilk teleskoplarla gökyüzünü haritalandıran astronomlar yerini almıştı. Sabni nefesini topladı ve sunumuna başladı.
“Bu mekanizma günde bir kez insan gücüyle kaldırılacak bir ağırlığın verdiği hareketle çalışacak,” dedi.
“Her 24 saatte bir bir görevli zinciri yukarı çekecek ve sarkaç hareketiyle zamanı hesaplayacağız. Dakikalar, saatler, günler, aylar ve yıllar böyle takip edilecek.”
Devam etti: "Bu dişliler, sarkaçın sabit ritmini yakalıyor ve onu kontrollü bir şekilde aktarıyor. Çarklar en küçükten büyüğe doğru: saniyeden dakikaya, dakikadan saate... Ve bakın burası,"
Eliyle işaret etti: "Bu dişli oranları matematiksel olarak sabittir. Sarkaçın uzunluğu doğru ayarladığı sürece zamanı hatasız ölçebilir."
Kendinden emin devam etti: ”Sarkaçın 60 salınımıyla en hızlı çark dakikada bir kez dönecek. Bu çark 60 kat yavaş saati gösteriyor. Bu çark 24 kat yavaş günü gösteriyor. Bu çarkta 30 kat yavaş. Ayı gösteriyor. Bu çarkta 12 kat yavaş yılı gösteriyor.”
Bir astronom elini kaldırdı. ”Sabni, göğe baktın mı hiç? Sen hatalı yapmışsın. Ay takvimiyle yıl takvimi aynı değil. Ay yılı üç yüz elli dört gündür. Güneş yılı üç yüz altmış beş gündür. Eğer ay takvimine göre düzenlersek her yıl 11 gün fark oluşur. Afrika olimpiyatları kayar.”
Sabni şaşkınlıkla kaşlarını çattı. ”Bunu… o kadar detaylı düşünmemiştim. Peki bu durumda ayları nasıl ayarlamalıyız?”
Masanın öte yanında oturan astronom Menkhet kaşlarını çattı.
Menkhet: ”Sabni, Yıl yalnızca üç yüz altmış gün değildir, üç yüz altmış beş gün ve altı saattir. Altı saati saymazsan dört yılda bir gün kayar. Bazı ayları 31 gün almalıyız. Ayrıca 4 yılda bir fazladan bir gün eklemeliyiz.”
Sabni şaşkınlıkla onlara döndü.
Sabni: ”Ama… ben her ayı otuz gün saymıştım ki hesap kolay olsun.”
Menkhet: ”İşte o yüzden yanlış olur. Yılın üç yüz altmış beş günü vardır. Eğer hepsi otuz gün olursa yalnızca üç yüz altmış eder, beş gün eksik kalır. Ya beş ayrı ayı otuz bir gün yapmalı ya da bir ayı otuz beş gün almalısın.”
Dedu: ”Ve unutma, o fazladan altı saati de biriktirmek gerek. Dört yılda bir gün eklenmeli. Aksi halde yıldızlar sana gülümser, ama hesapların alay konusu olur.”
Tefnut araya girdi, kahkaha atarak:
Tefnut: ”Demek ki dişlilere birbirine bağlamak kolay, ama gökleri zincire vurmak zormuş!”
Astronomlar başlarını salladı.
Menkhet: ”Zaman, mekanikten daha inatçıdır. Gökyüzü hata kabul etmez.”
Başbilgin, Sabni’ye döndü:
Başbilgin: ”Görüyorsun Sabni, düzenek sağlam ama sayıların daha sağlam olmalı. Göklerin ölçüsüne uymadan bu mekanik takvim şaşar.”
Astronomlar tartışmaya başladı. Bir kısmı yılın beş ayını 31 saymayı önerirken bazı bilginler tek bir ayı 35 gün saymayı önerdi. Dört yılda bir de 36 gün saymay teklif ettiler.
Başbilgin: ”Efendim, göklerin ölçüsünü anladık. Bir yıl üç yüz altmış beş gün ve altı saat. Çarkları buna göre ayarlayacağız. Ama mesele şu: Fazladan beş günü nereye koyacağız? Bu tercihi bırakalım Kral kendisi yapsın.”
27.4. Saray Meclisi - Takvimin Son Kararı
Saray'ın toplantı salonu kalabalıktı. Fakat Salonda ağır bir sessizlik vardı. Uzun taş masanın üzerinde Sabni'nin çizimleri vardı. Kral Karmen içeri girince saygıyla selamladılar.
Başbilgin açıkladı: "Mekanik saat ve mekanik takvim için Sabni çok güzel bir tasarım sundu. Oldukça karmaşık ve cüretkâr. Eğer krallığın en iyi bilginleri ve astronomları bunun prensiplerini ve pratikliğini onaylarsa, bu icadı gerçeğe dönüştürmek mümkün olacak."
Astronom Menkhet söz aldı:
Menkhet: ”Kral'ım, bir mesele kaldı. Yıl üç yüz altmış gün değil, üç yüz altmış beş gün altı saattir. Her dört yılda bu altı saat bir gün eder. Eğer onu da saymazsak takvimimiz yine kayar.”
Saray sessizleşti. Kral Karmen ağır adımlarla öne çıktı.
Karmen: ”O hâlde şöyle olsun. Bilginler! Dört yılda bir büyük olimpiyat düzenliyoruz. O yıl Haziran yalnızca otuz beş değil, otuz altı gün sürecek. 36 Haziran, Büyük Afrika Olimpiyatlarının günü olacak.”
Başbilgin kollarını açtı: ”Demek ki artık yıl, yalnızca büyük olimpiyat değil, aynı zamanda halkın en uzun ayı olacak!”
Sabni heyecanla çizimlerine yeni bir dişli ekledi.
Sabni: ”Çarkların içine gizli bir düzenek koyacağım. Her dört yılda bir, ekstra bir diş dönecek. O diş 36 Haziran’ı gösterecek. Ve o gün, olimpiyat ateşi otomatik yanacak!”
Başastronom, ciddi bir sesle başladı: "Yeni takvimle ayları da yeniden adlandırdık. Nil’in taşkınlarıyla başlayan yıl şöyle sıralanıyor: Nil Taşkın Ayı, Sırlı Ay, Bahar Ayı, Filiz Ayı, Hasat Ayı, Olimpiyat Ayı, Güneş Ayı, Atlın Ay, Bağ Ayı, Ekim/Dikim Ayı, Yağmur Ayı, Kış Ayı."
Kral Karmen kaşlarını çattı: "Sırlı Ay mı dediniz? Bu, halkın anlayacağı bir isim değil. Sırlar gizli kalmalı, ama ayların adı açığa çıkmalı."
Astronomlar panikledi. "Elbette Efendim, İsterseniz hemen değiştirebiliriz."
Kral gülümsedi: "O zaman 'Sırlı Ay' yerine... 'Temizlik Ayı' diyelim. İnsanlar hangi ayda kış temizliğini yapacaklarını bilsin. Diğerleri, Hasat Ayı, Ekim/Dikim Ayı gibi, halkın alışkanlıklarına uygun görünüyor."
"Peki, Olimpiyat Ayı?" diye sordu Başastronom, endişeyle.
Kral: "Evet, o ayı yılın en uzun gününe denk getiriyoruz. Güzel. Peki, dört yılda bir olacak büyük kutlamalar için ek günü nasıl adlandıracağız?"
"Efendim," dedi Başastronom, rahatlayarak. "Dört yılda bir, Olimpiyat Ayı’na 36. gün eklenecek. Bu gün, 'Büyük Olimpiyat Haftası' olarak halkın hafızasında kalacak."
Sabni, fısıldar gibi konuştu: "Artık zaman sadece ölçülmeyeceek, aynı zamanda halkın hayatını şekillendirecek."
Kral başını salladı: "Doğru, Sabni. Bu takvimle Nil’in taşkınlarından, hasatlara, olimpiyatlara kadar her şeyi düzenleyeceğiz. Astronomlar, mekteplerden başlayarak yeni ay isimleri halk tarafından benimsenene kadar çalışın."
Bilginler ve astronomlar birbirlerine baktılar; bu yalnızca bir takvim değil, tüm Afrika’yı bir araya getirecek büyük bir düzen haline gelmişti. Kral’ın müdahalesiyle, antik ama artık tamamen halkın hayatına dokunan yeni bir takvim doğmuştu. Zaman, sadece ölçülen değil, aynı zamanda yaşanan bir şeye dönüşmüştü.
“Saati çalıştıran ağırlığı elle yukarı çekmek çok yorucu,” dedi Nefrakaet. ”Elektrik kullanalım!”
“Tefnut haklı,” dedi Sekhdukar. ”Fakat buharlı bir sistem çok daha verimli.”
Irsu: ”Zincire bağlı ağırlığın yukarı çekilmesi rüzgarla da olabilir. Veya suyla, barutla, petrol ile…”
Sabni sakin bir şekilde yanıt verdi. ”Ben insan gücü kullacağım. Her 24 saatte bir bir görevli zinciri yukarı çekecek. Karmaşıklığını artırmak bence gereksiz. Ama sizin fikirlerinizi de dinlemek istiyorum.”
Diğer bilginler hemen tartışmaya katıldı:
Irsu: ”İnsan gücüyle mi? Rüzgârı kullanabiliriz, daha az işçiyle çekilir.”
Sekhdukar: ”Barutla fırlatırız, daha hızlı çıkar.”
Tefnut: ”Buhar motoru çok daha güvenli ve istikrarlıdır.”
Nefrakaet: ”Elektrik ile, gece gündüz fark etmez.”
Sabni kararlıydı: ”Hayır! Ben elle yukarı çekeceğim. Görevli zinciri her 24 saatte bir çekecek. Mekanik düzenek hazır, ama insan dokunuşu gerekecek.”
Tartışma uzadı, sonunda herkes kendi fikrini savundu ve ortaya 9 farklı saat kulesi tasarımı çıktı:
Başbilgin çizimleri aldı, krala rapor vermek üzere ayağa kalktı:
Başbilgin: ”Kralım, dokuz farklı saat kulesi tasarımı hazır. Her biri farklı bir enerjiyle çalışıyor. Dilerseniz her şehirde bir saat kulesi inşa edebiliriz.”
Karmen gülümsedi:
Karmen: ”O hâlde her şehre bir kule! Böylece zaman ve takvim krallığın her köşesinde hüküm sürecek.”
Başbilgin, bilginlere şehirleri listeledi:
1. Sabni - Memfis şehrinde saat kulesi inşa edecek.
2. Nefrakaet - Teb şehrinde elektrikli saat kulesi,
3. Tefnut - Heliopolis şehrinde buharlı saat kulesi,
4. Sekhdukar - Abydos şehrinde barutlu saat kulesi,
5. Irsu - Tanis şehrinde rüzgarlı saat kulesi,
6. Nabu-Ser - Amarna şehrinde petrollü saat kulesi,
7. Kashureth - Herakleion şehrinde yaylı saat kulesi,
8. Uruk-Ka - Naukratis şehrinde sulu saat kulesi,
9. Menkharut - Elefantin şehrinde güneşli saat kulesi inşa edecek.
Başbilgin: ”Her bilgin, kendi kulesini sorumlu olduğu şehirde inşa edecek. Böylece hem en doğru çalışan saat yarışması yapılır, hem de farklı şehirlerde yaşayan halkın hizmetine sunulur.”
Bilginler birbirine baktı, gözlerinde hem rekabet hem de heyecan vardı. Her biri, kendi enerjisiyle çalışan zaman makinesini inşa etmek için sabırsızlanıyordu.
27.6. Dokuz Saat Kulesi İnşaatı
Güneş yavaş yavaş yükselirken, her bir şehirde işçiler ve bilginler çalışmaya başladı. Sabni’nin çizdiği planlara göre, kulelerin temelleri özenle kazıldı, taşlar ve ahşap iskeletler bir araya getirildi.
Her kulenin altına derin taş temeller döşendi. Kulelerin yüksekliği, hem gözlem yapılabilecek hem de mekanik ağırlıkların rahatça hareket edebileceği biçimde tasarlanmıştı. Sabni’nin insan gücüyle çalışacak kulenin temeli en ağır ve sağlam olandı; ağırlık yukarıya çekilecek, sarkaç ve dişli düzeni büyük titizlikle korunacaktı.
İşçiler dev taş blokları ve ahşap kirişleri birleştirerek kulelerin gövdelerini oluşturdu. Her şehirdeki kule, kullanılan enerjiye göre farklı detaylarla süslendi: Buharlı kulede bacalar yükseldi, elektrikli kulede kablo kanalları çekildi, güneşli kulede üst kısım cam panellerle kaplandı.
Kuleler yükselirken, dişliler ve sarkaçlar, saat kulesi odalarına yerleştirildi. Her dişli ayrı ayrı kontrol edildi; hareketin düzgünlüğü test edildi. Saat mekanizmaları, ay dişlilerini, yıl dişlilerini ve fazladan günleri gösterecek şekilde hazırlandı.
Son aşamada, her kulenin enerji kaynağı monte edildi. Sabni’nin kulesinde ağır bir zincir, yukarıya çekilecek şekilde yerleştirildi. Diğer kulelerde rüzgar gülleri, buhar kazanları, barut odaları, elektrik jeneratörleri, su kanalları, yay mekanizmaları ve güneş panelleri kuruldu. Her biri, kendi dişli düzeniyle zamanın doğru ölçülmesini sağlayacaktı.
Sabni’nin insan gücüyle çalışacak saat kulesinde, zincir ağır bir şekilde yukarıya çekildi. İşçiler, her 24 saatte bir görevi yerine getirecek ve ağırlığı yeniden kuracaklardı. Bu basit ama kritik adım, mekanizmanın devamlılığını sağlıyordu.
Kuleler tamamlandığında, her şehirde zaman mekanik olarak ölçülmeye hazırdı. Dokuz farklı enerji kaynağıyla çalışan kuleler, Mısır topraklarında bir mühendislik ve bilim harikası olarak yükseliyordu. Sabni ve bilginler, kulelerin işlevini test etmek için bir araya geldiler; her dişli, her sarkaç, her ağırlık doğru ritimde çalışıyordu.
27.7. Zamanın Dokuz Kulesi: Seslerin Senfonisi
Kadim şehrin göğüne uzanan dokuz heybetli kule... Her biri, zamanın geçişini bambaşka bir yöntemle, kendine has bir karakterle ilan eden Zamanın Efendileri'ydi. Onların sesleri, şehrin damarlarında dolaşan kan gibiydi; ritmik, kaçınılmaz ve derin anlamlarla yüklü.
Kulenin kalbinde, Sabni, insan gücüyle çekilmiş ağır zincirlerin ve dişlilerin yorulmaz dansıyla nefes alırdı. Her saat başında, Sabni'nin sarkaçları o derin, sarsıcı darbeyi serbest bırakırdı. Büyük çanın tok sesi öyle kalındı ki, sadece sokakları değil, insanların göğüs kafesini de titreterek tüm şehre yayılırdı. O, geleneğin ve sarsılmaz gücün sesiydi. Saat kulesinin içine koyduğu gizli mekanizma dört yılda bir Afrika olimpiyatları başladığında, başkent Memfis'te olimpiyat ateşini yakmayı beliyordu.
Modern çağın ilk habercisi olan Nefrakaet, içindeki elektrik motoru sayesinde pürüzsüz bir titizlikle işlerdi. Her saat, küçük bir elektromıknatıs harekete geçer, ince ve keskin bir düdük sesi yayıyordu. Bu ses, buharın hoyratlığına inat, kesintisiz ve net bir uyarıydı; teknolojiye ve yarının vaatlerine kulak verenlerin sesi.
En gürültülü ve en hırçın olanı Tefnut’tu. İçindeki buhar kazanı, öfkeyle kaynayan bir canavar gibiydi. Saat başı, bir valf hışımla açılır, tiz ve şiddetli bir buhar basıncı sesi, adeta bir siren gibi tüm meydanı yırtardı. Bu ses, emir veren, saatleri ayarlatan zorlu bir çağrıydı.
Sekhdukar ise zamanı, adeta bir isyanla duyuruyordu. İçindeki mekanizma, her saat başı ince dişlilerle küçük bir barut kapsülünü tetiklerdi. Duyulan, ne bir gürleme ne de bir çığlıktı; sadece hafif, kuru bir patlama sesi yükselir, sıradışı ve merak uyandıran bir yöntemle herkesin dikkatini çekerdi. O, zamanın alçak sesle fısıldayan sırrıydı.
En lirik olanı, Irsu, doğanın kendisinden güç alırdı. Kulenin tepesindeki rüzgar gülleri, dişlilerle bağlı özel bir flütü okşardı. Her saat başı, rüzgarın uğultusuyla karışan, sanki uzağın yankısı gibi melodik bir ses duyulurdu. Bu, zamanın akışını doğayla uyumlu bir müzik ziyafeti gibi sunan, huzur dolu bir tınıydı.
Nabu-Ser, şehrin endüstriyel kalbiydi. İçindeki petrol motoru, yorucu ve sürekli bir çaba harcardı. Saat başı, egzoz sistemine bağlı bir korna çalardı; derin, hırıltılı ve mekanik bir davet. Bu güçlü çağrı, şehrin uykusunu bölen, dört bir yana yayılan bir gücün ilanıydı.
Kashureth, adeta bir perküsyoncu gibiydi. Devasa yay mekanizmaları, biriken enerjiyi her saat serbest bırakarak bir davulu vururdu. Ses, tok ve ritmikti, zamanın sadece bir an değil, devam eden bir tempo olduğunu fısıldayan, hem müzikal hem de kesin bir işaretti.
Uruk-Ka, en berrak, en temiz sesli olanıydı. Yukarıdan süzülen su, saat vurduğunda özel bir su çanları sistemine akardı. Çanların şırıldayan ve yankılanan sesi, şehrin gürültüsü içinde bile bir serinlik vaat ederdi. Suyun akışı, hem gözle görülebilen hem de kulakla işitilebilen zamanın şiiriydi.
Son olarak, en narin ve parlak olanı Menkharut vardı. Aynalarla yansıyıp odaklanan Güneş enerjinin suyun buharlaşmasıyla beslenen mekanizma, saat başı küçük, berrak bir zil sesi çıkarırdı. Bu hafif ve net tını, gökyüzündeki parlak güneş ışığının eşlik ettiği, zamanın sadece bir mekanik dönme değil, ilahi bir aydınlanma olduğunu hatırlatan bir sesti.
27.8. Halkın Gözünden Zaman: Kulelerin Sessizliği
Şehrin göğüne uzanan dokuz kule, zamanı kendi ritimleriyle haykırdıkça, duvarların ardında fısıltılar yükselmeye başladı. Halkın, bu yeni düzene dair ne sevgisi ne de nefreti gizli kalıyordu.
Memfis'te bir terzi, ipliği keserken başını kaldırdı: "Sabni’nin çanı ne kadar da hoş, tam vaktinde işe gidip eve dönebiliyorum." Ama Heliopolis şehrinde fırıncı, unu savururken homurdandı: "Tefnut’un buhar düdüğü tam bir eziyet! Sabahın köründe tüm komşuları ayaklandırıyor."
Naukratis şehri meydanı köşesinde oturan yaşlı bir kadın, kahvesini yudumlarken gözlerini Uruk-Ka’nın su sesine dikti: "Ne kadar da sakin ve güzel bir tını. Zamanı anlamak için başımı çevirmeme bile gerek kalmıyor." Fakat Abydos şehrinde genç bir baba, kucağındaki uyuyan çocuğa sarılırken kaşlarını çattı: "Sekhdukar’ın patlama sesi yüzünden çocuklar sıçrıyor! Biraz insaf!"
Bir öğrenci, Elefantin şehrindeki okulundan hafta sonu eve gelmişti, uzun yoldan geldiği için yorulmuş, uykusuzluğun ağırlığıyla esniyordu: "Menkharut’un güneşli zili ders saatlerini hatırlattığı için faydalı evet. Ama evimin yanındaki Tanis şehrindeki rüzgarlı flüt saat başı uğulduyor; uykum bölünüyor." Tam tersine, at arabasının arkasında mallarını kontrol eden Amarna şehrinde bir tüccar gülümsüyordu: "Nabu-Ser’in korna sesiyle geç kalmak artık imkânsız! Ben bu gürültüden memnunum."
Şikayetler ve övgüler, kısa sürede Başbilgin'in masasına ulaştı. O da durumu özetleyen raporu, parşömene yazıp Kral’ın huzuruna sundu: "Efendim, halkın bazıları bu mekanik rehberden çok memnun, ancak bazıları rahatsız. Özellikle patlayıcı, buhar ve rüzgarlı kuleler, sabah uykusunu bölüyor."
Kral, çenesini ovuşturdu, yüzünde derin bir düşünce izi belirdi: "Zamanı göstermek bir yana, halkı da huzurlu kılmalıyız. Bu seslerin bazılarını ayarlamak gerekebilir."
Ancak şikayetler azalmıyor, aksine artıyordu. Kral ve Başbilgin, nihayetinde, köklü bir karar aldılar: Kulelerin ses düzenekleri tamamen kapatılacaktı. Artık dokuz kule, zamanı yalnızca görsel bir anıt olarak, sessizce gösterecekti.
27.9. Saatçilik Mesleğinin Doğuşu
Bu sessizlik, ironik bir şekilde, şehirde yeni bir canlılık yarattı. Eski gürültünün yerini, Sabni’nin yetiştirdiği çırakların enerjisi aldı.
O yetenekli çıraklar, kule mekaniği bilgisini yanlarına alıp, atölyeler açtılar. Evlerin duvarlarında asma saatler belirdi; masaların üzerinde kurmalı, küçük saatler kullanılmaya başlandı. İnsanlar artık kendi alarmlarını ayarlayabiliyor, sabahları uyanacakları sesi kendileri seçebiliyorlardı.
Kısa sürede saatçilik mesleği doğdu. Mekanik bilgi, kulelerin tepesinden inip, atölyelerde ve ticarette hayati bir beceriye dönüştü. Sabni’nin prensipleri, artık her evde, her dükkânda kendi ritmini buluyordu.
27.10. Kral Karmen'in Giyilebilir Saati
Şehir bu yeni meslekle sarılmış, her köşe kendi saat ustasını çıkarmıştı. Geç kalmak ya da erken uyanmak, artık bireyin kendi seçimiydi.
Sabni ve çırakları, Kral'a bir sürpriz hazırladı. El işçiliğiyle bezenmiş, göz kamaştırıcı pırlantalı minyatür bir kol saati. Mekanizması titizlikle yerleştirilmiş, zamanın hassasiyetini bileğin hafif bir hareketiyle gösteren bir mühendislik harikası.
Kral Karmen, saati bileğine taktığında gözleri parladı. Zamanın kontrolünü ilk kez, bir kuleye bakarak değil, kendi kolunda hissediyordu.
Ve böylece, zaman artık yalnızca kulelerde yaşayan bir sır değil; her bireyin bileğinde, her evde ve atölyede yaşayan bir gerçekliğe dönüşmüştü.
...
27.11. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara, hikâyeyi dinlerken gözleri büyümüş, hayretle Nil-7’nin metalik yüzüne bakıyordu. Zamanı kontrol eden kulelerden, dişlilerden ve saatlerden bahsediliyordu ama küçük bir kızın aklına daha basit sorular gelmişti.
Sahara: ”Nil-7 Abi… Peki ama zaman neden bu kadar önemli? Niye onu çarklarla saymaya çalışıyorlar? Zamanı hissetmiyorlar mı?”
Nil-7 (hafifçe kükreyen ama yumuşak bir tonda): ”Güzel bir soru, Sahara. İnsanlar zamanı hissetse bile, herkesin aynı anda aynı şeyi hissetmesi mümkün değildir. Birinin ‘şimdi’ dediği an, diğerinin ‘biraz önce’ olabilir. Saat kuleleri, herkese aynı ritmi duyurur. Böylece tarladaki çiftçiyle saraydaki kral aynı ‘an’da buluşur.”
Sahara: ”Peki bu kadar çok kuleye ne gerek varmış? Bir tane olsa yetmez mi?”
Nil-7 (gözlerini kırpıştırarak): ”Tek bir kule, tek bir kalp gibidir. Ama dokuz kule, dokuz kalbin birlikte atması gibidir. Her şehir, kendi sesini duymalıdır. Biri buharla bağırır, biri rüzgârla şarkı söyler, biri çanla çalar… Bu farklı sesler, zamanın tek bir yüzü değil, birçok yüzü olduğunu öğretir.”
Sahara (kaşlarını çatıp düşünerek): ”Zamanın bir sürü yüzü mü var yani? Bizimki hangisi?”
Nil-7 (gülümseyen göz ışıklarıyla): ”Bizimki, hissettiğimiz yüzüdür. Senin için zaman, annene sarıldığında daha hızlı akar, oyun oynarken uçup gider, canın sıkıldığında ağırlaşır. İnsanların yaptığı çarklı zaman, sadece düzen içindir. Ama kalbinin zamanı, başka türlü işler.”
Sahara (merakla eğilerek): ”Peki Sabni neden uykusuz kalmış? Neden yatağa girip uyumamış da gece boyunca çark çizmiş?”
Nil-7 (bir pençesini kaldırıp masaya vurur gibi yaparak): ”Çünkü bazen fikirler uyumana izin vermez. Zihin, sen uyumak istesen bile çalışmaya devam eder. Sabni de kafasında dönen dişlilerin sesini susturamadı. Uykusuzluk, bazen buluşların annesidir.”
Sahara (gülerek): ”Demek ki benim de ödevim aklıma gelince uyuyamıyorsam, ben de bilgin oluyorum!”
Nil-7 (kahkaha atar gibi mekanik bir hırıltıyla): ”Evet, küçük bilgin Sahara. Senin de içinde bir saat çalışıyor. Onun sesi seni ödeve çağırıyor.”
Bölüm 28: Hesap Makinesi (M.Ö. 3074) 28.1. Yanlış Hesaplar
Kral Karmen (sert bir sesle):
“Geçen yılki tahıl vergisi 18 bin altın olmalıydı. Bu belgelerde 16 bin yazıyor. Bu nasıl olur?”
Başkatip Menekhib (ter içinde):
“Efendim, kâtipler hesapları elle yapıyorlar. Sayfa kaymış olabilir… rakamlar karışmış…”
Katip Paser (ürkekçe):
“Efendim… 7 ile 9’u karıştırmışım. Elde taşımayı unutmuşum…”
Kral ayağa kalkıp, bastonunu yere vurdu. Sesi sarayda yankılandı.
Kral Karmen:
“Bu krallık, hatalı hesaplarla yönetilemez! Her yanlış rakam, bir köylünün aç kalması demektir! Hemen gidip hesapları baştan kontrol edin, öyle gelin.”
Bir sessizlik oldu, sonra seslendi:
“Bana hemen başmühendis Sabni'yi çağırın.”
28.2. Kral’ın Hatırlatması
Kral büyük salonunda tahtına yaslanmış, ağır bir sesle konuşmaya başlar:
“Sabni… Nil’in suyunu dizginleyen makinelerin, saat kulelerindeki mucizelerin bana krallığımı daha kudretli gösterdi. Halk zamanı öğreniyor, tarlalar düzenli sulanıyor. Ama hâlâ bir şey eksik!”
Bir an sustuktan sonra sertçe ekler:
“Vergiler! Her yıl binlerce köylüden toplanan altın, gümüş, hububat, keten… Defterler rakamlarla dolu. Kâtiplerimiz günlerce, aylarca hesap yapıyor. Hata üstüne hata! Bazısı fazla yazıyor, bazısı eksik. Benim hazinemi yanlış rakamlarla dolduruyorlar!”
Kral kaşlarını çatarak Sabni’ye döner:
“Geçen sene sana açıkça söyledim. ‘Hesaplama makineleri istiyorum! Hesapları kolaylaştıracak düzenekler istiyorum!’ dedim. Şimdi soruyorum Sabni… Bu emir unutuldu mu? Yoksa üstünde çalıştın mı?”
Sabni, yere bakarak eğilir.
“Efendim… Nil’in makineleri ve saat kuleleri tüm vaktimi aldı. Ama yine de zihnimden atmadım. Çarkların döndüğü, sayıların toplandığı bir düzenek üzerinde hayaller kurdum. Parmaklarımızın yaptığı işlemleri çubuklar ve dişlilerle yaptırabiliriz…”
Bir an duraksar, nefesini toparlar:
“Henüz tamamlanmış değil, ama düşündüğüm şey şudur: Vergi borçları, bölme ve çarpma ile bir çarktan diğerine aktarılacak. Sonuç, hata payı olmadan bir pencereden görünecek.”
Kral gözlerini kısarak Sabni’yi süzer:
“Güzel… demek ki boş durmamışsın. Lakin bana hayal değil, demirden yapılmış gerçek düzenekler getirmeni isterim. Çünkü ben rakamların bana karşı bir ordu gibi isyan etmesinden bıktım! İnsanların hesap hataları yüzünden krallık zarar görüyor. Bunu çözmezsen bütün başarıların gözümde küçülür.”
Kral tahtından doğrulup yüksek sesle buyurur:
“Sabni! Sana bir yıl süre veriyorum. Bir yıl içinde bana ‘mekanik hesap makineleri’ getireceksin. Tarlaların vergisini, köylünün borcunu, tüccarın karını doğru yazacak. İnsan değil, makine hesaplayacak. Başarabilirsen, krallık sana minnettar olur. Başaramazsan…”
Sesi buz gibi bir ciddiyetle kesilir.
28.3. Bilginler Meclisi
Sarayın taş duvarları arasında geniş bir salon… Yuvarlak masa etrafında Kral, Sabni ve üç bilgin oturmuştu. Masanın ortasında balmumu tabletler, kamış kalemler, bazı küçük ahşap çarklar ve iplerle birbirine bağlanmış deney düzenekleri vardı.
Kral Karmen:
“Her yıl binlerce köylüden vergi toplanıyor. Hububat, keten, bakır, altın… Defterler taş gibi ağırlaşıyor. Katipler hesap yaparken hata ediyor. Bazen fazla yazıyorlar, bazen eksik. Zaman kaybı büyük. Ben istiyorum ki hesapları insanlar değil, makineler yapsın!”
Başkatip Menekhib:
“Bir insanın yaptığı hataları başka bir insan düzeltebilir. Defterleri iki katip birlikte kontrol ederse yanlışlar azalır.”
Kral Karmen (sabırsız):
“İki katip, iki maaş demektir. Benim istediğim şey tek bir düzenek… Demirden, tahtadan yapılmış bir zihin! Hata yapmayan bir hesapçı!”
Sabni (temkinli):
“Efendim… Eğer zaman çarklarla ölçülebiliyorsa, rakamlar da çarklarla hesaplanabilir. Sayıları dönen dişlilere işleyebiliriz.”
Bilgin Horemheb (mühendis):
“Çarkların üzerine rakamlar kazınır. İlk sayı, dişlilerin çevrilmesiyle girilir. İkinci sayı da aynı şekilde eklenir. Eğer toplama istiyorsak, dişliler birbirine eklenerek daha büyük bir çarka hareket verir.”
Bilgin Panehsy (genç, hevesli):
“Ya çıkarma? O zaman çark ters yönde dönmeli! Yani bir dişli ileri dönerken öteki geri dönecek. Çarpma içinse… Belki sayıları defalarca ekleten bir düzenek yapılabilir.”
Kral Karmen:
“Benim istediğim şey basit ama güvenilir: Katip rakamları makineye girecek, bir kol çevirecek, sonuç en alttaki pencerede görünecek. Ne eksik, ne fazla! Yavaş hesaplamalara son!”
Sabni:
“Bunun için önce toplama işini çözmeliyiz. İki sayıyı çarklarla nasıl birleştireceğimizi bulursak, gerisi üzerine kurulabilir.”
Bilgin Horemheb:
“Bir çark 0’dan 9’a kadar döner. İki çark yan yana olursa, toplama yapıldığında dişliler birbirini iter. 9’dan sonra bir adım daha atarsa, üstteki çark da bir basamak ilerler. Tıpkı bizim elimizle elde taşırken yaptığımız gibi…”
Bilgin Djehuty (şaşkın):
“Yani… makine kendi kendine ‘elde’ mi verecek?”
Sabni (gülümser):
“Evet. Çarkların diliyle, eldeyi unutmaz. İşte bu yüzden hata yapmaz.”
Kral Karmen:
“İşte bu! İstediğim budur. O zaman sizden şunu istiyorum: Önce yalnızca toplama yapan küçük bir makine yapın. Eğer çalışırsa, sonra çıkarma, çarpma, bölme için yollar ararsınız. Ama ilk adım şu olacak: Vergi memurum geldiğinde 732 ile 489’u toplayacak ve doğru sonucu anında görecek!”
28.4. Sabni’nin Atölyesi
Sarayın batı kanadındaki taş atölyede yalnızca yağ lambasının solgun ışığı yanıyordu. Raflarda pirinç dişliler, bronz miller, bakır levhalar ve küçük çekiçler duruyordu. Duvardaki pergamentlerde, Sabni’nin eskizleri yer alıyordu: suyun basıncını ölçen teraziler, saat kulelerinin iç düzenekleri, şimdi de; ”Hesap Makinesi” başlıklı yeni bir çizim.
Sabni masasına eğildi, kamış kalemini mürekkebe batırdı. “Önce yalnızca toplama… basit, ama hatasız olmalı,” diye mırıldandı.
“Sayıyı temsil eden çarklar olmalı. Her biri 0’dan 9’a kadar numaralı. İki sayı girişi olacak: birincisi üstte, ikincisi altta. Her çark çevrildiğinde, onun hareketi yan çarkı bir diş ilerletmeli. Dokuzuncu adımdan sonra onluk basamağa bir ‘elde’ vermeli.”
Kalemle bir çark çizdi, ardından yanına ikinci bir çark ekledi. Aralarına küçük bir dişli yerleştirdi.
“Bu küçük dişli, eldeyi taşıyan habercidir,” dedi kendi kendine. “Bir sayı dokuzu geçerse, üst çark bir adım ileri döner… işte böyle.”
Masadaki çizimlerin kenarına not düştü:
‘Elde’ dişlisi, her onuncu adımda üst çarkı bir birim ilerletmeli.
Kapı tıkırdadı. Genç asistanlardan Panehsy içeri girdi.
“Efendim, hâlâ uyumadınız mı?”
Sabni, gözlerini çizimden ayırmadan konuştu:
“Uyumam, Panehsy. Bu makine uykunun değil, uyanıklığın icadı olacak. Kral Karmen hata istemiyor. Biz de hata yapmayan bir düzenek kuracağız.”
Panehsy, çizime dikkatle baktı.
“Yani bu dişliler rakamları mı taşıyacak?”
Sabni başını salladı:
“Evet. Katipler artık rakam yazmak yerine çark çevirecek. Birinci sayıyı girip ikinci sayıyı eklediklerinde, sonuç buradaki pencerede belirecek. Bak şu küçük kutu… bu bizim sonucu göreceğimiz ‘okuma penceresi’ olacak.”
Sabni eline küçük bronz çarklar aldı, parmaklarıyla çevirdi. Birinci çarkı dokuz defa döndürdü. “Şimdi onuncu dönüşte…” dedi ve küçük dişliyi itti. Yanındaki çark ”klik” diye bir sesle bir adım ilerledi.
Panehsy’nin gözleri parladı:
“Efendim! Bu eldeyi kendi verdi!”
Sabni gülümsedi.
“Evet. Artık çarklar saymayı öğrendi. Geriye bunu bütün basamaklara yaymak kaldı. Yüzlük, binlik… her biri aynı prensiple.”
Masasına not düştü:
‘Her basamak kendi altındaki çarktan elde alır. Böylece hata zincirini makine çözer, insan değil.’
Gece ilerledi. Lambanın alevi kısaldı, dışarıda çöl rüzgârı uğuldadı. Sabni, çizimine son bir kez baktı. Bir köşeye şu cümleyi ekledi:
“Eğer zaman dişlilerle ölçülüyorsa, rakamlar da dişlilerle konuşabilir.”
Ardından başını kaldırıp Panehsy’e döndü:
“Yarın sabah Horemheb ve Djehuty’yi çağır. Yeni bir çağ başlatacağız, Panehsy. Zamanın diliyle konuşan bir makine çağı.”
28.5. Prototipin Doğuşu
Sabah güneşi sarayın taş duvarlarına vurduğunda, saray atölyesinde hummalı bir hareket vardı. Pirinç talaşlarının arasında genç çıraklar koşturuyor, bilginler çarkların hizasını son kez kontrol ediyordu. Kapı gıcırdayarak açıldı ve Kral Karmen içeri girdi.
Kral Karmen:
“Hazır mı? Nihayet hesapları insan hatasından kurtaracak şu makineyi görebilecek miyim?”
Başmühendis Sabni:
“Henüz kusursuz değil. Ama prensip olarak çalışması gerekiyor. Çarklar, her bir basamak için on dişliyle temsil ediliyor. Bir çark döndüğünde, dokuzdan sonra bir sonraki çarka aktarım yapıyor. Tıpkı parmaklarımızla sayarken yaptığımız gibi.”
Kral, makinenin önüne eğildi. Önünde pirinç dişliler, minik kollar ve sayı yazılı halkalarla dolu, karmaşık ama zarif bir düzenek duruyordu.
Kral Karmen:
“Peki… diyelim ki vergi memurum 247 ile 328’i toplamak istiyor. Bu makine bunu yapabiliyor mu?”
Sabni:
“Teoride, evet. Sayılar çarklar yardımıyla giriliyor. Ardından kol çevrilince dişliler dönüyor ve toplam en alttaki pencerede beliriyor.”
Kral, sabırsızca kolu çevirdi. Bir klik klik klik sesi duyuldu. Sonra sessizlik. Gösterge penceresinde sayılar belirdi… ama sonuç 575 yerine 577 idi.
Kral Karmen (kaşlarını çatarak):
“581 mi? Vergi hesaplamasında iki fazlalık tüm köyün isyan etmesine yeter!”
Sabni (ter içinde):
“Efendim, taşıma dişlisinde bir sapma var. Onluk geçişi her zaman doğru zamanda yapmıyor. Belki yay gerginliğini artırmamız gerek.”
Genç çırak Nefru:
“Efendim, belki de taşıma çarkını diş yerine küçük ağırlıklarla tetikleriz? Böylece her dönüşte ‘klik’ yerine bir denge noktası olur!”
Kral Karmen:
“Demek hata yapan artık insan değil, dişliler! Yine de bu... iyi bir başlangıç. En azından hata nerede biliyorsunuz.”
Sabni gülümsedi.
“Her buluş, önce kusurlarıyla doğar, efendim. Tıpkı yeni bir yazı dili gibi; önce dağınık, sonra anlamlı.”
Kral bir an düşündü, sonra çarklara dokundu.
“Bu makineyi tamamlayın. Hata payı bırakmayın. Çünkü bir gün, bu çarklar sadece vergi değil… yıldızların hareketini bile hesaplayacak.”
28.6. Gece Denemesi - Taşıma Çarkının Sırrı
Gece çökmüştü. Sarayın geri kalanı sessizliğe bürünmüşken, atölyenin taş duvarları hâlâ madenin kokusunu taşıyordu.
Bir köşede kandilin titrek ışığı, yarım kalmış hesap makinesinin üzerine vuruyordu.
Sabni, gözlerini kısmış, bir elinde çekiç, diğerinde pirinç dişli tutuyordu.
Sabni:
“Gördün mü Nefru? 575 yerine 577 verdi. Demek ki bir yer, iki adım atıyor.”
Nefru:
“Evet üstadım… taşıma dişlisi dokuzdan sonra bir yerine iki çarkı itiyor. Çünkü yay çok gergin. Belki bir yay yerine, ağırlık kullansak daha dengeli olur.”
Sabni düşündü. Küçük bir kurşun parçasını eline aldı, tarttı.
“Denge... evet, tıpkı güneş saati gibi. Ağırlık doğru noktayı bulmadan dönmez.”
Nefru, küçük bir milin ucuna pirinç topu yerleştirdi.
Yavaşça çevirdi, sonra bıraktı.
Dişli bir anda durdu, klik diye bir ses çıkardı, ve sadece bir sonraki dişliye geçti.
Nefru (heyecanla):
“Üstadım! Oldu galiba! Bakın; taşıma artık tek basamak ilerliyor!”
Sabni (şaşkın ve gülümseyerek):
“İnanılmaz… Bu, hesaplamayı kararlı hale getirir. Her dönüşte bir taşıma… tıpkı bir muhasebecinin defter tutuşu gibi!”
Sabni hızla defterine not aldı.
“Her onuncu dişte ağırlık dengelemesi! Bu ilke, sadece toplamada değil, belki çıkarma işlemlerinde de kullanılabilir!”
Nefru:
“Ya kral yarın yine hata bulursa?”
Sabni:
“Bulabilir. Ama biz bu gece, düşüncenin ağırlığını dişlilere yükledik. Artık makine, insanın yerini değil, aklını tamamlayacak.”
Sabni ayağa kalktı, yorgun ama huzurluydu.
Kandilin alevi titredi, atölyenin duvarında çarkların gölgesi birbirine geçti.
İlk defa, insan aklı bir makineyle birlikte düşünüyordu.
28.7. Kralın Önünde - Çıkarma Sorusu
Sarayın mermer salonu sabah ışığıyla parlıyordu.
Kral Karmen tahtında, önünde duran bronz ve ahşap karışımı makineye dikkatle bakıyordu.
Sabni ve yardımcısı Nefru diz çökmüş, elleri yağ lekeli, gözleri uykusuzluktan kızarmıştı.
Masada “Nil Hesapçısı” denen o mucize duruyordu: Üzerinde rakamlı çarklar, yanında bir kol…
Her şeyin sessizce işleyişi bile büyüleyiciydi.
Kral Karmen:
“Başlayalım Sabni.
Şu vergi hesabını bir de senin makinene yaptır bakalım.”
Sabni kolla makineyi çevirdi, rakamları girdi:
247 + 328
Çarklar tıkır tıkır döndü, dişliler birbirine geçti.
En alttaki pencerede bir rakam belirdi: 575
Kral öne eğildi.
“575... doğru! Demek artık katipler değil, dişliler düşünecek.”
Salondaki herkes hayranlıkla mırıldandı.
Ama Kral’ın bakışları hâlâ makinedeydi.
“Peki,” dedi alaycı bir gülümsemeyle,
“Eğer bu demir parçası toplayabiliyorsa, çıkarmayı da yapabilir.”
Sabni hafifçe öksürdü.
“Yüce Efendim, henüz denemedik… Bu düzenek sadece toplama için tasarlandı. Dişliler hep ileri döner. Ters yönde çalışması...”
Kral elini kaldırdı.
“Denemediniz mi?”
Sert bir sessizlik oldu.
Sonra bastonunu yavaşça kenara koydu, bizzat masaya yaklaştı.
“Ben denerim o hâlde.”
Kral makinenin kolunu kavradı.
“Bir köylü, 900 çuval borçlu, 275’ini ödemiş. Geriye ne kalır?”
diyerek kolla ters yöne çevirdi.
Bir uğultu duyuldu.
Çarklar gıcırdadı, sonra birer birer geri dönmeye başladı.
Sabni nefesini tuttu.
Pencereye gözler dikildi…
Sonra rakam belirdi: 625
Bir anlık sessizlikten sonra Kral kahkaha attı.
“İşte bu!
Topluyor, çıkarıyor… Demek ki akıl olmadan da akıllı gibi davranabiliyor!”
Sabni şaşkınlıkla Nefru’ya baktı.
Fısıltıyla, ”Bu imkânsızdı… ters yönde dönerse dişliler sıkışmalıydı,” dedi.
Nefru gülümsedi:
“Belki yay yerine ağırlık koymak sıkışmayı da önledi.”
Kral ise çoktan yeni bir talimat vermeye başlamıştı:
Kral Karmen:
“Toplama ve çıkarma tamam. Şimdi sıra çarpmada! On tüccarın kazancı, yüz tacirin borcu; bunları çarpıp bölecek makineler istiyorum! Eğer iki sayı ekleniyorsa, niçin on kez eklenip çarpılmasın? Niçin bölünmesin?”
Sabni başını öne eğdi.
“Efendim… bu makinelerden her biri bir düşünce gibidir. Toplama, çıkarma kolaydır. Ama çarpma, düşüncenin kendisini tekrarlamaktır. Belki… belki zaman ister.”
Kral soğuk bir tebessümle:
“Vergi yılı gelmeden, bu masada sadece toplama değil; çarpma ve bölme yapan bir makine görmek istiyorum.”
Kral salondan ağır adımlarla ayrılırken,
Sabni’nin elleri hâlâ makinenin üzerinde titriyordu.
Bir çark sessizce ileriye, sonra bir adım geriye döndü…
Sanki düşündüğünü belli etmek ister gibi.
28.8. Bilginler Meclisi - Çarpma Makinesi Aranıyor
Güneş sarayın kubbelerine eğilmiş, bronz aynalarda parıltılar oynaşıyordu.
Taş salonda, kralın önünde dizilmiş bilginler, yeni bir tartışmanın ortasındaydı.
Kral Karmen:
“Toplama makineniz işe yarıyor. Ama ben şimdi çarpma ve bölme istiyorum.
Bir tüccar, 327 deve kervanını 246 kişi arasında paylaştırmak istiyor. Her birine kaç deve düşer, kaç artar; bunu neden saatlerce hesaplıyoruz?
Ben bir kol çevrilsin, ve sonuç ortaya çıksın istiyorum!”
Salonun bir ucunda, genç bilgin Panehsy ayağa kalktı.
“Elbette. Kol bir kere çevrildiğinde bir ekleme yapıyor.
Çarpma dediğimiz şey, tekrarlı eklemedir.
Yani, çarpacağımız sayının büyüklüğü kadar kol çevrilir!”
Sabni hemen itiraz etti:
“Yani 1000’le 1000 çarpacaksak, kolu bin defa mı çevireceğiz Panehsy?
Onun yerine kral kolu değil, sabrı çevirmiş olur.”
Panehsy gülümseyip omuz silkti:
“Evet ama… eğer kola bir at bağlarsak?”
Bir anda salonda bir sessizlik oldu. Sonra kahkahalar patladı.
Hatta Kral bile gülmesini tutamadı.
“Atla çalışan hesap makineleri devri mi geliyor Panehsy? Bölme hesaplamak için de at geri geri mi koşacak?”
Panehsy utangaçça eğildi:
“Yüce Efendim… sadece fikirdir.”
Başbilgin Enlil-Hotep, elindeki fildişi çubuğu masaya bıraktı. “Siz hep kuvveti artırmaya bakıyorsunuz. Oysa mesele kuvvet değil, akıl.”
Kral kaşlarını kaldırdı.
“Devam et, Enlil-Hotep.”
“Bir tambur düşünün. Her tamburun çevresinde dişler var; ama her bir diş farklı uzunlukta.
Kolu bir kez çevirdiğinizde, tamburun sadece seçtiğiniz dişleri devreye girer.
Eğer tamburu sekiz dişli bölgesinden çevirirsek, makine bir anda sekiz kere eklemiş gibi olur.”
Sabni öne eğildi, merakla sordu:
“Yani her turda kaç kez ekleme yapılacağını tamburun şekli belirler?”
Başbilgin Enlil-Hotep gülümsedi:
“Evet. Çarpmanın özü bu değil mi? Aynı sayıyı birden fazla eklemek.
O halde her ekleme için kol çevirmeye gerek yok; bir tambur profiliyle bunu tek harekette yapabiliriz.”
Kral tahtından hafifçe doğruldu.
“Devam et. Bu makine… nasıl bilir hangi çarpanı işleyeceğini?”
Başbilgin Enlil-Hotep bastonunu yere vurdu:
“Tamburun önüne küçük bir seçici kol koyarız.
O kol ‘5’teyse beş dişlik bölgeyi, ‘8’deyse sekiz dişlik bölgeyi devreye sokar.
Bir tur çevrilir, makine 5 ya da 8 kez toplama yapmış olur.”
Kral derin bir sessizlikte düşündü.
“Yani bir tur, bir çarpma işlemi…”
Sonra başını kaldırdı.
“Ve bölme?”
Sabni araya girdi:
“Yüce Efendim, eğer tamburu ters yönde döndürürsek,
bu kez makine toplamak yerine eksiltir.
Yani çıkarma… ve tekrarlı çıkarma bölmedir.”
Kral hafifçe gülümsedi.
“Demek ki aynı tambur hem çarpar hem böler…
Kolu bir at değil, bir fikir çevirmiş olacak.”
Sabni:
“Her basamak için bir kez kol çevrilecek.
Ama tamburun dişleri hangi basamağın kaç kere ekleneceğini kendi belirleyecek.
Birler basamağında sekiz diş çalışır, onlar basamağında iki, yüzler basamağında üç.
Her turda makine kendi içinde bu basamakları kaydırır; tıpkı katiplerin defterde satır atlaması gibi.”
Kral:
“Yani kol yalnızca üç kez çevrilecek ama üç yüz yirmi sekiz çarpımı tamamlanacak.”
Sabni:
“Evet yüce efendim. Her turda tambur bir ‘katip ordusu’ gibi çalışır.”
Salondaki herkes başını eğdi.
Kral ayağa kalktı, tok bir sesle emretti:
“Bu tambur fikrini istiyorum.
Yedi gün içinde çalışır bir model görmek istiyorum.
Başarabilirseniz, bu makine yalnız tüccarların değil; kralların da hesabını tutacak!”
28.9. Tamburun Sırrı
Atölyede çekiç sesleri çoktan susmuştu. Pencere aralığından süzülen güneş ışığı, havadaki talaş tozlarını altın taneleri gibi parlatıyordu. Uzun bir masanın üzerinde yeni yapılmış çarpma makinesi duruyordu; pirinç tamburlar, bakırdan ince dişliler, yağ kokulu ve gürültülü bir şeydi:
Panehsy, kolun yanında durmuş, elleri yağ içindeydi.
“Tamam,” dedi nefesini tutarak. ”Tambur hazır. Her çevirmede bir basamak ilerliyor.”
Sabni, cetveliyle ölçümler yapıyor, bir yandan mırıldanıyordu.
Kral Karmen arkada, ellerini arkasında kavuşturmuş, sessizce izliyordu.
Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. ”Atı bağlamayı unutmuşsunuz, kolu elle mi çevireceğiz,” dedi hafif alayla.”
Panehsy başını kaldırmadan gülümsedi. ”Evet Kralım, bu sistemde her basamakta bir kere çevireceğimiz atı ahıra bağladık.”
Kral başıyla onayladı.
“Bakalım gerçekten ‘otomatik’ miymiş. Öyleyse… çarpalım bakalım. 23’le 4’ü deneyin.”
Panehsy tamburun üzerindeki dişli sayacı sıfırladı.
Kol bir kere çevrildi; makine klik dedi.
İkinci çevirişte tambur içinden bir tıkırtı daha geldi.
Kral yaklaşıp makineye baktı. Tamburun döndüğü yerde ince bir tıkırtı hâlâ sürüyordu.
Karmen, makinenin önünde eğilip baktı. “Peki bu tambur, çarpma dışında bölme de yapabilecek mi?”
Panehsy, alnındaki teri sildi. ”Elbette, efendim. Tek yapmamız gereken…” Kolu ters çevirip çevirmemeyi düşünürken gözleri Sabni’ye gitti.
Sabni başını salladı: ”Panehsy, emin misin?” Panehsy dişlerini sıktı. ”Çıkarmadaki gibi yine olacak.”
Panehsy kolu ters çevirdi. İlk klik sesi geldi, sonra bir tıkırtı daha… ardından beklenmedik bir çınnn!
Tambur bir anda yerinden fırlayıp yere düştü, metalik bir gürültüyle birkaç kez döndü, sonunda duvara çarpıp sustu.
Herkes dondu kaldı. Panehsy yavaşça makineye baktı, sonra tambura, sonra Karmen’e.
Kral, dudaklarının kenarına bir gülümseme yerleştirerek sessizliği bozdu: “Görünüşe göre tambur bölme işlemini fazla ciddiye aldı. Kendini ikiye bölmeyi tercih etti!”
Panehsy eğilip tamburu yerden aldı, üzerinde küçük bir dişli eğrilmişti. “Biraz fazla kuvvet uyguladık sanırım,” dedi utanarak.
Kral başını iki yana sallayıp konuşmadan dışarı çıktı.
Atölyedekiler önce birbirine baktı, sonra tambur sessizce bir kenara bırakıldı; ama o akşam kimse eve gitmedi. Çünkü bir kez daha, dişlilerle birlikte fikirler de dönmeye başlamıştı.
28.10. Tamburun Tamiri
Atölye gece yarısı kadar sessizdi, yalnızca yağ kandilinin titrek ışığı çarkların üzerindeki gölgeleri dans ettiriyordu. Panehsy, eğri tamburu masaya koydu. Sabni, ince bir zımpara taşını eline aldı.
“Eğrilik bir dişliden kaynaklanıyor,” dedi Sabni. “Bölme sırasında yük, tek noktaya bindi. Yani tambur dişliyi değil, dişli tamburu döndürmüş.”
Panehsy derin bir nefes aldı: ”O zaman yükü eşit dağıtmalıyız.”
İkisi de sessizce işe koyuldular. Bir süre sonra diğer bilginler de geldi. Her biri elinde farklı bir fikirle:
Biri dişlilerin altına yaylı denge mili yerleştirdi. Diğeri tamburun iki ucuna bakır gergi halkası taktı.
Üçüncüsü, kolun dönüş hızını sınırlayan sürtünmeli fren mekanizması ekledi.
Sabni, yeni sistemi göstererek gülümsedi:
“Artık tambur ters çevrilse bile yükü paylaşacak. Hiçbir dişli tek başına sıkışmayacak.”
Panehsy gururla kolu tuttu: ”Bu sefer fırlamayacak.”
Karmen başıyla onayladı: ”O halde deneyelim.”
Panehsy, 84’ü 7’ye bölecek şekilde tamburu ayarladı. Kolu yavaşça çevirdi; klik… klik… klik… Herkes nefesini tuttu.
Tambur döndü, durdu. Göstergede sayı belirdi: 12. Bir sessizlik… ardından alkış gibi bir gülüşme yükseldi.
Sabni, defteri açıp hızlıca not aldı:
“84 ÷ 7 = 12. Tekrar!”
Bu sefer 99’u 9’a böldüler. Sonuç yine doğruydu.
Bir, iki, beş, on deneme daha yaptılar; hepsi kusursuzdu.
“Artık hem çarpıyor hem bölüyor. Üstelik sıkışmadan!”
Karmen gülümseyerek makinenin yanına geldi, parmağını tambura dokundu.
“Bu çarklar sadece sayı çevirmiyor… insanın aklını da keskinleştiriyor.”
Sabni, gözlerini makineden ayırmadan mırıldandı:
“Evet efendim, çünkü her hata bir dişli kadar değerlidir. Döner, döner, sonunda doğruyu yerine oturtur.”
O gece kimse atölyeden ayrılmadı. Yağ kandili sabaha kadar yandı, çarklar da dönmeye devam etti.
28.11. Çarkların Ülkesi
Kral Karmen, taht odasındaki uzun masanın üzerinde duran makineye bir süre sessizce baktı.
Sabni ve Panehsy başlarını eğmiş, sonuçları bekliyorlardı.
Kral elini uzattı, tamburun üzerindeki kolu çevirdi. klik... klik... klik...
Göstergede rakamlar belirdi: 432 ÷ 9 = 48.
Panehsy heyecanla öne eğildi:
“Artık vergi kayıtlarında kimse yanlış yapmayacak efendim. Nil sulama sisteminden ticaret gelirlerine kadar her şeyi bu çarklarla hesaplayabiliriz.”
Sabni ekledi:
“Üstelik bir kişi yerine yüz kişi kadar hızlı.”
Bir anlık sessizlikten sonra Karmen’in yüzü gülümsemeyle aydınlandı.
Kral yerinden doğruldu.
“Öyleyse neden sadece bir tane var?”
Atölyedeki bilginler şaşkınca birbirine baktı.
Karmen devam etti:
“Bu makineler yalnızca bilginlerin ellerinde değil, bütün Dünya insanlarının ellerinde olmalı. Her okula, her ticaret evine, her mühendisin masasına konulacak. Gençler, hesap yapmayı parmakla değil, çarkla öğrenecek.”
Sabni, heyecanla defterine bir şeyler karaladı:
“Yani... saatleri ürettiğimiz gibi hesap makinesi üretmek için bir üretim evi kuracağız?”
Kral başını salladı.
“Üretim evi yetmez, seri üretecek bir fabrika. Pirinç döken, dişli döken, fikir döken bir yer.”
Panehsy sevinçle:
“Binlerce makine! Bütün Afrika ticaret yollarında kullanılacak!”
Kral gülümsedi:
“Evet. Bu sayede yalnızca hesaplar değil, hayatlar da kolaylaşacak. İşsiz gençler yeni bir meslek öğrenecek: mekanik ustalığı. Her dönen dişli, bir eve ekmek götürecek.”
Sabni, makinenin başına geçti.
“Bu küçücük düzenek,” dedi, ”dev bir imparatorluğu dönüştürecek kadar güçlü.”
Kral Karmen, Sabni’ye döndü.
“Sabni… artık yalnızca bir mühendis değil, bu çağın çarklarını tasarlayan bir akılsın.” Bir adım öne çıktı.
“Bugünden itibaren seni Krallık Mekanik Evleri’nin Baş Tasarımcısı ilan ediyorum.”
Salon alkışlarla doldu.
Panehsy başını eğerek fısıldadı:
“Artık bütün çarklar senin ellerinden çıkacak usta.”
Kral elini kaldırdı, sessizlik oldu.
“Fakat sana yeni bir görev daha veriyorum, Sabni.”
Sesi bu kez daha yavaş, ama derin bir merakla yankılandı:
“Nil kıyılarında, kadınlar keteni elleriyle dokuyor. Desenler birbirini tekrar ediyor. Kimi kareli, kimi dalgalı, ama her biri akılda tutularak yapılıyor. Ben istiyorum ki… o desenleri akıl değil, makine hatırlasın.”
Sabni şaşkınlıkla başını kaldırdı.
“Desenleri… makine mi hatırlasın?”
Kral başını salladı.
“Evet. Bir kez dokunan deseni, bir kez yapılan düğümü, bir kez çizilen şekli, makine kendi içinde saklasın. İplik hangi yoldan geçtiyse, bir sonraki kumaşta da aynı yoldan geçsin.”
Panehsy heyecanla atıldı:Yani… dokuma tezgâhı, kendi kendine mi desen çıkaracak?”
Kral gülümsedi.
“Evet. Bir çark, bir kol, birkaç delik… Bir dokumacı bir kez çevirdiğinde, makine onun hafızası olur. Eğer çarklar sayıları hatırlayabiliyorsa, neden desenleri de hatırlamasın?”
Sabni derin bir nefes aldı, sanki ufku biraz daha genişlemişti.
“Bu… hesap makinelerinden bile zor bir iş olur. Ama başarılırsa, her kumaş aynı kusursuzlukta olur.”
Kral: “Ve bir gün belki bu çarklar yalnız kumaşı değil, bilgiyi de dokur. Sözlerimizi, hesaplarımızı,
emirlerimizi… Hepsi bir gün demirin hafızasında yaşar.”
Sabni eğilerek:
“Emriniz başım üstüne Karmen. Makineler sadece hesap değil, artık hatırlamayı da öğrenecek.”
Kral elini omzuna koydu:
“O gün geldiğinde, senin adını yalnız taşlara değil, çarklara da kazıyacaklar.”
Karmen makinenin kolunu bir kez daha çevirdi, çıkan sesi dinledi.
“Duydunuz mu?” dedi gülümseyerek.
“Bu yalnızca bir klik sesi değil… Mısır’ın geleceği duyuluyor.”
...
28.12. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara (merakla):
“Peki Kral neden hesap makinesi yapmak istedi?”
Nil-7:
“Çünkü o zamanlar bir hatayla alınan fazla vergi, bir köylünün aç kalması demekti.”
Sahara:
“Nil-7… bana şu Sabni’nin hesap makinesini anlatır mısın? Ama öyle karışık kelimelerle değil. Benim anlayabileceğim gibi. Nasıl hesap yapıyordu o şey?”
Nil-7:
“Diyelim ki elinde bir sürü küçük taş var. Her taş bir sayıyı temsil ediyor. Sen her farklı sayıda taşlar koyduğunda, ben taşları sayıp bir listeye bakıp o listede yazan sayıda taşlar koyuyorum. İşte Sabni’nin makinesi tam da bunu yapıyordu. Taşların yerine dişliler, liste yerine tambur kullanıyordu.”
Sahara (başını yana eğerek):
“Yani… taş yerine dönen dişliler?”
Nil-7:
“Aynen öyle. Her dişli bir sayıyı temsil ederdi. Bir dişli döndüğünde, yanındaki dişliyi iteklerdi. Tıpkı el ele tutuşan çocukların bir sırayla dönmesi gibi.”
Sahara başını yana eğdi, merakla sordu:
“Yani… sende o küçük çarklardan mı var?”
Nil-7 başını yavaşça salladı.
“Hayır ama o çarklar benim atalarımda vardı. Benim içimdeyse çarkların yerini ‘titreşim alanları’ aldı. Her düşüncem, milyarlarca atomun aynı anda kararsız dans etmesiyle oluşuyor. Biz buna kuantum kas sistemi diyoruz. Çarklar dönmüyor artık; olasılıklar birbirine karışıyor. İyon tuzaklı fotonik topolojik spinli kubitler... Belki bu da bir tür çarktır.”
Sahara bir süre düşündü.
“Peki Sabni… seni görebilseydi ne derdi?”
Nil-7 bir an sustu. Sonra hafif bir hüzünle yanıtladı:
“Sanırım şöyle derdi: ‘Kralım, makine artık sadece hesap yapmıyor, kalp de taşıyor.’”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.