İstanbul'un baharında, üniversite kampüsünün naifliğinde başlayan ve imkansızlıkla mühürlenen bir aşkın hikayesi.
Elif (Şehir ve Bölge Planlama öğrencisi), ailesine olan sorumlulukları nedeniyle aşka...
Hasan, bahar şenliğindeki fiyaskodan sonra, Zerha’dan daha da uzak durmaya başladı. Kırık kalem, onun utangaçlığının ve beceriksizliğinin somut kanıtı olarak zihninde yer etmişti. Zerha'yı görse bile, hemen başını çeviriyor, göz temasından bile kaçınıyordu. Zerha'nın kendisini alaya aldığını, o anı arkadaşlarına anlatıp güldüğünü düşünüyordu. Ancak Zerha'nın düşünceleri tamamen farklıydı. Hasan'ın o anki telaşı ve kaçışı, Zerha'nın zihninde bir merak uyandırmıştı. Hasan, diğer popüler çocukların aksine, garip ve samimiydi. Üstelik o kırık kalem, ona göre bir nevi tuhaf bir hediye gibiydi; Zerha onu ders çalışırken kalemliğinin içinde tutuyordu. Zerha, okul koridorlarında Hasan’ı her gördüğünde, onun bakışlarını yakalamaya çalışıyordu. Hasan, sanki varlığıyla rahatsızlık veriyormuş gibi kaçtıkça, Zerha'nın merakı daha da artıyordu. Bir gün, bu sessiz takibe bir son vermeye karar verdi. Okulun müzik odası, genellikle öğleden sonraları boş olurdu. Hasan, burayı bazen piyanonun başına oturup, kimsenin duymayacağı bir tonda, Zerha için yazdığı melodileri çalmak için kullanırdı. O gün, okul dağılmış, hava kararmaya başlamıştı. Hasan, müzik odasının loş ışığında, parmakları tuşlarda gezinirken, gözlerini kapattı. Çaldığı melodi, Zerha'nın ela gözlerinin derinliğini, kahkahalarının melodisini ve kendi kalbinin dayanılmaz acısını anlatıyordu. Melodinin içine, defterine yazdığı dizeleri mırıldanıyordu: "Sana seslenemeyen dilim, notalarda dile geliyor..." Tam bu sırada, müzik odasının kapısı gıcırdayarak açıldı. Hasan irkildi, elleri panikle tuşların üzerinden çekildi. Kalbi göğsünde gümbürdüyordu. Kapıda, Zerha duruyordu. "Biliyordum burada olduğunu," dedi Zerha, sesi sakindi ama gözlerinde kararlılık vardı. Odaya girdi ve kapıyı arkasından yavaşça kapattı. Dört duvar arasında, sadece ikisi vardı. Hasan'ın tüm vücudu buz kesmişti. Ayağa kalkmaya çalıştı ama bacakları tutmadı. Olduğu yere yapıştı. "B-ben... Şey... ben sadece..." diye kekelemeye başladı. Zerha, yavaşça ona doğru yürüdü ve piyanonun kenarına oturdu. Çantasını yanına koydu ve içinden küçük, ikiye ayrılmış kurşun kalemi çıkardı. "Bu," dedi, kalemi göstererek, "Nedir bu Hasan?" Hasan, gözlerini kaçırdı. "B-bilmiyorum. Kazaydı. Düşürdüm." Zerha, başını hafifçe yana eğdi. "Hayır, bu bir kaza değildi. Bu, senin bana vermek isteyip de veremediğin bir şeydi. Tıpkı şu 'Gölge' mektubu gibi." Hasan'ın gözleri dehşetle açıldı. "M-mektup mu? Ben... ne mektubu?" "Lütfen," dedi Zerha, sesi yumuşak ama netti. "Utangaçlığını anlıyorum. Ama yalan söyleme. O mektupları sen yazdın. Ve o boncuğu almak için koşarak gelen de sendin." Zerha, o kırık kalemi Hasan’ın avucuna bıraktı. "Bu kalem, senin itirafındı. Konuşamayan dilinin sesiydi. Doğru mu?" Hasan, elindeki kırık kaleme baktı. Yalan söyleyecek gücü kalmamıştı. Zerha'nın kararlılığı, onun yıllardır inşa ettiği utangaçlık kalesini yerle bir etmişti. Gözleri doldu. Başını Zerha'ya çevirdi ve fısıltıyla, zar zor duyulan bir sesle konuştu: "Evet." "Neden?" diye sordu Zerha, sesi şimdi bir fısıltı kadar alçaktı. "Neden benden kaçıyorsun? Neden konuşmuyorsun?" Hasan, derin bir nefes aldı. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Kalbindeki tüm kilitler kırılmıştı. O an, o dört duvar arasında, artık bir gölge değildi. O, Zerha'ya âşık olan, utangaç Hasan'dı. "Çünkü..." diye başladı, sesi titriyordu, "Çünkü sen... sen o kadar güzelsin ki, benim gibi birinin sana bakmaya bile hakkı yokmuş gibi hissediyorum. Seni gördüğümde, ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Dilim, elim, ayağım... hepsi birbirine dolanıyor. Ben... ben sana aşığım Zerha. İlk günden beri." Müzik odasının sessizliği, Hasan'ın bu acı itirafıyla doldu. Zerha, Hasan'a baktı. Gözlerinde ne alay, ne de küçümseme vardı. Sadece derin bir şefkat ve anlayış vardı. Elini uzattı ve Hasan'ın yanağındaki gözyaşını sildi. "Biliyorum," dedi. Hasan şaşkınlıkla ona baktı. "O mektupları okudum," diye devam etti Zerha, gülümseyerek. "Ve o gün, kırık bir kalemle kaçtın. Ama biliyor musun Hasan? Konuşamaman, yalan söylemenden daha dürüsttü." Zerha, kalemi Hasan'ın elinden aldı ve kendi cebine koydu. "O zaman, artık dört duvar arasında değiliz," dedi Zerha, ayağa kalkarak. "Yarın, koridorda karşılaştığımızda, bana sadece 'merhaba' der misin?" Hasan, başını salladı. O an, hayatında ilk kez, Zerha'nın varlığıyla eli ayağına dolanmak yerine, kalbi umutla dolmuştu. Platonik aşkının duvarı çatlamıştı. O gece, defterine son bir not yazdı: Duvarlar yıkıldı. Zerha, Gölge'yi gördü. Yarın, "merhaba" diyeceğim. Yarın, benim en büyük şiirim başlayacak.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.