SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Sabah güneşi sarayın sütunlarını altından parlatırken, Başbilgin Enlil-Hotep ağır adımlarla taht salonuna girdi. Kalbinde bir çarpıntı vardı; çünkü birazdan söyleyeceği sözler sıradan bir keşif değil, bambaşka bir çağın kapısını açabilirdi.
Kral, iri taş tahtına kurulmuş, elinde Nil’in bereketini simgeleyen asasıyla oturuyordu. Saray görevlileri bir adım geride, sessizce izliyordu. Enlil-Hotep eğilerek selam verdi, sonra başını kaldırıp konuşmaya başladı:
"Efendim… Sen bize göğe ve ötesine çıkma buyruğu verdin. Biz de yıllardır balonlarla ve kanatlarla rüzgârı deniyoruz. Nice çırak düştü, Nil’in timsahları bile cesaretimize şahit oldu. Şimdi anlıyoruz ki bu iş sadece denemekle olmaz; öğrenmek, öğretmek ve bizden sonra da devam ettirmek gerekir."
Kral hafifçe başını eğdi, gözlerinde belli belirsiz bir parıltı vardı.
"Söyle, ne istiyorsun Enlil-Hotep?"
Başbilgin sakalını sıvazladı.
"Uçma Sanatı Mektebi adıyla bir okul açalım. Çocuklar orada rüzgârı, kanadı, kumaşı, buharı ve yer yağı gazını depolamayı öğrensin. Öğrendiklerimizi onlara aktarırsak bu sanat ölmez, senden sonra da gelişerek sürer. Ama eğer bizden başka kimse bilmezse, kanatlar çürür, tabletler kaybolur, her şey unutulur."
Kral hafifçe gülümsedi.
"O hâlde aç bu mektebi. Çocuklara öğret. Ama dikkat et: Göğe yükselsinler, Nil’in dişli yaratıklarına değil!"
Başbilgin diz çöktü, alnını yere koydu.
"Teşekkür ederim, Yüce Efendim. Krallığımızın adı, göğün tabletine yazılacak."
13.1. İlk Ders Yoklama
Nil kıyısındaki yeni yapılmış taş binada, ”Uçma Sanatı Mektebi” nin ilk günüydü. Çocuklar tahtadan yapılmış sıralara toplanmış, bir yandan tüylerle oynuyor, bir yandan da gizlice birbirine taş atıyordu. Başbilgin Enlil-Hotep, ellerini arkasına bağlayıp içeri girdi. Sakalı göğsüne kadar iniyordu, gözleri ciddiyetle parlıyordu. Elinde uzun bir tomar vardı.
"Sessizlik! Yoklama alacağım!" dedi gür sesiyle.
Tomarı açtı, tek tek isimleri okumaya başladı:
"Nisaba?"
"Burada!"
"Şuruppak?"
"Burada!"
"Meskalanduk?"
Burada hocam!"
"Gılgameş?"
"Buradayım!"
"Lugalkeşkokpanda?"
"Burada!"
"Kuşkidangaşer?"
Sınıfta çıt çıkmadı. Enlil-Hotep ikinci kez bağırdı:
"Kuşkidangaşer!"
Ön sıralardan çekingen bir ses yükseldi:
"Öğretmenim… o nehre kapıldı."
Başbilginin sesi çatallandı:
"Ölmüş mü?"
"Bilmiyoruz…"
Enlil-Hotep üzgün bir sesle konuştu:
"Öğrenince gelip bana haber verin! Yoklama kayıttan düşmez!"
Tomarı çevirdi, okumaya devam etti:
"Eluluhakalanduk?"
"Burada hocam!"
"Dersten sonra doğru berbere gideceksin, dedi bilgin. Sakalını kısaltacaksın. Burada mühendislik öğretiyoruz, tarz değil!"
Arka sıralardan hafif kıkırdamalar yükseldi.
"Gılgameş… iki?"
Sınıf kahkahaya boğuldu. Enlil-Hotep alnını ovuşturdu.
"Lan bu isim iyice popüler oldu ha. Her evde bir Gılgameş türemeye başladı. Bari numara vermeyelim mi?"
"Meşalepanda?"
"Burada."
"Şarmaadat?"
Bir ses geldi:
"Şurada."
"Nerede orada?"
Sıranın altından bir sepet uzatıldı. Bilgin gözlerini kısarak baktı.
"O ne lan? Getir bakayım şunu."
Sepeti açınca içinden minik bir bebek çıktı, gürültüye aldırmadan uyuyordu.
"Yatma oğlum sen de sınıfta ya!" dedi bilgin. Sonra bebeğe baktı, sonra çocuğa döndü.
"Bu ne şimdi? Senin bebeğin mi?"
Çocuk panikle elini salladı:
"Yok hocam!"
Enlil-Hotep homurdandı:
"Bebek olmaz! Daha büyüsün öyle gelsin. Bu halde derse başlayamaz! Al götür onu annesine teslim et. Burada mühendis yetiştiriyoruz, kundak değil!"
Sınıf bir kez daha kahkahalara boğuldu. Başbilgin bastonunu vurdu, sustu.
"Susun! Yoklamaya devam edeceğiz. Bir gün hepiniz göklere yükseleceksiniz ama önce ayağınızı yere sağlam basmayı öğrenin!"
13.2. Okul Müdürü Sınıfta
Tam yoklama bitmek üzereyken sınıfın ağır kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeriye yuvarlak göbekli, alnı terleyen bir adam girdi. Cübbesinin uçlarını düzelterek gürledi:
"Çocuklar! Öğrenmeye başladınız mı?"
Sınıf bir anda sessizleşti. Başbilgin Enlil-Hotep bastonunu yere dayayıp hafifçe eğildi:
"Müdür bey! Hoş geldiniz."
Müdür gözlerini sınıfta gezdirdi, sıradan sıraya bakarak homurdandı:
"Bunlar uçma mühendisi olacak öyle mi? Kontrol ettin mi? Hepsinin okuma yazması var mı bunların?"
Başbilgin gür bir sesle yanıtladı:
"Sen hiç canını sıkma müdür bey. Hiçbir sıkıntı yok! Çocukların hepsi ateş gibi, zehir gibi! Anasına babasına da okumayı öğrettim, köyümüz komple yazıyor, çiziyor artık. Bu konuda içiniz rahat olsun."
Sonra hafif bir tebessümle sordu:
"Sizde durum nasıl?"
Müdür birden suratını buruşturdu, yere bakarak mırıldandı:
"Şu anda… ben ona akıl edemedim ya."
Enlil-Hotep kaşlarını kaldırdı:
"Nasıl yani?"
"Ben öğrenemedim hocam," dedi müdür utanarak. "Dedim ki kendi kendime; 'Ya bu saatten sonra senin ne işine yarar okuma yazma?”
Sınıfta boğuk bir uğultu yükseldi. Bazı çocuklar elleriyle ağzını kapatarak gülmemeye çalışıyordu. Başbilgin alnından aşağıya ter iniyormuş gibi hissetti. İçinden düşündü:
“Üniversiteye müdür olmuş ama harfleri tanımıyor. Torpili kim acaba? Bu krallığın hali ne olacak?”
Müdür ise dert yanmaya devam ediyordu:
"Tüh! Umarım Kral'ımız tutup da bana bir şey sormaz. Yandık vallahi."
Enlil-Hotep, müdürün iyice çaresizce yüzüne bakıp içini çekti. Sonra alçak sesle fısıldar gibi konuştu:
"Doğru diyorsun… Peki, ne yapsak? Şimdi kral yarın gelip bir şey sorar, senin cahilliğin meydana çıkacak. Bir çözüm bulmamız lazım."
Bir an düşündü, sonra gözlerini kısarak alaycı bir tonla ekledi:
"Size şimdi rapor alalım desek ona da inanmazlar. Müdür bey… Acaba yarın siz de bir nehre mi kapılsanız? Hani… öyle dersin, kaybolursun. Hem kimse de niye okuyamıyor yazamıyor diye sorgulamaz."
Müdür’ün yüzü birden parladı.
"Ooo! Olur, olur! Hem de çok güzel olur! Çok teşekkür ederim hocam, çok teşekkür ederim!"
Adam, sanki kendisine hayatının en parlak fikri verilmiş gibi ellerini ovuşturarak sınıftan çıktı.
Başbilgin derin bir iç çekti.
“Uçma sanatı mektebinde timsahlarla boğuşan öğrencilerim var… şimdi de okumayı bilmeyen bir müdürle uğraşıyorum. Bu okul uçarsa gerçekten bir mucize olur.”
13.3. İkinci Ders
Müdür sınıftan çıkınca Başbilgin Enlil-Hotep bastonuyla yere vurdu.
"Evet çocuklar! Sessizlik! Şimdi dersimize başlıyoruz."
Çocukların gözleri parladı. Hepsi heyecanla defterlerini (kamış tabletlerini) çıkardı.
"Bugün size insanlık tarihinin uçuş tecrübelerinden bahsedeceğim. Önce… uçurtma!"
Birden sıranın altından bir küçük çırak el kaldırdı.
"Öğretmenim… uçurtma neydi?"
Sınıfta kıkırdamalar başladı. Enlil-Hotep boğazını temizledi:
"Uçurtma dediğimiz şey… Çıtalardan yapılmış çokgen biçimli gövdesi ve kuyruğu vardır. Daha önce oyuncaktı. Sonra çok daha büyüğünü yaptık. Rüzgarın esmesi ile ipe bağlıyken gökyüzüne yükselmeni sağlar."
Bir öğrenci merakla sordu:
"Hocam, uçurtma ile adam kaldırabilir miyiz?"
"Elbette," dedi Enlil-Hotep. "Ama yeterli rüzgar olması gerek. Fakat sağlam ve hafif malzemeden yapılması şart."
Başka bir çocuk atıldı:
"Hocam, dün gece kardeşimi uçurtma ile havalandırmaya çalıştık, ama rüzgar kesilince yan bahçeye düşüp kafası komşunun leğenine girdi…"
"Denemeleri evde yapmayın dedim size! Burada öğrendiklerinizi evde denemenizi yasaklıyorum. Yoklama listesi azalsın istemiyorum."
Sonra tahtaya (kil tablete) başka bir çizim yaptı.
"İkinci yöntem: balonla adam kaldırma. Bir büyük tulum alırsınız, içine sıcak hava doldurursunuz. Balonun içinde hava ısınınca dışındaki havadan daha hafif olacağı için göğe yükselirsin."
Arka sıradan Gılgameş 2 el kaldırdı:
"Hocam, tulumu annem çamaşır için kullanıyor, içine sıcak hava doldurursak babam bizi döver."
"O yüzden diyorum ki!" diye bağırdı Enlil-Hotep, "Deneyleri evde değil, benim gözetimimde laboratuvarda yapacaksınız!"
Sıradaki çizim: kanatlı bir araç.
"Üçüncü yöntem: planörle süzülme. Yani kuş gibi çırpmadan uçmak. Tepeden koşar, kendini bırakırsın, rüzgâr seni taşır."
Çocuklardan biri kıkırdadı:
"Hocam, geçen gün köyün keçisi kendini kayadan attı, hiç süzülmedi, direkt düştü!"
Başbilgin gözlerini kapadı:
"Keçiler planör değildir evladım."
Sonra bastonuyla yere vurdu.
"Şimdi daha ciddi konulara geçiyoruz. Buharlı motor!"
Sınıf sessizleşti. Çocuklar gözlerini açtı.
"İçine su koyarsın, kaynatırsın, çıkan buhar çarkı çevirir."
Ön sıradaki Nisaba kaşlarını kaldırdı:
"Hocam, geçen gün annem çorba kaynatırken kapağı fırladı, motor muydu o?"
"Sayılır," dedi Enlil-Hotep, "ama biz kapağı patlatmak için değil, enerjiyi yönlendirmek için kullanacağız."
Sonraki çizim: büyük bir varil.
"Petrol denen kara sıvıyı yerden çıkarırız, gazını depolarız. Onunla ateş yakar, makineleri çalıştırırız."
Bir çocuk parmağını kaldırdı:
"Hocam, gazı kavanoza mı koyacağız?"
"Hayır evladım, kavanoz yetmez, patlar!"
Sonra eline bir demir parçası aldı.
"Ve son dersimiz: demir eritme! Ateşi iyice harlarsınız, taş gibi sert demir bile erir. Ondan kanat iskeleti yapabilirsiniz."
Tam o sırada arka sıradan bir çocuk bağırdı:
"Hocam, demiri eritirsek öğretmen masasını ondan yapabilir miyiz? Tahtayı hep kemiriyor fareler!"
Sınıfta kahkahalar koptu.
Enlil-Hotep derin bir nefes aldı, alnındaki teri sildi. İçinden düşündü:
“Ben burada insanlığı göklere çıkaracak ders veriyorum… bunlar hâlâ keçiyle, çorbayla uğraşıyor.”
"Aferin size. Hepiniz insanlığı göğe çıkaracaksınız. Ama en önemlisini unutmayın:"
Bastonunu havaya kaldırdı.
"Nil’de ters rüzgâr olursa?"
Bütün sınıf bir ağızdan bağırdı:
"TİMSAAAHHH!!!"
O anda sınıf kahkahalara boğuldu. Birkaç çocuk sıradan düştü, biri timsah taklidi yapıp yerde yuvarlandı. Enlil-Hotep bastonunu yere vurdu ama bu kez kendisi de kahkahasına engel olamadı.
...
13.5. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara (heyecanla): “Nil-77! Uçma okulu mu açmışlar? Çocuklar gerçekten uçmayı mı öğrenmiş?”
Nil-7 (yumuşak, metalik bir sesle): “Evet, Sahara! Enlil-Hotep, uçmayı bir sanat gibi öğretmek için okul açtı. Çocuklar orada rüzgârı, kanatları, hatta buharın gücünü öğrendi. Gökyüzünü fethetmek için ders çalışıyorlardı, tıpkı senin sinirsel zihin bağlantılı simülasyonda çalıştığın gibi!”
Sahara (gülerek): “Ama yoklama çok komikti! Bebek niye sınıftaymış? Şarmaadat ne yapıyormuş ki?”
Sahara (kaşlarını çatarak): “Peki müdür niye okuma yazma bilmiyormuş? Müdür olmak için bilmek gerekmez mi?”
Nil-7 (nazikçe): “Güzel soru, küçük kaşif! O dönemde bazen müdürler bilgiden çok bağlantılarıyla seçiliyordu. Müdür, kralın gözüne girmiş biri olmalı, ama okuma yazma bilmediği için utanmış. Enlil-Hotep’in “Nehre kapılsan?” şakası, müdürün cahilliğini gizlemek için komik bir fikirdi!”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.