Adıyaman, Nemrut Dağı. Binlerce yıldır Kommagene Krallığı'nın sırlarını uykuya yatıran mistik zirve.
Arkeolog Nurten, Defineci Hüseyin ve bilge Dayı, Kral Nemrut’un kayıp mezarını ve hazinesini bulma...
Kralı Uyandırmak: İkinci Bölüm Küçük Tümülüs'e Sızma ve Karanlığın Dört Odası
Sofraz’ın Küçük Tümülüsü, Büyük Tümülüs’ün görkemli ihtişamının gölgesinde kalıyordu, bu da onu gizli bir giriş için mükemmel bir yer yapıyordu. Şeref Dayı, elindeki basit demir çubuğu kullanarak Tümülüs’ün kuzeydoğu yamacındaki, Roma mimarisinin ihmal ettiği bir taş dizilimini işaret etti. "Burası," dedi Şeref Dayı, sesi rüzgarda bile emindi. "Roma, girişi buradan yapmamıştır. Burayı bir dolgu taşı zannetmişler. Ama Kommagene Krallığı’nda, dolgu taşı da bir işarettir." Nurten, elindeki jeo-radar cihazını çalıştırdı. Cihaz, Şeref Dayı’nın işaret ettiği noktanın hemen altında, diğer alanlardan farklı bir yoğunluk boşluğu olduğunu gösteriyordu. "İnanılmaz," diye fısıldadı Nurten. "Dayı, haklısınız. Burası, yüzeyin hemen altında bir boşluk olduğunu gösteriyor. Bir oda ya da bir dehliz." Hüseyin, gözleri parlayarak Nurten’e döndü. "Bilim, efsaneyi doğruladı, Arkeolog Nurten. Şimdi eyleme geçme sırası." Üçlü, aceleyle, ancak dikkatlice o noktadaki toprağı ve küçük taşları temizledi. Kısa süre sonra, el yapımı, yamuk yumuk bir taş kapak ortaya çıktı. Bu, resmi kazıların asla fark etmediği, ustaca gizlenmiş bir müdahale noktasıydı. Hüseyin ve Şeref Dayı, güçlü krikoları kullanarak kapağı yavaşça kaldırdılar. Altında, dik bir açıyla aşağı inen, dar ve karanlık bir kuyu ağzı belirdi. "Hava akımı var," dedi Nurten, fenerini içeri tutarak. "Ama taze değil, bayat ve ağır. Dikkatli olmalıyız." Hüseyin, emniyet halatını beline bağladı ve Nurten’e baktı. "İlk adımı ben atıyorum. Dayı, halatı tut. Nurten Hanım, sensörlerinizle arkayı kollayın." Hüseyin, kuyuya sarktı ve halat yardımıyla yavaşça aşağı inmeye başladı. Birkaç saniye sonra, sesi boğuk ama net geldi: "Zemin sağlam. Aşağıda, küçük, kapalı bir oda var. Giriş kapıları var!" Nurten ve Şeref Dayı da kuyudan aşağı indi. Kendilerini, Küçük Tümülüs'ün içindeki bilinen dört odaya bağlanan, gizli bir ara odada buldular. Oda küçüktü, ancak dört ayrı yöne açılan, kilitli dört kapı vardı. Her kapının üzerinde, farklı bir Roma tanrısının adı yazılıydı: Mars (Savaş), Jüpiter (Tanrıların Kralı), Vesta (Ocak/Aile) ve Merkür (Haberci). "Dört kapı," dedi Nurten, fenerini kapılardaki yazılara tutarak. "Roma tanrıları. Sofraz’ın Roma dönemine ait olduğu biliniyor. Ama neden dört kapı? Bizim aradığımız tünel, Büyük Tümülüs'ün altındaki kayıp odaya giden gizli yol olmalı." Şeref Dayı, kapıların önündeki zemini inceliyordu. "Mars, Jüpiter, Vesta, Merkür... Bunlar sadece kapı adı değil, bunlar bir sınav. Dört odadan üçü bizi çıkmaza, biri ise hazineye götürür. Ama bu bir Roma sınavı olamaz, Hüseyin." Hüseyin, parşömeni açtı. El fenerinin titrek ışığında parşömen üzerindeki astrolojik haritayı inceledi. "Haklısın Dayı. Bu bir Kommagene tuzağı! Kral Antiokhos, Romalılara saygı gösterse de, kendi tanrılarına inanırdı. Jüpiter, onun için Zeus'tur. Mars, Ares'tir." Hüseyin, parşömendeki bir sembolü işaret etti. Sembol, dairesel bir çizimin merkezindeki bir noktaydı. "Burada, kralın hayatındaki en önemli gün gösterilmiş: Yaz Gündönümü. Güneşin en güçlü olduğu gün. Roma’da Güneş’in karşılığı Jüpiter’di. Tanrıların Kralı. Ve bizim hedefimiz, Kralın hazinesi!" Nurten, Hüseyin’e baktı. Hüseyin’in sezgisi, akademik karşılığını bulmuştu. "Jüpiter," dedi Nurten kararlılıkla. "Kral Antiokhos, kendini Tanrıların Kralı Zeus/Jüpiter ile eş tutardı. Odanın girişi, bu kapı olmalı. Ama bu kapının kilidi nerede?" Jüpiter kapısı, diğer kapılardan daha büyük ve daha sağlam görünüyordu. Kapının hemen altındaki mermer zeminde, neredeyse görünmez, yuvarlak bir girinti vardı. Şeref Dayı, elindeki bastonun ucundaki gümüş başlıklı parçayı çıkardı. "Kapı, anahtarı dışarıda tutmaz. Burası bir Kommagene mührü. Benim bastonumun ucu..." Dayı, gümüş ucu girintiye yerleştirdi ve yavaşça saat yönünde çevirdi. Kapıdan tiz bir sürtünme sesi geldi. Jüpiter kapısı, yavaşça ve görkemli bir şekilde açıldı. Ancak içeride, bir odaya giden tünel yerine, sadece dik, kaygan bir merdiven vardı. Merdivenin sonunda ise, fener ışığının erişemediği mutlak bir karanlık hüküm sürüyordu. "Hazır olun," dedi Hüseyin. "Bu merdiven, bizi Büyük Tümülüs’ün lahitlerinin altına, o kayıp odaya indirecek. Buradan sonrası tuzaklarla dolu." Nurten, el fenerini açtı. Yüzünde korkudan çok, keşif heyecanı vardı. Hüseyin ile aralarındaki duygusal gerilim, bu tehlikeli merdivenlerde, bir kez daha alevlenmek üzereydi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.