SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Gece, Nil'in kenarındaki ormanın derinliklerinden gelen uğultularla doluydu. Khaalid, her zamanki gibi derin bir uykuya dalamıyordu. Savaşın ardından gelen sükûnet, onun zihnine huzur vermiyordu. Bir his, ruhunun derinliklerinden gelen bir uyarı, onu uyanık tutuyordu. Gözlerini kapattığında bile, yaklaşan bir fırtınanın gölgesi zihnine düşüyordu. Ateşin közleri titrek ışıklar saçarken, ağaçların gölgeleri uzun parmaklar gibi yere uzanıyordu.
Tam o sırada, karanlığın içinden aniden iki kehribar göz belirdi. Gözlerin sahibi, bir gölge gibi sessizce duran leopardı. Khaalid korkuyla ürperdi ama hayvan saldırmıyor, sadece ona bakıyordu. Garip bir şekilde, geri çekilip birkaç adım atınca, leopar da hareket etti. Sanki onu bir yere götürmek istiyordu. Gözleri, konuşmadan "Gel" diyordu. Khaalid, kemerindeki baltayı yokladı, adımlarını sessizce attı ve merakla leoparın peşinden gitti..
Leopar, su gibi süzülerek ilerliyordu. Ay ışığı, onun sırtındaki benekleri gümüş rengine boyuyordu. Khaalid, genç bir avcı gibi, her bir dala basışında bile toprağın sesini dinliyordu. Ormanın içinden nehre giden, ayak izleriyle belirginleşmiş patikaya ulaştılar.
Nehir kıyısına yaklaştıklarında, alçak sesler duydu. Suyun kenarında iki adam, hafifçe eğilmiş bir şekilde konuşuyordu. Hemen yere çöktü ve çalıların arasına gizlendi. İki adam, suyun kenarında fısıldaşıyordu. Tanıdık yüzlerdi. Bu iki haydut, Khaalid'in tavsiyesiyle idam edilmek yerine, köylerde tarlalarda ağır işlerde çalıştırılmakla cezalandırılmıştı.
Leopar, Khaalid'in hemen yanında, bir kaya gibi hareketsiz bekliyordu. "Biliyor musun... Bu işin bir anlamı yok," diye fısıldıyordu adamların ilki. Sesi pişmanlık doluydu. "Kral bize bir şans verdi. İdam sehpasından indirdi."
Diğeri, gözleri öfkeyle parlayan bir adamdı. "Ama kampın yerini biz söyledik. Arkadaşlarımız öldü. Liderimiz... bizim yüzümüzden. Bu, onurumuza ihanet değil mi?"
"Onur mu?" diye alaycı bir şekilde güldü ilk adam. "Onur ölmüşken, biz hâlâ nefes alıyoruz. O şansı boşuna mı verdiler? Biz yeniden insan olabiliriz. Kendi hayatımızı kazanabiliriz."
"Ya hayatta kalanlar?" diye sordu ikincisi, sesi titriyordu. "Onlar bizi bulursa? Ailelerimiz..."
"O zaman saklanırız, kaçarız... Ama kralı öldürmek çözüm değil. Sadece daha fazla kan. Ben bitirdim bu işi. Ne olursa olsun eski günlere dönmeyeceğim."
İkinci adam, derin bir nefes aldı. "Haklısın... Bundan sonra temiz bir hayat. Nehirden balık tutmak, toprak sürmek. Belki çocuklarımız olur..."
Tam bu sırada, Khaalid'in saklandığı çalılıklardan ayağının altından hafif bir çıtırtı sesi geldi. İki haydut irkildi. Gözleri o yöne doğru döndü. "Ne oldu?" diye sordu ilki, sopasına uzanarak.
"Bir şey yok, sadece bir kuştur," diye geçiştirdi diğeri. İki adam da durumu önemsemedi ve konuşmalarına devam etti. "Haydut kampından kurtulanlar, içeriden biri onlara haber sızdırıyor. Ne zaman, nerede olacağını biliyorlar," diye devam etti ikincisi. "Zehirli bir ok ile tek atışla kralı indirmeyi planlıyorlar."
"Bu kez kimse kurtaramayacak, demişler. Çünkü içeridekiler onlara güveniyor."
Khaalid, artık durumu tam olarak anlamıştı. Çalılıkların arasından sessizce çıktı. Leoparın gözleri arkasında parlıyordu. Adamlar birden onu görünce irkildi. Khaalid, bir hayalet gibi, alçak bir sesle konuştu: "Sizi parçalayıp nehirdeki timsahlara atmamak için bana hemen konuşacaksınız."
İlk haydut, ellerini kaldırarak "Biz yapmayacağız! Vazgeçtik! Temiz bir hayat istiyoruz..." diye yalvardı. Khaalid, onu sertçe kesti: "Beni ilgilendirmez. Şimdi o planı kim yapıyor, nasıl yapıyor... Her şeyi söyleyeceksiniz."
İkinci haydut, ter içinde titreyerek "Haydut kampından kurtulanlar var. İçeriden biri onlara haber sızdırıyor. Ne zaman, nerede olacağını biliyorlar. Biz sadece... sustuk," diye itiraf etti.
Khaalid, bir adım daha yaklaştı. Yüzünde hiçbir duygu yoktu ama gözleri bir avcı gibiydi. Sesi, haydutların korkusunu katladı: "İçerideki kim? Adını söyleyin. Kim Kral Kwakwu'ya ihanet ediyor? Sarayda bu bilgiye kim sahip olabilir? Konuşun!"
İlk haydut, başını olumsuz anlamda salladı: "Bilmiyoruz! Yemin ederiz bilmiyoruz. Onlar bize sadece 'İçeriden birimiz var' dediler. Hiçbir zaman isim söylemediler."
Khaalid'in bakışları, bir an için haydutun yalan söylemediğini anladı. Ancak bu yetmezdi. "Öyleyse bana o haberi getiren kişinin nerede olduğunu, nasıl göründüğünü anlatın. En ufak bir ipucu, en ufak bir detay bile söyleyin! Yoksa o timsahlar, sizinle beslenmek için bekliyor olacak."
İki haydut, korkuyla birbirlerine baktılar. Birbirlerinin gözlerinde, kaderlerinin Khaalid'in elinde olduğunu görüyorlardı. Biri yutkundu ve konuşmaya başladı: "Bir haberci... Bize sadece bir haberci geldi. Yüzünü görmedik. Kendini gizliyordu. Ama sırtında... sırtında yara izleri vardı. Haydutların işkence izleriydi. Belli ki onlardan biriydi."
Khaalid, bu detayı zihnine kazıdı. Sarayda, geçmişte haydutluk yapmış, işkence görmüş ve şimdi intikam peşinde olan bir hain vardı. Bu bilgi, haydutların itiraf etmesi gereken her şeydi. Khaalid bir adım geri çekildi. "Gördüğünüz gibi, gözüm her an üzerinizde. En ufak bir hata... timsahlar. Anlaşıldı mı?"
Haydutlar, tek bir ağızdan "Anlaşıldı..." diye cevap verdiler. Khaalid, bu haydutların gözlerinin içine bakarak onlara şunu açıkça anlattı: "Affedilmiş olmak, özgür olduğunuz anlamına gelmez. Bir yanlış adımınız, son adımınız olur."
22.2. CASUSUN İZİNDE
Khaalid, Nil kıyısındaki o duyduklarından sonra hemen devesine atlayıp saraya doğru dört nala sürdü. beyninde yankılanan haydut fısıltıları, zehirli ok ve dehşet verici hayallerle doluydu. Sarayın geniş taş koridorları, meşalelerin titrek ışığında bir labirent gibi uzanıyordu. Her şey sakin ve asil görünüyordu ancak Khaalid’in içgüdüleri, bu sükûnetin ardında gizlenmiş bir fırtınanın olduğunu fısıldıyordu. Her köşe başında, her meşale ışığının gölgesinde krala yönelmiş bir tehlike hissediyordu.
Kral Kwakwu'nun huzuruna çıktığında, salonun görkemi karşısında bile dik duruşunu bozmadı. Gözleri kralın gözlerindeydi. Khaalid (Sesi kararlı, ama alçak ve saygılı): "Yüce hükümdar... Geceleyin leoparı takip ettim. Beni Nil kıyısına götürdü. Orada iki eski haydut konuşurken gizlenip dinledim ve onları yakalayıp sorguya çektim. Haydut kampı baskınından kurtulanlar tarafından size suikast planlandığını öğrendim. İçinizde bir hain var. Ava çıkacağınız zamanı yalnızca içeriden biri bilebilirdi. Bu gece onu bulmam gerekiyor."
Kral, tahtında hafifçe öne eğildi. Gözleri, Khaalid’in yüzünde en ufak bir tereddüt ya da şüphe izi arıyordu. Fakat Khaalid'in gözlerinde, sadece gerçeğin yansıması vardı. Kral Kwakwu (Sesi tok ve sorgulayıcı): "İçeride hain olduğuna kanıtın var mı, Khaalid? Sadece haydutların sözlerine güvenerek bir adamımı suçlayamam."
Khaalid (Başını kaldırmadan, omuzlarındaki ağırlığı taşıyarak): "Henüz değil. Ama bulacağım."
Kral Kwakwu, Khaalid'in bu sözleri üzerine derin bir nefes aldı. Bu mantık, sadece bir savaşçının değil, aynı zamanda empati yeteneği gelişmiş bir liderin yaklaşımıydı. Kral, başıyla onayladı. Kral Kwakwu (Sesi bir emirdi): "O hâlde bu gece, sarayın gölgeleri senin olsun, Khaalid. Bana haini getir."
O gece, Khaalid'in yurdu olan Nil'in suları ve çölün kumları yerine sarayın soğuk taşları onun avlanma alanıydı. Khaalid, avluyu, muhafızların nöbet noktalarını sessizce dolaştı. Adımları, taş zeminde hiçbir iz bırakmıyor, kulakları en ufak bir fısıltıyı, en ufak bir tıkırtıyı bile yakalamak için tetikteydi. Gölgeler onun pelerinin bir parçasıydı, onu görünmez kılan bir zırh gibiydi.
Ateşin uzağında, iki muhafızın gölgesini gördü. Birbirlerine dönmüş, alçak sesle konuşuyorlardı. Khaalid, bir kaya gibi hareketsiz kalarak kulak kesildi. İki muhafızın da konuşmaya katıldığını ve suça ortak olduğunu hemen anladı. Birinci Muhafız (tiz bir fısıltıyla): "Eğer çocuklarımıza zarar gelirse..."
İkinci Muhafız (korkuyla ama kararlı bir şekilde): "Tamam... Sadece zamanını söyledim. Geri kalanını bilmeyecekler. Onlar da çocuklarıma dokunmayacaklar."
İki muhafızın da konuşmaya katıldığını ve suça ortak olduğunu anladı. İlk muhafızın korkuyla ailesinden bahsetmesi, diğerinin ise soğukkanlılıkla "sadece zamanını söyledim" demesi, Khaalid'e aradığı lider-itaatçi ikilisini vermişti. Bu, onun aradığı sesti. Artık harekete geçme zamanıydı. Khaalid, bir avcı gibi sessizce geri çekildi. Leopar, bir gölge gibi onun yanındaydı. Khaalid, gece boyu onları izlemek yerine, haydutları konuşturacak bir plan yaptı.
Khaalid, sarayın muhafız birliklerinin komutanına gitti ve durumu anlattı. Komutan, şaşkınlıkla Khaalid'i dinledikten sonra, onun planını onaydı.
İki muhafız, sarayın muhafız birliklerinin gözetiminde sorgu odasına getirilmiş, içeride bekliyorlardı. Khaalid, yanındaki iki muhafızla birlikte, casus muhafızların tutulduğu hücreye yaklaştı. Zindanların nemli ve soğuk havası, Khaalid'in yüzüne vurdu. Meşalelerin ışığı, demir parmaklıklarda ürkütücü gölgeler oluşturdu. Oda, sadece bir tahta kütük masa ve taş sandalye ile basittir. Khaalid, karşısındaki sazdan yapılmış sedire oturdu, gözleri bir kartal gibi iki haydutun üzerinde dikildi. Khaalid (Sesi sert ve tehditkardır.): "Ölmek istemiyorsanız, bana her şeyi anlatacaksınız. Kiminle irtibat içindesiniz? Haydutların nerede saklandığını ve ailenizin nerede tutulduğunu biliyorum. Bu yalan söylenmesi gereken bir an değil."
İlk muhafız, korkudan titrer. Diğeri ise sessizdir. Khaalid (Soğukkanlılıkla, diğer muhafıza döner.) Çocukların için endişeleniyorsun, değil mi? Söyle bana, onları haydutların elinde bırakmakıp ölmek mi istersin, yoksa onları kurtarmak için bize yardım etmek mi? Onların yeri hakkında bir bilginiz var mı?
İkinci muhafız, hala sessizdir, ancak yüzündeki ter damlaları endişesini ele verir. Khaalid (Birinci muhafıza döner.): "Konuş! O bilgiyi kime verdin? Haydut kampından kurtulanlar, seni nasıl buldu? Bilgiyi nerede verdin?"
Birinci Muhafız (Gözleri yaşlı bir şekilde.): "Bir haberci... Bize geldi... Bizi tehdit etti. Ailemizi öldürmekle tehdit etti. Bilgiyi, ormanın derinliklerindeki bir taşın altına koyduk. Sadece zamanını söyledim... Kiminle irtibat halinde olduklarını bilmiyorduk..."
Khaalid (İkinci muhafıza dönerek, sesi bir kılıcın çelikten sesi kadar keskindi.): "Sen? Çocuklarının nerede olduğunu biliyor musun?"
İkinci Muhafız (Sessiz kalır, başını eğer.) Khaalid (ayağa kalkar, masaya sert bir şekilde vurur.): "Bu kadar... Sadece bu kadar mı? Bir asker olarak ihanet ettin!"
Khaalid'in Yöntemi Khaalid, zekasını kullanarak iki muhafızı da birbirine düşürmeyi planlar: "Sizden biri yalan söylüyor. Söyleyin hanginiz. Yoksa ikinizi de aynı cezaya çarptıracağım." der. Bu taktik sözle, iki muhafız da birbirini suçlamaya başlar. Birinci Muhafız: "O liderdi! O... O bana ailemi tehdit ettiklerini söyledi."
İkinci Muhafız: "Hayır! O yalan söylüyor! Kendini kurtarmak için bana iftira atıyor!"
Khaalid, ikisinin de suçlu olduğunu bilir. Amacı, sadece bilgi almak değil, aynı zamanda aralarındaki bağı kırıp onları zayıflatmaktır.
Ertesi sabah, Khaalid tekrar kralın huzuruna çıktı. Sarayın büyük salonuna adım attığında, arkasındaki ağır kapılar kapandı. Yanında iki muhafız, ortalarında zincire vurulmuş iki adam vardı. Casus muhafızların yüzü, işlediği suçtan korku ve utançla buruşmuştu. Khaalid (Sesinde bir savaşçının kararlılığı vardı): "Efendimiz, işte içerideki casuslar. Suçlarını itiraf ettiler. Ava gideceğiniz zamanı haydutlara o söylediler."
Kral Kwakwu'nun kaşları çatıldı. Salon, bıçakla kesilmiş gibi bir sessizliğe gömüldü. Suçlanan muhafızlar, gözleri yaşlı, dizlerinin üzerine çöktüler. Muhafız (Titrek bir sesle): "Onlar benim oğlumu, eşimi kaçırdılar, ellerindeler. Haber verirsen ölmüş bil dediler. Ne yapsaydım? Onları öldürmelerine izin mi verseydim?"
Kral uzun bir süre konuşmadı. Khaalid'in söyledikleri doğruydu. O, bir babaydı. Ama bu, ihanetini değiştirmiyordu. Kralın yüzünde, krallık görevinin getirdiği ağır sorumlulukla, insanlık vicdanının çatışması belirginleşti. Kral Kwakwu (Ağır bir sesle): "Bir baba olarak seni anlıyorum. Ama bir kral olarak seni affedemem."
Yine de ölüm emri vermedi. Khaalid'in ona getirdiği yeni bakış açısıyla, sadece bir ihanet değil, aynı zamanda bir trajedinin de söz konusu olduğunu anlamıştı. İhaneti affetmedi. Muhafız görevden alındı. Zindana atılacaklardı ve aileleri bulunup kurtarılacaktı. Ve o günden sonra kral, güvenliği iki katına çıkardı. Sarayın koridorlarında artık gölgeler bile daha temkinliydi.
22.3. KRAL AVDA
Kral Kwakwu: "Yarın ava çıkmıyoruz öyleyse."
Khaalid (düşünceli bir şekilde krala dönerek): "Tam aksine. Yarın, sadece bir kral ile değil, onbir kral ile ava çıkacağız. Muhafızlardan biri, şaşkınlıkla sordu: "Ama nasıl yapacağız bunu? Kralımızdan sadece bir tane var." Khaalid: "Her bir muhaffız, Kral Kwakwu gibi giyinecek, onun gibi konuşacak ve onun gibi davranacak."
Khaalid gülümseyerek: "Görünüşünüz aynı olacak. Yeleleriniz aynı uzunlukta kesilecek, kaftanlarınız birebir aynı olacak. Sizler, sadece Kral'ın kopyaları olmayacaksınız; onun ruhunu taşıyacaksınız. En ufak bir detayı bile atlamayacağız."
Khaalid, planın en kritik parçasını açıkladı: "Gerçek Kral Kwakwu ise on birinci atlı olarak aramızda olacak. Ancak en arkada, en korunaklı pozisyonda duracak. Suikastçı için, on bir hedef arasından doğru olanı seçmek imkansız hale gelecek. Kararsız kaldığı an, harekete geçeceğiz."
Kral Kwakwu: "Khaalid sen tam bir dehasın. Yarın bu planı uyguluyoruz. Hazırlıklara hemen başlayın."
Şafak sökmeye başladığında, kampın içinde alışılmadık bir hazırlık vardı. Çadırların etrafında toplanan Kral Kwakwu'nun on koruması, baştan aşağı kralın giysilerine bürünmüştü. Aynı işlemeli deri zırhlar, aynı kırmızı ve altın renkli kaftanlar, hatta tüy süslemeli miğferler bile en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Onların yüzlerine bakan bir yabancı, gerçek kralın hangisi olduğunu asla ayırt edemezdi. Khaalid, bu dehanın mimarıydı. Planın her adımını bizzat denetlemişti. Atların yeleleri bile aynı uzunlukta kesilmiş, hepsi kralın meşhur atı gibi süslenmişti. Ormanın derinliklerinde bekleyen suikastçılar için bu bir kâbus olacaktı.
Av başladı. Güneşin ilk ışıkları, ağaçların arasından süzülerek toprak yolu altın bir şerit gibi aydınlatıyordu. Kuşlar, telaşla havalanıyor, yaprakların arasında hafif bir rüzgar uğulduyordu. Fakat bu huzur sadece yüzeydeydi. Gerçekte, ormanın her köşesi, gerilmiş bir yay gibi gergin gizlenmiş askerlerle doluydu. Khaalid, atının üzerinde, taş baltası, elinin altında sessiz bir bekleyişle duruyordu.
Suikastçı, çalı kümesinin gölgesinin arasında pusuya yatmış, zehirli okun soğuk ve ölümcül ucunu hedefine doğrultmuştu. Ancak önlerindeki manzara, planını altüst etti. Onbir atlı, her biri bir kral edasıyla ilerliyordu. Bir "kral" atının üzerinden yere atlayıp bir çiçeği kokladı. Başka biri, koca bir kahkaha atarak geriye baktı. Bir diğeri, aniden atını mahmuzlayarak ormanın içine doğru hızlandı. Okçunun hain bakışları sağa sola kaydı; oku kime fırlatacağını kestiremiyordu. Bir anlık kararsızlık, tüm düzenini bozdu. Zira kimin kral olduğunu bilemediği için, kralı öldürme misyonu başarısız olacaktı.
Suikastçı, çalıların gölgesinde pusuya yatmış, yayını gergin tutarken mırıldanıyordu: “Hangi kral? Hepsi aynı… Bu bir tuzak olmalı.”
Zehirli okun ucu, on atlı arasında kararsızca geziniyordu; her biri kral gibi giyinmiş, kral gibi hareket ediyordu: “Birini seç, aptal,” diye kendi kendine fısıldadı, ter alnından süzülürken. Ancak ormanın sessizliğinde bir gariplik sezdi. Yaprakların hışırtısı, rüzgârdan değil, gizlenmiş askerlerin varlığından geliyordu. ”Buldular beni,” diye homurdandı, kalbi göğsünde küt küt atarken. Paniğe kapılarak yayını indirdi, çalıların arasından fırladı ve atına atladı. ”Kaçmalıyım, hemen!” diye bağırdı kendi kendine, atını mahmuzlayarak ormanın derinliklerine daldı.
Khaalid, suikastçının bu telaşlı kaçışını keskin gözleriyle yakaladı. Khaalid, onu bir gölge gibi takip etti. Dudaklarında sakin bir tebessüm belirdi; planı kusursuz işliyordu. Devesini mahmuzladı, dalların ve yaprakların arasında bir gölge gibi ilerledi. Deve, her engelin yanından ustaca geçiyordu.
Suikastçı: ”Bu lanet olası orman!” diye küfrederek zigzaglar çiziyor, ağaçların arasında yavaşlıyordu. Khaalid, tam o anda devesinden sessizce atladı, taş baltasını elinde sıkıca tutarak yaklaştı. Suikastçı, arkasını döndüğünde Khaalid’in gölgesini gördü ve ”Hayır, hayır!” diye haykırdı, ama çok geçti.
Khaalid, tek bir çevik hamlede adamı yere serdi, Suikastçı yerinden hızla kalkıp zehirli oku doğrultmaya çalışırken Khaalid üzerine atladı. Boğuşma kısa ama şiddetliydi; toprakta yuvarlandılar, çamur ve yapraklar etrafa savruldu. Suikastçı, son bir çabayla Khaalid'in boğazına sarıldı. Fakat Khaalid'in gücü ve ustalığı karşısında çaresizdi. Sonunda, Khaalid dizini adamın göğsüne bastırdı, Mızrağını boğazına dayadı. "Bitti," diye fısıldadı Khaalid, sert bir nefesle. Ormanın sessizliği, suikastçının boğuk hırıltısıyla bölündü.
Khaalid, suikastçıyı yere serdikten sonra soğukkanlılıkla doğruldu, mızrağını hâlâ elinde tutarak etrafı kolaçan etti. Ormanın derinliklerinde, gizlenmiş askerler sessizce pozisyonlarını koruyor, her an yeni bir tehlike ihtimaline karşı tetikte bekliyordu. Khaalid’in gözleri, suikastçının atının uzaklaşan siluetine takıldı; hayvan, sahibinin yakalanışıyla paniğe kapılmış, ormanın içinde kaybolmuştu. “Bir tane daha olabilir,” diye düşündü Khaalid, içgüdüleri hâlâ alarmda. Ama şimdilik tehlike bertaraf edilmişti.
Kral Kwakwu, on birinci atlı olarak en arkada, korumaların gölgesinde güvenli bir şekilde duruyordu. Khaalid’in planı, suikastçıyı şaşırtmakla kalmamış, onun kaçışını da bir tuzağa dönüştürmüştü. Khaalid, bağlı suikastçıyı yere çömelerek inceledi. Adamın gözlerinde korku ve öfke karışımı bir ifade vardı. “Beni nasıl buldun?” diye sordu Khaalid, sesi keskin ama sakin. Suikastçı dişlerini sıktı, cevap vermedi. Khaalid, acele etmedi; bu adam konuşacaktı, er ya da geç. Kral’a doğru ilerlerken, muhafızlar Khaalid’e saygıyla yol açtı. Kwakwu, atından inmiş, kaftanının altın işlemeleri güneş ışığında parlıyordu. “Khaalid,” dedi kral, sesinde hem hayranlık hem de rahatlama, “seni bir kez daha yanıltmadım. Bu plan… akıl almazdı.” Khaalid başını hafifçe eğdi, tevazuyla. “Yüce hükümdar, asıl mesele sizi korumaktı. Haydutlar tuzağı kurdu, ama biz onların oyununu bozduk.”
Khaalid’in aklı, haydutların planına takılıydı. Suikast girişimi, sadece bir adamın işi olamazdı; bu, daha büyük bir komplonun parçasıydı. Haydutların, Kral Kwakwu’yu av sırasında pusuya düşürmek için aylardır hazırlandığını biliyordu. Ama Khaalid, bu bilgiyi nasıl avantaja çevireceğini çözmüştü. On bir kral taktiği, sadece suikastçıyı şaşırtmakla kalmamış, aynı zamanda haydutların planını açığa çıkarmıştı. “Bu adamı konuşturacağız,” dedi Khaalid, muhafızlara işaret ederek. “Ve diğerlerini bulacağız.”
Ormanın sessizliği, zaferin sakinliğiyle doluyordu. Khaalid, taş baltasını kemerine yerleştirirken, gözlerini ufka dikti. “Bir sonraki hamle bizim,” diye mırıldandı. Kral Kwakwu’nun güvenliği sağlanmış, ama Khaalid için savaş henüz bitmemişti. Haydutların gölgeleri hâlâ ormanda saklıydı, ve Khaalid, onların peşine düşmeye hazırdı.
22.4. SORGULAMA
Ay, bulutların ardına saklanmış, ormanı zifiri karanlığa boğmuştu. Suikastçı, elleri bağlı, Kral Kwakwu’nun çadırının önünde diz çökmüş, başı öne eğik duruyordu. Yüzünde öfke, gözlerinde ise bastırılmış bir korku parlıyordu. Khaalid, ağır adımlarla yaklaştı; taş baltası kemerinde, mızrağı elinde, gözleri haydudun ruhunu delip geçiyordu.
Khaalid, sert ama kontrollü bir sesle, ”Kadın ve çocukların kaçırıldığı haydut kampının nerede olduğunu şimdi bana söyleyeceksin,” dedi. ”Yoksa ölmek için yalvarman, hayatta kalmak için yalvarmandan daha uzun sürecek.” Suikastçı dudaklarını sıktı, bakışlarını yere indirdi. Khaalid bir adım yaklaştı, eğildi, boğazını mengene gibi sıktı. Fısıldar gibi, buz gibi bir tonla devam etti: ”Bildiklerini içinde tuttuğun sürece, bu son nefesini de içinde tutacaksın. Şimdi dışarı çıkarırsan… belki bir hayatta kalmak için şansın olur.”
Suikastçının direnci çatırdadı. Gözleriyle konuşacağını işaret ettiğinde Khaalid adamın boğazını bıraktı. Öksürerek, nefesi titrek, sesi kırılgan, ”Nehrin kuzeyinde… kayalıkların ardında,” dedi. ”İkinci kamp… Orada rehineler var.” Kelimeler ağzından zorla dökülürken, gözleri korkuyla doluydu. Kral Kwakwu, kaşlarını çatarak Khaalid’e döndü. ”Bu doğru mu?” diye sordu, sesinde hem merak hem de öfke. Khaalid başını hafifçe salladı. ”Doğru olduğunu öğreneceğiz,” dedi, gözleri kararlılıkla parlayarak.
Kral, çadırın içindeki muhafızlara bakarak, ”Bu görevi üstlenmek isteyen var mı?” diye sordu. Khaalid, bir an bile tereddüt etmeden öne çıktı. ”Ben giderim, Yüce efendimiz,” dedi. ”Sessiz olmalı. Hızlı olmalı. Bu gece bu işi bitiriyoruz.”
22.5. Gece Baskını
Gece, bir ölüm örtüsü gibi ormanın üzerine çökmüştü. Ay ışığı, bulutların ardında kaybolmuş, yalnızca yıldızların soluk parıltısı yol gösteriyordu. Khaalid, seçtiği usta on savaşçıyla birlikte, gölgeler gibi sessizce ilerliyordu. Her biri, siyah kaftanlara bürünmüş, yüzleri kömürle karartılmış, adımları toprağa gömülüyordu. Ormanın tek sesi, uzaktan gelen nehrin hırçın uğultusuydu. Khaalid’in gözleri, bir atmaca gibi çevreyi tarıyor, en ufak bir kıpırtıyı bile kaçırmıyordu. Kamp, kayalıkların ardında belirdi. Çadırların arasında cılız ateşler yanıyor, duman gökyüzüne süzülüyordu. Nöbet tutan haydutlar, ellerinde mızraklarla, ateş ışığında parlayan gözlerle devriye geziyordu. Khaalid, elini kaldırarak timini durdurdu. Parmaklarıyla işaret verdi: iki yana dağılın, sessizce yaklaşın. Savaşçılar, birer hayalet gibi hareket etti. İlk nöbetçi, Khaalid’in taş baltası tanıştığında, tek bir ses çıkaramadan yere yığıldı. İkinci nöbetçi, arkadan yaklaşan bir gölgenin elinde kayboldu; obsidyen hançer sessizce işini gördü.
Khaalid, çadırların arasına süzüldü. Rehineler, bir köşede iplerle bağlı, korkuyla titriyordu. Khaalid’in kemik bıçağı, ipleri keserken bir fısıltı gibi hareket etti. Yaşlı bir kadın, gözyaşları içinde, ”Tanrı sizi korusun…” diye mırıldandı. Ama o an, kampın derinliklerinden bir haykırış yükseldi: ”Saldırı!” Gecenin sessizliği, silahların çarpışmasıyla paramparça oldu.
Kısa ama vahşi bir çatışma patlak verdi. baltalar, mızraklar karanlıkta kıvılcımlar saçarak dans ediyordu. Khaalid, kampın lideri olduğunu anladığı iri yapılı bir haydutu karşısına aldı. Adam, devasa baltasını savurdu; hava, ölümün ıslığıyla doldu. Khaalid, çevik bir hareketle yana kaydı, saldırıyı boşa çıkardı. Bir anlık açıkta, dizini haydudun karnına gömdü, bileğini kavrayarak baltasını düşürdü. Mızrağı, şimşek gibi parlayarak adamın boynuna dayandı. ”Bitti,” dedi Khaalid, sesi geceyi kesen bir bıçak gibi.
Haydutlar, birer birer teslim oldu. Khaalid’in timi, kampı alevlere teslim etti; çadırlar, gökyüzüne yükselen alevlerle yandı. Ateşin çıtırtıları, haydutların yenilgisinin şarkısı gibiydi. Rehineler, özgürlüklerine kavuşmuş, Khaalid’in ardında sessizce yürüyorlardı. Orman, zaferin ağırlığıyla suskundu.
Sabaha karşı, Khaalid ve timi, rehinelerle birlikte kraliyet kampına döndü. Yanan kampın dumanı, ufukta hâlâ görünüyordu. Kral Kwakwu, çadırının önünde durmuş, onları bekliyordu. Gözlerinde derin bir takdir parlıyordu. ”Khaalid,” dedi, sesi gururla doluydu, ”Sen sadece hayatımı değil, halkımın onurunu, geleceğini kurtardın. Batı Nil Komutanlığı sana emanet. Bu, senin zaferin.” Khaalid, başını eğdi, her zamanki tevazusuyla. ”Görevim halkı korumak, Efendimiz,” dedi sessizce. Sonra, bir an için dönüp ormana baktı. Gölgeler hâlâ orada, pusuda bekliyor olabilirdi. Ama Khaalid, hazırdı. Her zaman olacağı gibi.
22.6. BATI NİL KOMUTANI
Güneş, ufukta bir ateş denizi gibi yükseliyor, sarayın altın kubbelerini eritircesine parlıyordu. Şehrin büyük meydanı, uzak diyarlardan gelenlerle dolup taşıyordu. Tüccarların renkli tezgâhları, zanaatkârların aletlerinin çınlamaları, çiftçilerin toprağın kokusunu taşıyan adımları… Hepsi, tek bir amaç için birleşmişti: Kral Kwakwu’nun çağrısına kulak vermek. Meydan, bir kalp gibi atıyor, beklentiyle nabzı hızlanıyordu.
Kral Kwakwu, sarayın en yüksek basamağına çıktı. Kırmızı ve altın kaftanı, sabah ışığında bir alev gibi dalgalanıyordu. Elini kaldırdı; meydan, bir anda derin bir sessizliğe gömüldü. Sanki rüzgâr bile durmuş, sadece kralın gür sesini taşımak için bekliyordu.
“Halkım!” diye gürledi Kwakwu, sesi taş duvarlarda yankılanarak gökyüzüne yükseldi. ”Bugün, sadece benim hayatımı değil, krallığımızın şerefini, halkımızın geleceğini kurtaran bir yiğidi huzurunuza çağırıyorum! Bu adam, hainlerin gölgelerini dağıttı, pusuya yatmış elleri zincire vurdu, rehinelerimizi özgürlüğüne kavuşturdu! O, cesaretin ve zekânın yaşayan timsali! Bugünden itibaren, Batı Nil Komutanlığı ona emanet: Khaalid!”
Meydan, bir volkan gibi patladı. ”Yaşasın Khaalid!” nidaları, gökyüzünü yırtarcasına yükseldi. Kalabalığın coşkusu, taşları titretiyor, dalga dalga yayılan alkışlar ormanın sınırlarına kadar ulaşıyordu. Çocuklar omuzlara alınmış, kadınlar ellerindeki çiçekleri havaya savuruyor, askerler mızraklarını gökyüzüne kaldırıyordu. Bu, bir zaferin ötesindeydi; bu, bir efsanenin doğuşuydu. Khaalid, ağır ve kararlı adımlarla kürsüye çıktı. Siyah kaftanının kenarları rüzgârda usulca dalgalanıyor, taş baltası kemerinde sessiz bir tehdit gibi duruyordu. Yüzünde ne bir gurur gülümsemesi, ne de övünç dolu bir bakış vardı; sadece görevini yerine getirmiş bir savaşçının sarsılmaz dinginliği. Gözleri, kalabalığı tararken, bir an için meydanın en uzak köşesine kaydı. Orada, gölgelerin arasında, altın benekli tüyleriyle bir leopar duruyordu. Kwakwu’nun totem hayvanı, krallığın koruyucu ruhu. Dev gözleri, sanki her şeyi görüyor, her şeyi onaylıyordu. Khaalid, kimsenin fark etmediği o kısa anda, leoparın gözlerine kilitlendi. Hayvan, başını hafifçe eğdi ve… göz kırptı. Bu, sıradan bir an değildi; bu, kadim bir bağın, sessiz bir anlaşmanın mührüydü. Khaalid’in dudaklarında, sadece bir an için, belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Kalabalığın coşkusu arasında, içinden tek bir düşünce geçti: ”Bunun son olmadığını biliyorum.” Meydanın alkışları, gökyüzünü sarsarken, Khaalid elini kaldırdı. Sessizlik, bir kez daha meydanı sardı. ”Halkım,” dedi, sesi sakin ama bir fırtına gibi güçlü. ”Bu zafer benim değil, bizim. Krallığımız, bir olduğumuz için ayakta. Ve bir olduğumuz sürece, hiçbir gölge bizi yıkamaz.” Sözleri, kalabalığın ruhuna işledi; bir anne çocuğunu kucaklarken, bir savaşçı kılıcını sıkıca tutarken, bir çocuk hayranlıkla Khaalid’e bakarken gözyaşlarını tutamadı.
Uzakta, leopar sessizce gölgelerin içine çekildi, altın benekleri bir kez daha ışıldadı. Khaalid, kürsüden inerken, gözleri ufka dikildi. Haydutların gölgeleri belki bugün dağılmıştı, ama ormanın derinliklerinde, başka düşmanlar pusuda bekliyordu. Ve Khaalid, her zaman olduğu gibi, hazırdı. Krallığın koruyucusu, Batı Nil’in yeni komutanı, bir efsane olarak doğmuştu. Ama o, sadece bir şey biliyordu:
Savaş, asla bitmezdi. Bu, Khaalid'in efsanesinin sadece başlangıcıydı.
...
22.7. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: “Leopar Khaalid’i niye nehire götürdü? O leopar sen miydin?”
Nil-7: “Haha, Sahara, o leopar ben değildim, ama Nil’in ruhunu taşıyan bir dosttu! Khaalid’in kalbini hissetti, onu haydutların fısıltılarına götürdü. Belki benim uzak bir akrabamdı, kim bilir? Leoparlar, geceyi iyi dinler, sırları bulur!”
Sahara: “Khaalid niye çalıların arasında saklandı? Hemen çıkıp haydutları dövseydi olmaz mıydı?”
Nil-7: “Khaalid kurnazdı, Sahara! Çalıların arasında saklandı, çünkü suikastın sırrını öğrenmek istedi. Hemen dövseydi, kralı kurtaramazdı. Bir leopar gibi, önce avını izledi, sonra pençesini indirdi!”
Sahara: “Zehirli ok ne kadar korkunçtu? Khaalid onu görünce korktu mu?”
Nil-7: “Zehirli ok, çöl akrebinin zehriyle kaplıydı, Sahara – bir damlası kralı uyuturdu, sonsuza dek! Ama Khaalid korkmadı. Gözleri bir atmaca gibi keskin, kalbi Nil kadar güçlüydü. O oku buldu ve haydutları yere serdi!”
Sahara: “Niye on bir kral yaptılar? Bir sahte kral yetmez miydi?”
Nil-7: “Khaalid çok zekiydi, Sahara! On bir kral yaptı ki suikastçı kimi vuracağını şaşırsın. Yoksa sahte kral ölürdü. Her muhafız kral gibi giyindi, kral gibi yürüdü. Suikastçı, ‘Hangi kral?’ diye paniğe kapıldı ve kaçtı. Khaalid’in aklı, oklardan bile hızlıydı!”
Sahara: “Son bir soru! Leopar niye Khaalid’e göz kırptı? O da Khaalid’i tebrik etti mi?”
Nil-7: “Haha, Sahara, o leopar Nil’in ruhuydu, Khaalid’in cesaretini sevdi! Göz kırptı, çünkü ‘Aferin, Khaalid!’ dedi. Leoparlar, kahramanları tanır! Yarın başka bir hikâye anlatayım mı, içinde benim gibi bir leopar olsun?”
Sahara, ellerini çırptı. ”Evet! Ama Khaalid de olsun! Bu hikayenin devamını anlat.” Gözlerini kapadı. Uykuya dalarken odanın ışıkları kısıldı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.