SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Kral Karmen o gece yatağında sağa sola dönüp duruyordu. Dört yıl önceki o sahne, dumanın içinden göğe fırlayan ilk kutu, zihninde tekrar tekrar canlanıyordu. O anın heyecanı hâlâ damarlarında dolaşıyor, kulaklarında hâlâ o ıslık sesi çınlıyordu.
Balkonda haykırdığı söz kulağına geri gelmişti:
“Daha yükseğe!”
Ama aradan geçen dört yılda krallık bambaşka bir yola girmişti. Buharlı motorlar icat edilmiş, ilk fabrikalar çalışmaya başlamıştı. Elektrik kabloları saray koridorlarından şehre yayılmaya başlamıştı. Benzinli motorlarla arabalar yapılmaya başlanmış, köylerden şehre mal taşıyan atlı arabaların yerini gürültülü makineler almıştı. Alüminyum keşfedilmiş, gökyüzünün rengini hatırlatan bu hafif metal, bilginlerin ellerinde mucizelere dönüşüyordu.
Ama roket?
Hayır… Roketi daha ileri götürmeye zamanları olmamıştı.
Kral yerinden fırladı. Hizmetçilere emir verdi:
"Bana Başbilgini çağırın! Hemen, şimdi!"
Gece yarısı uykusundan kaldırılan Başbilgini, ince pijamaları içinde koşarak geldi. Saçları dağılmış, göz kapakları yarı kapalıydı ama kralın gözlerindeki parıltıyı görünce ayıldı.
Kral derin bir nefes aldı:
"O geceyi hatırlıyor musun? Kutunun göğe fırladığı anı?"
"Tabiyki hatırlıyorum efendim… Krallığımızın yeni çağının ilk işaretiydi."
Kral sesini yükseltti:
"Peki neden hâlâ göğe çıkamadık? Buhar motorları var, elektrikli arabalarımız var, alüminyumumuz var… Ama hâlâ o kutudan daha yükseğe çıkmadık!"
Başbilgini sustu. Bir süre düşündü. Sonra ağır ağır konuştu:
"Çünkü, efendim, gökyüzü ile uğraşmak sabır ister. Biz halkın ekmeğini çoğaltmak, hayatını kolaylaştırmak için motorlara yöneldik. Ama göğe çıkmak… O başka bir hayaldir."
Kral hiddetle ayağa kalktı, kollarını açtı:
"Hayaller benim işimdir! Sizin işiniz onları gerçeğe çevirmek!"
Odada derin bir sessizlik oldu. Sadece gece lambasının titrek ışığında Başbilgini’nin yüzündeki gölge kıpırdadı. Sonunda bilgin başını eğdi:
"O halde, yeniden roket işine dönelim. Buharı ve elektriği kullandık, petrol gazını öğrendik, alüminyumu işledik… Artık bu bilgilerle o kutuyu ve daha büyüklerini göğün ötesine taşıyabiliriz."
Kralın gözleri parladı.
"Başla o zaman! Sabah olur olmaz bütün bilginleri topla. Benim dört yıldır geceleri uykumu kaçıran hayalimi gerçeğe dönüştürün. Bana… Daha yükseğini verin!"
20.2. Bilginler Toplantısı
Sabah olduğunda sarayın büyük salonunda bilginler toplandı. Masanın ortasında dört yıl öncesinden kalma alınan notların yazıldığı parşömen ruloları, barut torbaları ve daha önce yapılmış küçük roket kutuları vardı. Kral, tahtında oturuyordu ama yüzündeki sabırsızlık her şeyi ele veriyordu.
Başbilgin Enlil-Hotep söze başladı:
"Efendim, dört yıl önce tesadüfen başlayan roket sanatı hâlâ kara barutla sınırlı. Buhar ve benzin bize yeni yollar açtı ama roket için hâlâ tek yakıt bu. Bugün onun sınırlarını test edeceğiz."
Sekhdukar hemen atıldı:
"Ben barutatı yaparken öğrendim ki kara barut, arabayı ileri yürütebiliyor. Ama patlamanın şiddeti çok dengesiz. Eğer roketlerde de aynı dengesizlik olursa… (bir an sustu, ellerini açarak) …ya göğe çıkarız, ya da havada parçalanırız!"
Tefnut gülerek ekledi:
"Yani ya yıldızlara, ya mezarlığa!"
Herkesin yüzü ciddileşti. Çünkü bu sadece bir şaka değildi, gerçek bir ihtimaldi.
Başbilgin parşömenine yeni bir çizim yaptı:
"Kara barutun gücü sınırlı. Tozun tanesi, havayla ne kadar hızlı karışırsa, o kadar hızlı yanar. Ama ne kadar yükseğe çıkarabiliriz? En iyi ihtimalle, yüzlerce metre. Belki biraz daha fazla. Ama ötesi yok."
Kral öne eğildi:
"O zaman sınırına kadar deneyin! Bana gökyüzünün kapısını açın. Patlamadan korkmayın."
Sekhdukar’ın gözleri parladı.
"Efendim, benim barutat deneyimlerimden faydalanabiliriz. Patlama şiddetini önce bir haznede toplayıp, dar bir ağızdan bırakmak gerek. Böylece gaz birden değil, yönlendirilerek çıkar. Yani… barut da nefes alıp verebilir!"
Başbilgin başını salladı.
"Güzel. Haftaya büyük meydanda en güçlü kara barut roketimizi yapacağız. Eğer göğe çıkmazsa, o zaman yeni ve daha güvenli yakıt arayışına girmemiz gerekecek."
Kral ayağa kalktı, sesi salonu doldurdu:
"O hâlde başlayın! Bugün göğün sınırını, yarın yıldızların kapısını zorlayacağız!"
Bilginler bir an sustu. İçlerinden bazıları barutun tehlikesini düşündü, bazıları göğün davetini. Ama hepsi, önlerinde yeni bir çağın durduğunu biliyordu.
20.3. Roket Tasarımı Üzerine Tartışmalar
Öğleden sonra kayıtlar salonunun büyük odasında ateşli bir tartışmaya dönüştü. Masanın etrafında toplanan bilginler, parşömen rulolarını açmış, küçük ahşap modellerle roket tasarımlarını sergiliyordu. Hava, mürekkep ve eski papirüs kokusuyla doluydu; dışarıda Nil’in suları hafifçe çalkalanırken, içeride fikirler fırtına gibi çarpışıyordu.
Başbilgin Enlil-Hotep, masanın ortasına bir ahşah roket modeli yerleştirdi. Model, dört yıl önceki kutunun geliştirilmiş haliydi: Uzun bir gövde, dar bir ağız ve içindeki barut haznesi. ”İşte başlangıcımız,” dedi. ”Ama kara barutun gücü sınırlı. Patlama değil, itiş gücü yaratmalıyız. Gazı kontrollü salıvermek için, hazneyi daraltalım ve bir valf ekleyelim; tıpkı Nil’in barajlarında suyun akışını yönettiğimiz gibi.”
Sekhdukar, modelin yanına eğildi ve bir parmakla hazneyi işaret etti. ”Doğru söylüyorsun, efendim. Ama valf yetmez. Barutun yanma hızını ayarlamalıyız. Daha ince toz yaparsak, yanma yavaşlar ve itiş uzar. Düşünün: Bir ok gibi fırlamak yerine, bir kartal gibi süzülmek!” Gözleri parlıyordu; barutla yıllarca uğraşmış biri olarak, bu onun tutkusuydı.
Tefnut, kaşlarını çatarak araya girdi. ”Yavaş yanma mı? Tehlikeli! Hatırlayın, geçen ayki barut denemesinde toz ince olunca, kazanda birikinti oluştu ve patlama neredeyse bizi yuttu. Hayır, ben diyorum ki alüminyumu kullanalım. Hafif gövdeler yaparsak, roket daha yükseğe çıkar. Alüminyum devrimimiz boşuna mıydı?”
Salondaki bilginlerden biri, genç Irsu, heyecanla ayağa kalktı. ”Alüminyum! Evet! Gövdeyi alüminyumdan yaparsak, ağırlık azalır. Ama yakıtı da geliştirmeliyiz. Kara barutun yanına, petrol gazı ekleyelim. Gazı sıvı halde depolayalım, barutla karıştırınca patlama değil, sürekli bir alev olsun. Düşünün: Roket, bir ejderha gibi nefes alsın!”
Kral Karmen, tahtından öne eğildi, parmaklarını masaya vurarak konuştu: ”Ejderha mı? Güzel! Ama riskli. Bir ejderha kontrolden çıkarsa, sarayı yakar. Önce küçük testler yapın. Alüminyum gövdeli, valfli bir roket. Ve yakıtı karıştırmadan önce, her bileşeni ayrı ayrı deneyin.”
Tartışma hararetlendi. Nabu-Ser, sessizce dinledikten sonra söze girdi: ”Efendim, bir de yönlendirme meselesi var. Roket göğe fırlıyor ama rüzgârla savruluyor. Kanatçıklar ekleyelim; delta kanatlarındaki gibi. Uçma Olimpiyatları’ndan ilham alalım. Amina’nın süzülüşü gibi, roket de dengeli uçsun.”
Başbilgin başını salladı, not aldı. ”Mükemmel. Yani tasarımlarımız: Hafif alüminyum gövde, kontrollü valf, ince barut ve kanatçıklar. İlk test için, Nil kıyısında bir rampayı hazırlayın. Hedef: Dört yıl önceki yükseklikten iki kat fazla.”
Bilginler, modelleri işaret ederek çizimler yaptı. Salon, fikirlerin ve kahkahaların karışımıyla doldu. Ama altında bir gerilim vardı: Başarısızlık, kralın hayalini erteleyebilirdi. Kral, pencereden gökyüzüne bakarak mırıldandı: ”Daha yükseğe... Yıldızlara kadar.”
20.4. İlk Test Roketinin İnşası
Toplantıdan hemen sonra, bilginler Kayıtlar Salonu’nun atölyesine geçti. Güneş, taş duvarlardan sızarken, çekiç sesleri ve metalin tıngırtısı yankılanıyordu. Alüminyum levhalar, Gine’den gelen son sevkiyattan kesilmişti; hafif ama parlak, sanki gökyüzünden düşmüş gibiydiler.
Sekhdukar, barut ocağında çalışıyordu. İnce tozu eleyerek torbalara dolduruyor, her ölçüyü iki kez kontrol ediyordu. ”Bu toz, roketin kalbi,” diyordu çıraklarına. ”Yanlış bir oran, kalp durur.”
Tefnut ve Irsu, alüminyum gövdeyi şekillendiriyordu. Çekiçler, ince levhaları kıvırıyor, bronz cıvatalar birleştiriyordu. Gövde, bir mızrak gibi uzun ve dar olmuştu; ucunda dar bir ağız, arkasında valf. ”Hafifliği hissedin,” dedi Tefnut, gövdeyi kaldırarak. ”Bir çocuk bile taşıyabilir. Ama ateşlendiğinde, bir dev gibi yükselecek.”
Nabu-Ser, kanatçıkları tasarlıyordu. Delta kanatlardan esinlenerek, küçük ahşap kanatçıklar ekledi. ”Bunlar, rüzgârı yönlendirsin,” dedi. ”Roket, sadece fırlamasın; uçsun.”
Başbilgin Enlil-Hotep, her parçayı denetliyordu. Geceye kadar çalıştılar; meşaleler yandı, işçiler yoruldu. Sonunda, roket hazırdı: Bir metre boyunda, gümüş rengi bir ok. Kral, atölyeye geldiğinde, roketi eline aldı. ”Bu,” dedi, ”hayalimin ilk kanadı.”
20.5. Nil Kıyısındaki Test Uçuşu
Ertesi sabah, Nil’in sakin kıyısında bir rampa hazırlandı. Halk, merakla toplanmıştı; çocuklar roketi işaret ediyor, yaşlılar fısıldaşıyordu. Uçma Olimpiyatları’ndan beri gökyüzü heyecanı dinmemişti, ama bu sefer bir makine uçacaktı.
Bilginler, roketi rampaya yerleştirdi. Valfi kontrol ettiler, barutu doldurdular. Kral, tepeden izliyordu; kalbi göğsünde çarpıyordu. ”Hazır mısınız?” diye sordu.
Başbilgin başını salladı. Tefnut, uzun bir fitili yaktı. Herkes nefesini tuttu.
Islık sesi yükseldi. Roket titredi, sonra... Fırladı! Alüminyum gövde, güneş ışığında parlayarak göğe doğru yükseldi. Kanatçıklar rüzgârı yakaladı, roket savrulmadan düz bir çizgi izledi. Yüz metre, iki yüz metre... Dört yıl önceki kutudan üç kat yükseğe çıktı.
Ama sonra, bir patlama! Roket havada dağıldı, parçalar Nil’e yağdı. Halk çığlık attı, bilginler yere eğildi.
Kral, balkondan haykırdı: ”Hayır! Devam edin! Bu, sadece bir adım!”
Başbilgin, yere düşen parçaları toplarken mırıldandı: ”Valf tıkanmış. Barut çok ince yanmış. Ama uçtu... Gerçekten uçtu.”
20.6. Başarısızlık ve Yeni Keşifler
Atölyeye dönen bilginler, roketin kalıntılarını inceledi. Sekhdukar, valfi parçaladı: ”Tıkanıklık buradan. Gaz birikmiş.” Tefnut, alüminyum parçaları kontrol etti: ”Gövde sağlam kalmış. Hafiflik işe yaramış.”
Tartışma yeniden alevlendi. Irsu önerdi: ”Petrol gazını ekleyelim. Sıvı yakıt, baruttan daha kontrollü.” Nabu-Ser ekledi: ”Ve birden fazla aşama yapalım. Roket, katman katman atlasın; her katman ayrı yansın.”
Kral, ertesi gün geldiğinde, yeni bir model gördü: Gazlı bir roket. ”Bu sefer,” dedi, ”yıldızlara dokunacağız.”
Bilginler, gece gündüz çalıştı. Başarısızlık, onları yıldırmamıştı; aksine, hayali daha da yaklaştırmıştı. Roketli Uçuş Sanatı, artık bir sanat değil, bir devrimdi.
20.7. İkinci Test ve Zafer
Bir hafta sonra, yeni test. Roket, rampada parlıyordu. Fitil yandı, ıslık yükseldi. Bu sefer, roket düzgün yükseldi; üç yüz metre, dört yüz... Roket, gökyüzünde bir yıldız gibi süzüldü.
Halk coşkuyla bağırdı. Kral, yumruğunu sıktı: ”Daha yükseğe!”
Roket, zirveye ulaştığında, bir işaret fişeği patlattı; gökyüzünde kırmızı bir çiçek açtı. Bilginler sarıldı, halk dans etti.
Başbilgin, krala döndü: ”Efendim, bu sadece başlangıç. Bir gün, insanlar bu roketlerle uçacak.”
Kral gülümsedi: ”Hayır, Enlil-Hotep. Bir gün, yıldızlara ulaşacağız.”
Ve böylece, Roketli Uçuş Sanatı, Kemet’in yeni efsanesi oldu. Hayaller, metal ve ateşle gerçeğe dönüşüyordu.
20.8. Rahibin İtirazı ve Tavuklu Roket
Sarayın büyük salonunda bilginlerin tartışması devam ederken, kapıda uzun, siyah bir cübbe içinde, elinde asasıyla Rahip Amun-Ra belirdi. Gözleri, ateşli bir inançla parlıyordu; sesi, salonun taş duvarlarında yankılandı. ”Boşuna uğraşıyorsunuz, bilginler!” diye gürledi. ”Gökyüzü, bulutların ötesinde tanrılara aittir! Canlılar, o kutsal boşlukta nefes alamaz. Roketleriniz, tanrıların gazabını çağıracak. İnsanı oraya taşımaya kalkarsanız, yere yalnızca küller döner!”
Bilginler sustu, kral kaşlarını çattı. Başbilgin Enlil-Hotep, sakin ama kararlı bir sesle yanıtladı: ”Saygıdeğer rahip, tanrı bize akıl verdi. Gökyüzüne ulaşmak, tanrının hediyesini onurlandırmaktır. Ama sözlerinizde haklılık payı var. Canlıların roketle uçuşa dayanıp dayanamayacağını test etmeliyiz.”
Sekhdukar, muzip bir gülümsemeyle öne atıldı. ”Öyleyse bir tavukla deneyelim!” dedi. ”Tavuk basit bir canlı. Eğer o hayatta kalırsa, insan da kalabilir. Hem, tanrılar bir tavuğa gazap etmez, değil mi?” Salonda birkaç kıkırdama yankılandı.
Tefnut, ellerini beline koyarak itiraz etti. ”Tavuk mu? Ciddi misiniz? Roketi fırlatırız, ama yere yumuşak indiremiyoruz! Tavuk hayatta kalsa bile, yere çakılırsa canlı kalabildiğini nasıl anlarız? Uçan bir tavuk mezarlığı mı yapacağız?” Kahkahalar yükseldi, ama gerilim de artıyordu.
Kral Karmen, tahtından öne eğildi. ”O zaman bir çare bulun,” dedi. ”Tavuğu gökyüzüne çıkarın ve sağ salim indirin. Rahiplerin uydurduğu tanrıların gazabı mı, yoksa bilginlerin aklı mı kazanacak, görelim.”
20.9. Beyin Fırtınası ve Paraşüt
Bilginler, Kayıtlar Salonu’nun atölyesine çekildi. Ortada bir ahşap masa, etrafında parşömenler, barut torbaları ve alüminyum parçaları vardı. Meşaleler, taş duvarlarda gölgeler oynatıyordu. Beyin fırtınası başladı, ama fikirler hızla absürt bir hal aldı.
Irsu, heyecanla söze daldı. ”Tavuğun kafesini roketin tepesine bağlayalım! Roket en yükseğe çıkınca, kafes açılsın, tavuk kanat çırpıp uçarak insin!”
Sekhdukar kahkahayı patlattı. ”Uçarak mı? Tavuğa kafesten zamanında çıkmayı nasıl öğreteceksin? Bir de ona ‘Hadi, şimdi süzül!’ mi diyeceğiz?” Salonda gülüşmeler yankılandı; bir çırak, kahkahadan yere çömeldi.
Tefnut, gözlerini devirerek ekledi: ”Belki tavuğa delta kanat takarız! Uçma Olimpiyatları’nda Amina gibi süzülsün!” Bu fikir, bilginleri daha da güldürdü; Nabu-Ser, masaya vurarak, ”Kral bunu duysa, hepimizi tavuk çobanı yapar!” dedi.
Ama Başbilgin Enlil-Hotep, kaşlarını çatarak susturdu. ”Ciddi olun! Tavuğu sağ salim indirmeliyiz. Roket zaten alüminyum gövdeli, hafif. Belki gövdeye bir mekanizma ekleriz; bir çeşit... yavaşlatıcı.”
Tam o sırada, genç bilgin Nabu-Ser, ”Bir dakika!” diyerek fırladı. Atölyeden dışarı koştu, Nil kıyısındaki otluk alana daldı. Dakikalar sonra, elinde bir karahindiba sapıyla döndü. Parmaklarının arasında, karahindibanın paraşüte benzeyen tohumları sallanıyordu. Üfledi; tohumlar, hafif bir rüzgârla süzülerek yere indi. ”Bunu düşünün!” dedi. ”Doğanın kendi çözümü! Roket, en yüksek noktaya ulaştığında, böyle bir şey açılırsa, tavuk yavaşça iner.”
Bilginler, önce sessizce bakıştı, sonra kahkahalar patladı. Sekhdukar, ”Karahindiba mı? Tavuğu çiçekle mi indireceğiz?” dedi, ama gözleri merakla parlıyordu.
Tefnut, parşömenine bir çizim yaptı. ”Ciddi olalım. Karahindiba ilham verici. İpek kumaştan bir örtü yapalım, roketin tepesine katlanmış halde dursun. Zirvede bir ip mekanizmasıyla açılsın, tıpkı tohumlar gibi süzülsün.”
Irsu, heyecanla ekledi: ”Ve alüminyum çubuklarla destekleyelim! Hafif ama sağlam. Tavuk, bir karahindiba tohumu gibi iner!”
Başbilgin, başını salladı. ”Bu... çılgınca ama mantıklı. Hadi, ipek paraşütü ve alüminyum çubukları deneyelim. Ama önce, tavuğu seçelim. Cesur bir tavuk olmalı!”
Salonda gülüşmeler yankılanırken, bilginler çalışmaya koyuldu. Rahibin itirazı, onları yıldırmamıştı; aksine, doğadan ilham alan bir çözüm bulmuşlardı.
20.10. Paraşüt Üretimi ve Açılma Mekanizması
Paraşüt fikri, Nabu-Ser’in karahindiba ilhamıyla doğmuştu, ama bilginler bunun nasıl üretileceği ve açılacağı konusunda hâlâ tartışıyordu. Atölyede, ipek kumaşlar masaya serilmiş, alüminyum çubuklar yığılmıştı. Tefnut, ipeği elleriyle yoklayarak, ”Bu kumaş hafif, ama roketin hızına dayanmalı,” dedi. ”Ve açılma anı... Eğer yanlış zamanda açılırsa, ya yırtılır ya da tavuk ezilir!”
Irsu, bir parşömen çizimiyle öne çıktı: ”Bir yay mekanizması koyalım! Roketin tepesine küçük bir yay, ipeği katlanmış halde tutsun. Zirveye ulaşınca, bir mandal serbest kalsın, yay açılsın, ipek paraşüt yayılsın!” Sekhdukar, kaşlarını kaldırarak sordu: ”Peki mandal nasıl serbest kalacak? Tavuk mu itecek?” Salonda kahkahalar yankılandı.
Başbilgin, bir fikirle parladı: ”Barutun gücünü kullanalım! Roket zirveye ulaşınca, küçük bir barut haznesi ateşlensin. Patlama, mandalı itsin, yay açılsın.” Nabu-Ser, endişeyle itiraz etti: ”Barut mu? tavuğu kızartırız!” Ama Başbilgin, ”Küçük bir doz,” dedi. ”Tıpkı bir nefes gibi, kontrollü.”
Üretim başladı. İpek kumaş, alüminyum çubuklarla çerçevelendi; çubuklar, paraşütün şeklini koruyacak kadar sağlam, ama hafifti. Yay mekanizması, kapsülün tepesine yerleştirildi; küçük bir barut haznesi, ince bir fitille bağlandı. Test için, kapsülün içine taş kondu.
Nabu-Ser, bir fikirle parladı: ”Sıcak hava balonu kullanalım! Uçma Olimpiyatları’nda balonlar gördük; ipek bir torba, ateşle ısıtılırsa yükseliyor. Kapsülü balona bağlayalım, gökyüzüne çıkaralım, sonra bırakalım. Paraşüt açılırsa, güvenli bir test yapmış oluruz!”
Tefnut, parşömenine bir balon çizimi karaladı: ”Mantıklı! Balon bizi roketin patlama riskinden kurtarır. Paraşütü test eder, tavuğu riske atmayız.”
Nil kıyısında, balon hazırlandı. Kapsül, sepetin altına bağlandı. Halk, ”Uçan sepet!” diye bağırarak toplandı; çocuklar balonu işaret ediyordu. Alev verilince, balon yavaşça yükseldi, yüz metre, iki yüz metre... Bilginler, ipi çözdü; kapsül serbest bırakıldı. Bir "pop" sesiyle barut haznesi ateşlendi, mandal açıldı, yay paraşütü fırlattı. İpek, karahindiba gibi süzülerek açıldı; kapsül, Nil kıyısına yumuşakça indi. Bilginler alkışladı, ama Tefnut homurdandı: "Fitil rüzgârda sönseydi, taşlar taş gibi düşerdi!"
İkinci deneme için, fitili korumak için alüminyum bir kapak eklendi. Bu kez, kapsüldeki taşın ağırlığı artırıldı. Balon yeniden yükseldi, kapsül daha yüksekten bırakıldı, paraşüt açıldı. Başbilgin, parşömenine yazdı: ”Sıcak hava balonu, paraşüt için güvenli bir sınav. Tavuğu roketle uçurmadan önce, bu mekanizma hazır.”
20.11. Cesur Tavuk ve İlk Test
Bilginler, sarayın kümesinden en canlı tavuğu seçti: Kızıl tüyleri ve dik bakışlarıyla ”Cingöz” adını verdikleri bir tavuk. Cingöz, küçük bir alüminyum kafese yerleştirildi; kafes, roketin tepesine bağlandı. Roketin gövdesi, ince barut ve petrol gazı karışımıyla doldurulmuştu. Tepesinde, ipekten bir paraşüt, alüminyum çubuklarla katlanmış halde bekliyordu.
Nil kıyısında, rampa yeniden hazırlandı. Halk, meraklı gözlerle toplandı; çocuklar, ”Uçan tavuk!” diye bağırıyordu. Rahip Amun-Ra, kollarını kavuşturmuş, kenarda duruyordu. ”Tanrılar, bu küstahlığı affetmez,” diye mırıldandı.
Fitil yandı. Roket, ıslık çalarak göğe fırladı. Cingöz’ün kafesi, roketin tepesinde titriyordu. Yüz metre, iki yüz metre... Roket, zirveye ulaştığında, bir tık sesi duyuldu. İpek paraşüt açıldı, karahindiba tohumları gibi süzülerek genişledi. Cingöz’ün kafesi, yavaşça yere doğru inmeye başladı.
Halk, nefesini tuttu. Paraşüt, rüzgârla dans ederek Nil’in kıyısına kondu. Bilginler koştu, kafesi açtı. Cingöz, tüylerini kabartarak gıdakladı, canlı ve öfkeli!
Sekhdukar, kahkahayla bağırdı: ”Tanrılar tavuğu sevdi!” Tefnut, paraşütü kontrol etti: ”İpek sağlam. Alüminyum çubuklar da. Bu, işe yaradı!”
Kral Karmen, balkondan alkışladı. ”Rahip!” diye seslendi. ”Görüyorsun, gökyüzü bize kucak açtı! Cingöz uçtu, bir gün insanlar da uçacak!”
Amun-Ra, sessizce başını eğdi, ama dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. ”Belki,” dedi, ”yeterince yükseğe çıkaramadığınız için tavuk canlı geri dönebildi.”
20.12. Basınçlı Kapsül Fikri ve Üretimi
Bilginler, Cingöz’ün paraşütle sağ salim inişinden sonra atölyede toplandı. Meşaleler, taş duvarlarda gölgeler oynatıyordu; masada alüminyum roket parçaları, ipek kumaşlar ve barut torbaları yığılmıştı. Rahip Amun-Ra’nın ”Gökyüzünde canlılar nefes alamaz” uyarısı, bilginlerin aklını kurcalıyordu. Sekhdukar, elindeki roket modelini sallayarak söze atıldı:
“Cingöz şanslıydı! Ama daha yükseğe çıkarsak, hava incelir. Tavuk bile olsa, nefessiz kalır. Roketin tepesine bir kafes koyduk, ama bu yetmez. Canlıyı korumak için bir... bir kabuk yapmalıyız!”
Tefnut, kaşlarını çatarak mırıldandı: ”Kabuk mu? Roketi zaten alüminyumdan yaptık, daha ne kabuğu?” Ama Nabu-Ser, parmaklarını şıklatarak fırladı: ”Bir kapsül! Hava geçirmez, sağlam bir kap! İçineki hava dışarı kaçamasın, ne kadar yükselirse yükselsin içindeki canlı gökyüzünde nefes alsın!”
Başbilgin Enlil-Hotep, parşömenine bir çizim karaladı: yuvarlak bir alüminyum kapsül, kenarları bronz cıvatalarla mühürlenmiş, içinde küçük bir hava haznesi. ”Basınçlı bir kapsül,” dedi. ”Alüminyum hafif, ama dayanıklı olmalı. Ama nasıl?”
Irsu, atölyenin köşesindeki deri körüğü işaret etti. ”Petrol gazını depoladığımız basınçlı tüpler gibi. Çok daha büyük. Kapağının kenarından hava sızdırmaz olmalı. Vidalarla sıkıştırırız.” Bilginler, önce birbirine baktı, fikir mantıklıydı.
Atölyede çalışma başladı. Alüminyum levhalar, çekiçlerle yuvarlak bir kapsüle şekillendirildi. Bronz cıvatalar, kenarları sıkıca mühürledi. Körük, bir çırak tarafından çevrilerek kapsüle hava bastı; kapağın kenarlarından minik bir tıslama duyuldu. Suya batırarak kaçağın yerini tespit ettiler. Kapağın kenarlarını zımparalayıp tekrar civataları sıkıştırdılar. Tefnut, kapsülü kaldırıp kontrol etti: ”Bu sefer mükemmel. Hafif, ama sağlam. Cingöz ne kadar yükseğe çıkarsa çıksın, bu kabukta nefes alır!”
20.13. İki Aşamalı Roket ve Ayrılma Mekanizması
İki aşamalı roket fikri, Nabu-Ser’in ”Katman katman atlasın” önerisiyle doğmuştu. Bilginler, roketin daha yükseğe çıkması için bir aşamanın sönüp diğerinin ateşlenmesi gerektiğini biliyordu. Ama aşamaların nasıl ayrılacağı büyük bir sorundu. Atölyede, alüminyum roket modelleri masada sıralanmıştı; bilginler, parşömenlere çizim üstüne çizim yapıyordu.
Sekhdukar, bir modelin iki parçasını elinde tutarak, ”İlk aşama yanıp bitsin, sonra ikinci aşama devreye girsin. Ama nasıl ayrılacak? Kendiliğinden mi kopacak?” dedi. Tefnut, alaycı bir gülümsemeyle, ”Koparsa roket dağılır, Cingöz’le birlikte Nil’e uçar!”
Irsu, bir fikirle parladı: ”Bir mandal sistemi! İlk aşama sönünce, bir barut şarjı ateşlensin, mandalı itsin, ikinci aşama ayrılsın!” Başbilgin, kaşlarını kaldırarak, ”Barut yine mi? Cingöz’ü bu sefer gerçekten kızartırsınız!” dedi, ama fikir ilgisini çekmişti.
Tasarım şekillendi: İki aşamalı roket, alüminyum gövdelerden oluşuyordu. İlk aşama, kalın bir barut haznesiyle dolu; ikinci aşama, daha küçük bir hazne ve kapsül taşıyordu. Aşamalar, bronz bir mandalla birleşiyordu. Mandal, küçük bir barut şarjına bağlıydı; şarj, ilk aşama sönünce ateşlenecekti. Ayrılma için, mandalın iteceği bir yay mekanizması tasarlandı, böylece ikinci aşama yumuşakça ayrılacaktı.
Deney için, Nil kıyısında bir test rampası hazırlandı. Roket, iki aşamalıydı: Deney için kapsül, roketin tepesine yerleştirildi. İçine Cingöz’ün küçük kafesi kondu, kapsül mühürlendi. İlk test, Nil kıyısında yapıldı. İlk aşama, büyük bir alüminyum gövde; ikinci aşama, Cingöz’ün kapsülünü taşıyordu.
Fitil yandı, ilk aşama fırladı, gökyüzüne yükseldi. Roket fırladı, kapsül gökyüzüne yükseldi. Yüz metrede, bir pop sesiyle barut şarjı ateşlendi; mandal açıldı, yay ikinci aşamayı itti. İkinci aşama, kendi barutunu ateşleyerek daha yükseğe çıktı. Zirvede paraşüt açıldı. Cingöz’ün kapsülü süzülerek indi.
Halk, çığlıklarla alkışladı. Sekhdukar, zaferle bağırdı: ”İki aşama, iki zafer!” Ama Tefnut, yere düşüp parçalanan ilk aşamayı işaret etti: ”Bir dahaki sefere, bu parçayı da sağ salim indirelim!” Başbilgin, parşömenine yazdı: ”Yüksek irtifalara ulaşmak için çok kademeli roket sistemi şart. Her kademeyi görevine özel olarak optimize etmeliyiz.”
Bilginler kapsülü açtığında, Cingöz gıdaklayarak dışarı fırladı, roketle fırlatılmaya alışmış, hatta eğlenmiş gibiydi. Sakin ve tüyleri hâlâ pırıl pırıldı.
Nabu-Ser, zaferle bağırdı: ”Basınçlı kapsül, canlıları yıldızlara taşıyacak.” Başbilgin, parşömenine not aldı: ”Daha yükseğe çıkabilmek için daha büyük roket ve daha güçlü yakıt bulmalıyız.”
..
20.14. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: (kahkahasını bastıramaz) "Tavukla roket test etmek… İnsanlık tarihine bakınca, en çılgın fikirlerin bile bir gün işe yaradığına şaşmamalı."
Nil-7: "Çılgın değil, metodik. Önce cansız yük, sonra basit canlı, sonra insan. Bu, risk minimizasyonu stratejisidir."
Sahara: "Ama o dönemde, bunu ciddi ciddi tartışan bilginlerin “tavuğu delta kanatla süzdürelim” demeleri çok komik!"
Nil-7: "Mizah, yenilikçi süreçlerin katalizörüdür. Kahkaha olmadan fikirler donuk kalır. Karahindibadan paraşüt fikrinin çıkması bunun kanıtı."
Sahara: "Nil-7, bir şeyi merak ediyorum. O dönemdeki bilginler roketi nasıl hayal etti? Bugün bizim bildiğimiz gibi bir silindir mi, yoksa bambaşka bir şekil mi?"
Nil-7: "İlk fikirler basitti: içi oyulmuş silindirler, arkası kapalı, önden açık. Barut yanınca gaz dışarı fırlıyordu. Aslında bugünkü roket motorunun en ilkel hali."
Sahara: "Ama sorun şu olmalıydı… Yükselse bile, dengede nasıl kalacaktı?"
Nil-7: "İşte en büyük mesele buydu. Roketler çoğunlukla yan devriliyor, düşüyor ya da kendi etrafında dönüyordu. Kanatçık eklemeyi düşündüler, ama o da her zaman çözüm olmadı."
Sahara: "Peki ya hız? İnsan taşıyacak kadar güçlü olamazdı, değil mi?"
Nil-7: "Güç vardı, ama süre yoktu. Barut çok hızlı yanıyordu. Bir anda büyük bir itiş veriyor, sonra tükeniyordu. Yani kısa bir zıplama, tavana dokunup geri düşmek gibi."
Sahara: "Yani asıl sorun, yakıtın dayanıklılığı…"
Nil-7: "Evet. Daha uzun, daha kontrollü yanış için onyıllar beklemek gerekti."
Sahara: "Bu kadar zorluğa rağmen neden vazgeçmediler?"
Nil-7: "Çünkü gökyüzü, insanın en eski merakıydı. Bir kez gözlerini oraya diktiğinde, yere razı olamazsın."
Sahara: "Demek ki roket, önce bir düş, sonra bir hayal, en sonunda da bir hesap işi oldu."
Nil-7: "Güzel söyledin, Sahara. Her roket aslında önce bir soruyla ateşlenir."
Sahara: "Bu tavuk Cingöz’ün uçuşunu izlemek isterdim. Kim bilir, belki de tarihin ilk “astronot”u bir tavuktur."
Nil-7: "Kayıtlara geçmemiş olabilir. Ama varsayalım ki öyle oldu… O zaman, yıldızlara giden yolun ilk adımı “gıdak” ile atılmıştır."
Sahara: (kahkahalarla) "Yıldızlara gıdaklayarak yürümek! İşte bu, tarihin en güzel komedisi olurdu."
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.