Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
58. Bölüm

14: Elektriğin Keşfi (M.Ö. 3088)

26 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bölüm 14: Elektriğin Keşfi (M.Ö. 3088)

14.1. CİN TAŞIYICISI

Nil kıyısında pazar kalabalığı vardı. İnsanlar kumaşlar, baharatlar, balıklar alıp satıyordu.

“Beni cin çarptı!” diye bağırdı biri.

Birden çığlıklar duyuldu:

“Yine o adam geliyor, uzak durun!”

Bir kadın korkuyla bağırdı:

"Ona dokunduğumda içime şeytan giriyor gibi olmuştu!"

Çocuklar fısıldadı:

"O… Cin Taşıyıcısı!"

Kalabalığın arasından Thamunekh geçti. Her dokunduğu kişiden kıvılcım sıçrıyor, insanlar ürkerek geri çekiliyordu. Thamunekh’in yüzü kederle kararmıştı. İnsanların gözünde o bir lanetliydi.

Etrafı askerler tarafından sarıldığında, pazar yerindeki uğultu bir anda kesildi. Zırhların içinden yükselen bir emir sesi duyuldu:

“Yaklaşmayın! Temas yasak!”

Askerler, mızraklarını yere vurarak bir çember oluşturdu. Askerler onu saraya götürmek üzere harekete geçtiğinde, pazar yerinde bir dua mırıldanıldı.

14.2. Cin Taşıyıcısının Saraya Çağrılması

Kayıtlar Salonu’nun yüksek tavanlı kapıları açıldı. Gardiyanlar eşliğinde Thamunekh, yani halkın dilindeki adıyla Cin Taşıyıcısı, içeri alındı. Adımları ürkekti, gözleri yerdeydi.

Tahtta oturan Kral Karmen onu dikkatle süzdü.

Kral Karmen: "Halk senden söz ediyor, Thamunekh. Derler ki dokunduğun herkesin içinden cin geçermiş. Doğru mudur bu?"

Thamunekh başını eğdi: "Doğrudur efendim. Ne zaman birine dokunsam… küçük bir çarpılma olur. Onlar da bana 'Cin Taşıyıcısı' der. Ama ben istemem böyle olmasını."

Kral kaşlarını çattı. Bir süre düşündü, sonra beklenmedik bir şey yaptı.

"Öyleyse, gel. Bana dokun."

Thamunekh korkarak yaklaştı. Avucunu kralın eline uzattı.

ÇAT!

Mavi bir kıvılcım sıçradı. Kral aniden geri çekildi. Avucunu ovuşturdu, gözleri hayretle parlıyordu.

Kral Karmen (gülerek): "Hah! Gerçekmiş! İçimden bir cin geçti sandım!"

Kral: "Bu güç sende nasıl belirdi?"

Thamunekh: "Her şey… şu yünlü elbiseyi giydikten sonra başladı. Bir de kehribardan yapılmış kolyeyi taktım. O günden sonra dokunduğum herkes sanki cin çarpmış gibi sarsıldı."

Sonra ayağa kalktı.

"Çıkar şu elbiseyi. Ben giyeceğim."

Thamunekh itaatle elbiseyi ve kolyeyi çıkardı. Gardiyanlar endişeyle bakarken Kral Karmen ağır ağır yün elbiseyi giydi, kehribar kolyeyi boynuna geçirdi.

Tahtın yanındaki veziri Zekhutem’e elini uzattı.

"Gel, sen de dokun bana."

Zekhutem tereddütle yaklaştı, kralın eline değdi.

ÇAT!

Bu kez kıvılcım Kral’ın elinden fırlamıştı! Zekhutem bir adım geri sıçradı. Saraydaki herkes nefesini tuttu.

Kral Karmen: "Artık ben de Cin Taşıyıcısı oldum!"

Gözleri heyecanla parlıyordu.

"Bu sır halkın oyununa, falcının aldatmasına benzemez. Bu başka bir şey… Bilginleri çağırın!"

Sarayın taş duvarlarının ardında, meşalelerle aydınlatılmış Kayıtlar Salonu’nun laboratuvarına bilginler toplandı. Uzun masaların üzerinde Thamunekh'in elbisesi, kehribar kolyesi ve başka kumaşlar serilmişti.

Kral Karmen taht benzeri yüksek bir sandalyeye oturmuştu. ”Emrim açıktır,” dedi sert ama merak dolu bir sesle. ”Cin değilse, ne olduğunu bulacaksınız. Bu elbisenin sırrını ortaya çıkarın!”

Saraydaki sessizlik, kıvılcımın yankısıyla doluydu. İşte o anda Kral Karmen, farkında olmadan bilimin kapısını aralamıştı.



14.3 Kayıtlar Salonu’nda Deney

Başbilgin Enlil-Hotep elbiseyi kaldırdı, kumaşın liflerini inceledi. ”Yünden dokunmuş.”

Teframun, kolyeyi aldı, ışığa tuttu. ”Bu taş… kehribar. Sert, saydam, sarı bir taş.”

Zekhutem masaya eğildi. ”Öyleyse deney yapalım. Benzer malzemeler bulalım. Eğer yalnızca bu elbise çarpıyorsa, giz onun dokumasında. Eğer başka yün ve başka kehribar da aynı şeyi yapıyorsa, demek ki sır kumaşta değil, maddenin özünde.”

Ertesi gün, pazar yerinden torbalar dolusu malzemeyle döndüler: yün, keten, pamuk, kehribar taşları, hatta sıradan çakıl.

Sekhdukar yün kumaşı ketene sürttü. Ardından parmağını yanındaki diğer bilgin Menkharut’a uzattı.

ÇAT!

Menkharut irkildi, gözleri büyüdü. ”Kıvılcım sıçradı!”

Ardından Kashureth kehribarı yüne sürdü, sonra metal kaseye yaklaştırdı. ÇAT! Kıvılcım kasenin kenarına atladı.

Teframun hayretle mırıldandı: ”Demek ki sır elbisede değilmiş… Sihir kumaşta değil… Bu güç, iki maddenin birbirine sürtünmesinden doğuyor.”

Bilginler heyecanla kralın huzuruna çıktılar.

Enlil-Hotep: ”Halkın ‘cin’ sandığı şey aslında maddenin sırrı. Yün ve kehribar birbirine sürtünce görünmez bir güç doğuyor. Bu güç dokunanı çarpıyor.”

Kral Karmen gözlerini kıstı: ”Demek ki cin falan değil… Adı ne peki bu gücün?”

Salonda sessizlik oldu. Sonra Zekhutem ağır ağır konuştu: ”Biz ona… elektrik diyeceğiz.”

14.4. Kral’ın Yeni Emri

Bilginler ”cin”in aslında elektrik olduğunu açıkladığında, Kral Karmen derin bir sessizliğe büründü. Ardından tahtında doğruldu, gözleri bilginlerin üzerinde gezindi.

Kral Karmen:

"Güzel… Demek ki sırrı çözdünüz. Öyleyse yazın! Kayıtlara geçsin! Cin yok… Artık elektrik var. Peki, bu bana ne fayda sağlar?"

Bilginler şaşkınlıkla birbirine baktı. Zekhutem öne çıktı.

"Bu güç şimdilik sadece küçük kıvılcımlar saçıyor. Ama içinde büyük bir sır gizli olabilir."

Kral Karmen elini tahtın kolçağına sertçe bastırdı, sesi odada yankılandı. Gözleri karşısındakine kilitlenmişti.

"Öyleyse," dedi, sesi hem buyurgan hem meraklıydı, "şunu anlat bana:

Bu güç başka nasıl doğar?

Nasıl saklanır, nasıl korunur?

Ve en önemlisi... nerede, ne zaman kullanılır?"

Salonda yankılanan ses, bilginlerin kalbine sorumluluk gibi çöktü.

Enlil-Hotep ellerini ovuşturdu:

"Nil’deki bazı balıklardan söz edilir. Onlara dokunanların çarpıldığı söylenir. Belki onlarda da aynı güç vardır."

Sekhdukar:

"Yıldırım da böyledir. Gökyüzünden inen dev kıvılcım… Belki o da aynı cinsten."

Teframun:

"Ve biz… bu gücü kaplarda saklamayı deneyebiliriz. Bir kavanoza hapsetmek, sonra istediğimizde serbest bırakmak… Tıpkı cini cam fanusa kapatır gibi."

Kral, dudaklarında belirsiz bir gülümsemeyle başını salladı.

"İşte bu! Araştırın. Deneyin. Bana rapor edin. Artık yalnızca sır çözmek yetmez. Bu güç benim krallığımın ışığı, ateşi, belki de silahı olacak."



14.5. YILDIRIM ve SARAY YANGINI

Gece yarısıydı. Nil’in suları fırtınanın uğultusuyla kabarıyordu. Kapkara bulutlar, sarayın üstünde ağzından ateş fışkıran dev bir ejderha gibi kanatlarını açmış, göğü pençeleriyle yırtmaya hazırlanıyordu. Rüzgar, avludaki bayrakları öfkeyle savururken, gök gürültüsü taş duvarlara çarpıp sarayın avlusunda yankılanıyordu.

Bir anlık sessizlik çöktü. Ve sonra, göğün derinliklerinden gelen boğuk bir homurtu duyuldu. Ejderha artık sabrını yitirmişti.

Bir anda gökyüzü çatladı. Sonra bir çığlık gibi yırtıldı.

Işık, gözleri kör edecek kadar beyazdı. Sarayın çatısında, kurşuni taş kiremitlerin tam ortasına saplandı yıldırım. Taşlar yerinden fırladı, bir kuş sürüsü gibi havaya savruldu.

Sonra, duman yükselmeye başladı; önce gri, sonra siyah. Yıldırımın yarattığı aşırı ısı, çatı malzemelerini anında tutuşturmuştu. Çatının kenarından kıvılcımlar döküldü, yağmur damlalarıyla yarışır gibi. Bir çatı kirişinden, alevin dili dışarı sarktı. Sanki saray, içindeki öfkeyi kusuyordu.

İçerideki hizmetkârlar, önce ne olduğunu anlayamadı. Ama sonra, tahta döşemelerin altından gelen çıtırtılar, yangının ayak sesleri duyulmaya başladı. Tavandan düşen ateş parçalarını gören bir kadın, elindeki gümüş tepsiyi düşürdü. Metalin zemine çarpan sesi, gökyüzünün öfkesini taklit edercesine yankılandı.

Alevlenmiş çatı tahtalarının çökmesiyle taş duvar sarsıldı. İnsanlar çığlık çığlığa kaçıştı, kimisi ellerinde su testileriyle koştu, kimisi dizlerinin üstüne çöktü, dualar mırıldandı.

Balkona çıkan Kral Karmen, yanan kuleyi görünce yumruğunu havaya kaldırdı:

“Bu gök ateşi bana meydan mı okuyor?!”

Yangın, sabaha kadar süren çabalarla güçlükle söndürüldü. Ertesi gün kral, bilginlerini Kayıtlar Salonu’nda topladı.

Kral’ın yüzü öfke ve kararlılıkla gölgelenmişti.

“Siz bana ‘cin yok, elektrik var’ dediniz. Eğer öyleyse… bu yıldırımı araştırın! Onu bana hizmet ettirin, yoksa hepimiz onun kölesi oluruz!”

Bilginler derin bir eğilişle kabul ettiler.

14.6. Uçurtma ve Islak İp

Nil kıyısında her zamanki kalabalık toplanmıştı. Yabancılar, altın ve gümüş dolu keselerini sallıyor, sıraya giren turistler, uçurtmaya bağlanıp, kalabalığın alkışlarıyla birlikte gökyüzüne havalandırılıyordu.

Sıranın önüne gelen cesur bir genç, görevli askerin yardımıyla planördeki gibi bir koşum takımına bağlandı. İp gerildiğinde uçurtma göğe doğru fırladı. Genç, önce korkuyla bağırdı ama sonra rüzgârın kanatlarına teslim oldu.

Kalabalık coşkuyla haykırdı:

“Bakın, göğe çıkıyor!”

O gün rüzgâr sertti. Turizm çadırında görevli asker Horemheb, sırayı düzenlemekle meşguldü. Tam o sırada bulutlar kararmaya başladı; gök gürültüsü uzaktan uğuldadı. Ama kalabalık bunu eğlencenin parçası sanıp tezahürata devam ediyordu.

Uçurtmanın İpi pamukla sarılmış, keten ve kenevir sicimlerle güçlendirilmişti. Ucuna tutmayı kolaylaştırmak için metal bir çengel asılmıştı.

Derken yağmur başladı. İp sırılsıklam olmuş, ağırlaşmıştı. Horemheb kaşlarını çatarak bağırdı:

“Yağmur bastırmadan uçurtmayı indirin! Çekin ipi!”

Bir görevli, ipi sarmak için öne atıldı. Ama kalabalığın arasındaki bir tüccar, sabırsızlıkla araya girerek metal halkadan tutup çekmeye kalktı.

O anda ÇAT!

Küçük bir kıvılcım sıçradı. Tüccar birden irkildi, ayakları yerden kesilmiş gibi zıpladı ve ıslak toprağa yuvarlandı.

Kalabalık şaşkınlıkla geri çekildi. Tüccar sendeleyerek doğrulurken korkuyla bağırıyordu:

“Cin beni çarptı! Vallahi cin çarptı!”

Askerler adamı kenara çekerken Horemheb gürledi:

“Kimse demir halkaya dokunmasın! Bu iş bilginlere haber verilmeli.”

Uçurtmanın ipi hâlâ göğe gerilmişti, sanki bulutların içinden görünmez bir nefes alıp veriyor gibiydi…

Bilginler koştular. Teframun, titreyen adamı sakinleştirmeye çalıştı. Sonra kendi elini ıslak ipin metal çengeline uzattı. Bir anda sarsıldı, zıplayarak yere düştü.

“Evet… Bu da aynı! Tıpkı yünle kehribarda gördüğümüz gibi… ama çok daha güçlü!”

Zekhutem gözleri büyümüş halde fısıldadı:

“Demek ki yıldırım… gökten inen dev bir elektrik.”

Bilginlerden biri uyardı:

"Uzak durun bu ölümcül olabilir, yıldırım düşerse çatıyı nasıl bir anda yaktıysa sizi de yakar."

Kalabalık panikle genç yolcuyu gösteriyordu.

“Ya gökten ateş inerse? Oradaki çocuk yanacak!”

Ama kimse metal halkaya dokunmaya cesaret edemedi.

O sırada başbilgin Enlil-Hotep bağırdı:

“Halkaya dokunmadan halkayı toprağa değdirin!”

Askerler şaşkınlıkla bakakaldı. Enlil-Hotep dizlerinin üzerine çöktü, yerdeki su birikintisine doğru bir çukur kazdı. Sonra kalın bir tahta sopayla ipin ucunu çekip demir halkayı çamura bastırdı.

Bir anda hafif bir tıslama duyuldu; ipten gelen yük toprağa akmıştı. Metal halka artık sessizdi.

“Şimdi!” diye bağırdı Enlil-Hotep.

Askerler ipi sarmaya başladı. Uçurtma ağır ağır alçaldı. Sonunda genç yere indi, dizleri titreyerek çöktü. Kalabalık derin bir nefes aldı, bazıları yere kapanıp dua etti.

Horemheb alnındaki teri sildi, kısık sesle mırıldandı:

“Göğün ateşi… neredeyse hepimizi yakacaktı.”

Enlil-Hotep ise uzaklara bakıyordu.

“Hayır… Bu bir ateş değil. Bu… elektrik. Ve toprağa indirilebilir.”

...

Ertesi gün, kayıtlar salonunda bilginler masanın etrafına toplandı. Masanın üzerinde ıslak ip parçaları, kavanozlar ve yanmış kumaşlar duruyordu.

Sekhdukar:

“Elektriğin gücünü uçurtma ıslak ipine takılı demir halka üzerinde hissettik. Demek ki ıslak ipler elektriği taşıyor.”

Enlil-Hotep, kaşlarını çatıp düşündü:

“Eğer bu görünmez gücü ıslak ip taşıyorsa… belki başka şeyler de taşıyabilir.”

Sekhdukar hemen atıldı:

“Metaller! Onlara dokunduğumuzda çarpılıyoruz. Kehribarı sürttükten sonra kıvılcım en çok metallerden sıçrıyor.”

Böylece pazardan çeşitli metaller getirildi: demir, tunç, altın, bakır. Her biri sırayla bağlandı. Deneyler saatlerce sürdü.

Sonunda Zekhutem coşkuyla bağırdı:

“İşte bu! Metal, ıslak ipten bile daha iyi taşıyor. Özellikle bakır… Hem kolay bulunur, hem de dayanıklı!”

14.7. Paratoner Fikri

Bilginler kralın huzuruna çıktılar.

Menkharut söze başladı:

“Gökten gelen ateşi bir bakır direkle yere indirebiliriz. Direğin ucunu göğe uzatıp altını toprağa gömersek, yıldırım saraya değil, bakıra inecek.”

Kral’ın gözleri parladı:

“Yazın! Bu direk her kuleye dikilecek. Göğün ateşi artık benim hükmüm altında olacak.”

14.8. İlk Sınav

Sarayın en yüksek kulesine bir bakır direk dikildi. Ucu göğe yükseliyor, altı ise toprağın derinlerine gömülüyordu. Halk fısıldaşıyordu.

“Göğün ateşini üstümüze çekecekler!”

Bilgin Sekhdukar sesini yükseltti:

“Sessiz olun! Bu direk sarayı koruyacak. Göğün ateşi ona inecek, bize değil.”

Ama şüphe dinmedi. Direk haftalarca boş boş göğe dikilmiş gibi durdu.

Sonra bir gece…

Gökyüzü uğultuyla titredi, fırtına başladı. Rüzgâr, avludaki meşaleleri söndürdü. Kral Karmen balkonunda duruyor, bulutlara bakıyordu.

“İşte yine geliyor! Yıldırımın gazabı!”

Tam o anda, gökten inen şimşek sarayın çatısına değil, bakır direğe indi.

ÇAT!

Direk ışıl ışıl parladı, kıvılcımlar saçıldı. Ama sarayın çatısı sapasağlam kaldı. Yıldırım toprağa aktı, yok oldu.

Halk önce çığlık çığlığa kaçtı, sonra merakla geri döndü. Sarayın çatısı sağlamdı.

Teframun (nefes nefese):

“Başardı… Gerçekten başardı!”

Enlil-Hotep (elleri titreyerek):

“Yıldırım… bakıra indi. Saraya dokunmadı!”

Kral Karmen yavaşça bilginlere döndü, gözlerinde zafer ışığı vardı:

“Bundan böyle göğün ateşi düşmanım değil. Elektriğin başka faydalarını da araştırın. Haydi çalışın. Her basamak hedefe bir adım daha yaklaştırır.”

Halk diz çöktü, fısıltılar yükseldi:

“Kral Karmen göğün kudretini zapt etti…”

“Artık biz de güven içindeyiz…”

Bilginler birbirine baktı; yüzlerinde hem korku hem de gurur vardı. Çünkü o gece yalnızca sarayı değil, tarihin akışını da değiştirmişlerdi.



14.9. CİN KAVANOZU

Teframun sabah olunca koşarak evden çıktı. Başbilginin odasına hızla girdi.

“Efendim! Gece rüya gördüm. Cini kavanoza hapsettim,” diye nefes nefese başladı.

Başbilgin merakla gözlerini kırptı: ”Rüyan mı? Anlat bakalım, ne gördün?”

Teframun anlatmaya başladı:



“Rüyamda Kayıtlar Salonu’nun laboratuvarındaydım. Geceydi ve salon sessizlikle doluydu. Kimse yoktu. Bir elimde kehribar, diğer elimde yün vardı. Başladım birbirlerine sürtmeye…

Ve o anda… birden odanın ortasında parlayan bir varlık belirdi. Cin! Şimşek gibi kıvılcımlar saçıyor, üzerime doğru ateşler fırlatıyordu. Her kıvılcım vücuduma değdiğinde, uçurtmanın demir halkasına dokunduğumdaki gibi canım yandı. Sırt üstü düşmüştüm. Geri geri sürünerek uzaklaşmaya çalıştım.

O sırada masanın üzerinde bir kavanoz gördüm. Camdan, içi ve dışı metal plakalarla kaplıydı. Cin büyük bir ateş topu halinde üzerime yuvarlandığı anda kavanozu elime alıp uzattım. Cin bir anda metal uçlardan çekildi, kavanoza hapsoldu ve içeride parlamaya başladı. Artık çıkamıyordu.

Sonra… cesur bir düşünceyle, kavanozun metal uçlarını birbirine yaklaştırdım. Kavanoz bir anda patladı! Işık ve ses, rüyadaki gök gürültüsü kadar korkutucuydu. Çarpıcı bir enerji yayıldı; ama cin artık yoktu, sadece metal parçaları ve kavanozun kırıkları kalmıştı.”

Teframun, rüyasını nefes nefese anlattıktan sonra başbilgin sessizce dinledi. Gözleri parlıyordu, kaşlarını çattı ve sonra yavaşça konuştu:

“Teframun… Bu gördüğün cin… Aslında cin değil. Elektrik. Gökyüzünden gelen ve uçurtma ipinden bize ulaşan o görünmez güç… İşte rüyanda beliren o varlık onun bir simgesiydi.”

Teframun gözlerini kocaman açtı:

“Yani… kavanoza çektiğim… cin değil, elektrikmiş?”

Başbilgin başını salladı:

“Evet. Ve kavanoz… işte asıl sır burada. Rüyanda gördüğün gibi, iç ve dışına yerleştirdiğin metal plakalar, elektrik gücünü depolayabiliyor. Cin gibi parlayan varlık, aslında depolanan enerjiyi temsil ediyor.”

Teframun yavaşça nefes aldı, kalbi hem korku hem de merakla çarpıyordu:

“Yani… bu enerji… kontrol altına alınabilir ve sonra kullanılabilir mi?”

Başbilgin gülümsedi, elini Teframun’un omzuna koydu:

“Evet. Rüyan sana bunun yolunu gösterdi. Elektrik, depolanabilir, taşınabilir ve kontrol edilebilir. Ama dikkatli olmalısın; gücü çok büyük.”

Teframun kafasında bir ışık yandı. ”O zaman… rüyam sadece bir uyarı değil, aynı zamanda bir rehber olmuş.”

Başbilgin başını salladı:

“Tam olarak öyle. Ve şimdi, Teframun… bu rüyanın peşinden gitme zamanı.”

...

Teframun ve Başbilgin Enlil-Hotep, laboratuvarın köşesinde duran cam kavanozları incelemeye başladılar. Teframun kararlılıkla:

“Hazırım! Rüyamda gördüğüm kavanozu yapacağız!”

Enlil-Hotep başını salladı, gözleri heyecanla parladı:

“Tam olarak rüyanda gördüğün gibi… Ama dikkatli olacağız. Elektrik, tıpkı uçurtmanın ıslak ipinde olduğu gibi, kontrolsüzse tehlikeli olabilir.”

İkili, kavanozu masanın ortasına yerleştirdi. Teframun rüyasında gördüğü gibi, kavanozun iç ve dış yüzeyine metal plakalar bağladılar: iç kısmına bakır plakalar, dışına ise altın ve gümüş. Masanın üzerinde üç cam kavanoz duruyordu:

Kavanozu sallayarak veya bir kol mekanizmasıyla içindeki kehribar parçasını yünle sürterek enerji depolayabileceklerini planladılar.

Başbilgin Enlil-Hotep gülümsedi ve elini Teframun’un omzuna koydu:

“Bu fikir zekice, genç dostum, ama yeterli gücü sağlamak için bir ömür boyu sallaman gerekebilir. Bunun yerine, dışarıda bir mekanizma ile yünü ve kehribar parçalarını sürtüp, yükü iletken tellerle kavanoza aktaralım. Hem daha güvenli hem de çok daha verimli.”

Teframun başını salladı, heyecanı biraz sakinleşti ama gözlerindeki merak ışığı sönmedi.

İlk denemelerde kavanozun içindeki elektrik birikmeye başladı. Küçük bir patlama oldu; cam hafifçe çatladı, metal uçlardan kıvılcımlar sıçradı. Teframun geriye çekildi, nefesini tuttu.

“İşte, bu risk… ama aynı zamanda bize yol gösteriyor,” dedi Enlil-Hotep. ”Daha sağlam camlar ve dikkatli bir düzenekle, elektrik artık bizim kontrolümüzde olacak.”

Teframun, hafifçe parmaklarını metal uçlara yaklaştırdı ve bir kıvılcım sıçradı. Küçük bir patlama sesi ve ışık parlaması, rüyadaki cinin kıvılcımlarını hatırlatıyordu. İkili gerildi ama heyecanla birbirine baktı:

“Başarıyoruz!”

Kısa süreli deneylerden sonra kavanozun içine daha fazla enerji depolamayı başardılar. Artık bu kavanoz, rüyada gördüğü cinin enerjisini kontrol altına almak için bir araçtı.

Enlil-Hotep, Teframun’a bakarak fısıldadı:

“Bunu geliştirebiliriz… Daha büyüğünü yapabiliriz. Elektriği depolayabilir, sonra güvenle kullanabiliriz. Rüyan, bize sadece uyarı değil, aynı zamanda keşfin yolunu da göstermiş.”

Teframun gözlerini parlatmıştı. ”O zaman… sıra uçurtmadan aldığımız gücü daha büyük deneylerde kullanmakta.”

14.10. Sunum

Teframun ve Enlil-Hotep, kavanozlarını büyük bir tepsiye yerleştirip saray salonuna getirdiler. Kral Karmen, merakla tahtında oturuyordu; gözleri heyecan ve hafif bir korkuyla parlıyordu. Halk ve bilginler kenarda bekliyordu.

Kral Karmen "Bu nedir?" diye sordu.

Enlil-Hotep gülümsedi:

“Biz buna rüyamızda gördüğümüz gibi… Cin Kavanozu diyoruz. Bu, gökten aldığımız gücü depolayan bir araçtır,” dedi. ”Bu kavanoz, elektriği kontrol etmemize olanak sağlıyor.”

Kral, kısa bir sessizlikten sonra gülerek başını salladı:

“Cin Kavanozu mu… Eh, o zaman öyle olsun! Bir cin elimizdeymiş gibi gösterin bakalım!”

Teframun, kavanozun yükünü göstermek için metal bir çubuğu hafifçe dokundurdu. Kıvılcım ufak bir patlama ve ışık parlaması yarattı, ama tamamen kontrollüydü. Kral Karmen hayretler içinde dudaklarını araladı.

“Böyle bir güç… elimizde mi olacak?”

Enlil-Hotep ve Teframun birbirine baktı, gözlerinde hem korku hem de gurur vardı.

“Evet. Bu yalnızca başlangıç. Artık gök ateşi bizim hizmetkârımız olacak.”

Enlil-Hotep diğer kavanozu seçti, metal uçlarını kısa bir iletken tel aracılığıyla bağladı ve küçük bir kıvılcım patlamasıyla kavanoz çatladı. Çatlayan camdan çıkan ışık, odanın karanlık köşelerini aydınlattı; kısa bir patlama sesi yankılandı. Kral hafifçe geriye çekildi ama gözlerinde heyecan vardı.

Kral: ”Demek bu… gök ateşini depoluyorsunuz?”

Enlil-Hotep başını salladı:

“Evet. Artık yıldırımı yalnızca saraydan uzaklaştırmakla kalmayacağız; enerjisini bir araç olarak kullanabileceğiz.”

Kral, kavanozu dikkatle inceleyip başını salladı:

“Bundan böyle, saray sadece güvenli değil, aynı zamanda güç sahibi olacak. Sizleri kutluyorum.”

Kral Karmen, parmaklarını kavanozun metallerine dokundurarak hafif bir elektrik şokunu hissetti ve kahkahayla, ”Bu, Cin Kavanozu! Adı bundan sonra bu olsun!” dedi.


..

14.11. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Sahara (gözleri parıldayarak):
"Nil-7… yani o adam aslında cin falan taşımıyordu, değil mi? Hepsi elektrikmiş."

Nil-7 (hafif mekanik bir gülümsemeyle):
"Doğru, küçük dostum. İnsanlar anlamadıkları şeylere genellikle 'cin', 'ruh' ya da 'tanrı' derlerdi. Ama gerçekte Thamunekh’in taşıdığı şey, sürtünmeden doğan elektrikti."

Sahara:
"Peki… kral nasıl bu kadar cesur oldu da adamın elini tuttu? Ya gerçekten içine cin girseydi?"

Nil-7:
"Kral Karmen’in farkı buydu. O, rahiplerin anlattığı masallara körü körüne inanmadı. Denemek istedi. Bilmek istedi. Ve dokunduğu anda gerçeği gördü: kıvılcım bir cindi değil, maddenin sırrıydı."

Sahara (kaşlarını çatıp düşünerek):
"Yani… onlar elektriği kavanoza bile hapsetmişler? Rüyada bile olsa… Bu aslında bataryanın ilk fikri mi oluyor?"

Nil-7 (başını onaylar gibi eğerek):
"Kesinlikle. O 'cin kavanozu' dediğin şey, senin çağında Leyden şişesi olarak bilinen ilk kondansatörün atasıdır. Yani elektriği depolamanın yolu. Bir rüya bile insanı yeni bir icada götürebilir."

Sahara (heyecanla):
"Vay canına! Peki yıldırımı yakalayıp bakır direkle toprağa indirmeleri… bu da paratoner, değil mi?"

Nil-7:
"Evet. Gökten gelen ateşi, yani yıldırımı kontrol altına aldılar. İnsanlar korkuyla kaçarken, bilginler bakırın elektriği taşıyabildiğini fark ettiler. Böylece göğün öfkesini bile yönlendirmeyi öğrendiler."

Sahara (biraz hüzünle):
"Ama insanlar çok korkmuş… 'Cin çarptı!' diye bağırmışlar. Oysa gerçeği bilseler korkmazlardı."

Nil-7 (nazik bir sesle):
"Unutma Sahara… Bilgi, korkunun panzehiridir. İnsan bilmediğinden korkar. Ama öğrendiğinde, o korku güce dönüşür."
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL