Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Hacı Bektaş Veli (Erkek Dişi Sorulmaz) Roman Hüseyin TURHAL
Aşkın ve Hoşgörünün Destanı: Hacı Bektaş Veli Romanı Yazar: Hüseyin TURHAL 13. yüzyıl Anadolu’su. Topraklar kanla, gönüller korkuyla sulanırken; bir derviş, Horasan’dan getirdiği Vahdet (Birlik) fel...
21. Bölüm

"Dört Kapı" Romanı - Bölüm 5: Bâtına Yöneliş

4 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum

II. Tarikat Kapısı
Yûsuf ve Balım Sultan’ın yolları, Erciyes’in gölgesinden ayrılıp, yeşilin ve suyun bol olduğu, kuytu bir vadiye yöneldi. Vadiye gizlenmiş, taş ve ahşaptan yapılma sade bir yapı göründü: Bu, aradığı Mürşid’in dergâhıydı.
Dergâh, dışarıdan sükûnet yayan bir kale gibiydi. Kapısı ahşaptan ve alçaktı; eğilmeden içeri girmek mümkün değildi. Bu, Tarikat’ın ilk kuralını sessizce fısıldıyordu: Tevazu.
Kapının eşiğinde Balım Sultan durdu. “Burası, sözün bittiği yerdir Yûsuf. Şeriat’ta konuşur, sorar ve cevap alırdın. Tarikat’ta ise sükût ve hizmet konuşur. Unutma, buraya Şeriat bilginle değil, yokluğunla giriyorsun.”
Yûsuf, eğilerek kapıdan geçti.
Mürşid ile İlk Karşılaşma
İç avlu sadeydi. Ortada bir abdest musluğu ve etrafta çilehanelerden gelen belli belirsiz bir zikir sesi vardı. Balım Sultan onu, dergâhın baş odasına, Mürşid’in Huzuruna götürdü.
Odanın ortasında, eski bir postun üzerinde oturan, gözleri yaşına göre canlı ve keskin, sakalı bembeyaz bir zat vardı. Bu, Yûsuf’un ruhunun aradığı limandı: Mürşid-i Kâmil (Olgun Rehber). Dervişler ona kısaca Pir Baba derlerdi.
Yûsuf, öğrendiği edep kurallarına uyarak yere diz çöktü, alnını Pir Baba’nın postuna sürdü ve bekledi. Pir Baba, konuşmadı. Dakikalarca süren o derin sükût, Yûsuf’un içindeki bütün gürültüyü, bütün kuruntuyu emip aldı.
Nihayet, Pir Baba’nın dudakları aralandı. Sesi, bir nehrin çağıltısı kadar dingin ama güçlüydü.
“Hoş geldin Şeriat yolcusu,” dedi. “Sen, medresede Elif’i öğrendin. Ama bil ki, Elif'in sonu ‘Lâ’dır. Yani ‘Hiç’lik. Bütün bildiklerini terk etmeden, Tarikat’ta adım atılmaz.”
Pir Baba, Yûsuf’a Tarikat’ın ilk görevini verdi: Ağır bir çile. Ona, dergâhın en eski ve bakımsız olan, penceresiz bir hücresini gösterdi. “Git, orada otur. Sana söylenene kadar ne konuş, ne dışarı çık. Yiyeceğin, her gün kapının önüne bırakılacak kuru ekmek ve sudan ibarettir.”
Tarikat’ın On Makamı
Yûsuf, hücresine girdi. Yalnızlık, karanlık ve sessizlik, medresenin parlak ışığı ve bilgi dolu seslerinden sonra bir işkence gibi geldi. İşte, Tarikat Kapısı’nın on makamının ilk aşaması başlıyordu:
Tövbe Etmek: Yûsuf, hücresinde ilk gün, sadece geçmişteki bütün hatalarını, kibirlerini ve nefsine uyduğu anları düşündü. Bu, bir iç hesaplaşmaydı.
Mürşide İtaat: Zor olan, Pir Baba’nın neden bu çileyi istediğini anlamaktı. Oysa Tarikat, aklı sorgulamadan teslim etmeyi gerektiriyordu. Yûsuf, aklını ve iradesini bir kenara bıraktı, tamamen Pir Baba’nın emrine uydu.
Hizmet ve Cömertlik: Hücrede dahi hizmet etme arzusu içini kemiriyordu. Mürşid'in emriyle dışarı çıktığında, dergâhın en kaba ve nefsinin en zorlanacağı hizmetlerine koştu: Pabuçları düzenlemek, dervişlerin kirli çamaşırlarını yıkamak. Bu, Ruhun Cömertliği idi.
Yûsuf, bu çile sırasında, Makâlât’ın temel öğretisini iliklerinde hissetti: Bâtına Yöneliş, kişinin dış dünyadan el çekip, içindeki karanlık ve aydınlık yönleri keşfetmesiydi.
Şeytan ve Melek
Hücrede geçirdiği günler, nefs-i emmaresini (kötülüğü emreden nefis) canlandırdı. İçindeki ses, ona "Sen medresede ilim öğrendin, burada ne işin var? Bu basit işler sana yakışmaz!" diye fısıldıyordu. Bu, İçindeki Şeytan’ın sesiydi.
Ama aynı zamanda, Pir Baba’nın sessizliği ve diğer dervişlerin huzuru, Yûsuf’a ilahi bir dinginliği fısıldıyordu. İşte bu da İçindeki Melek’in sesiydi. Yûsuf, Tarikat’ın ilk dersini almıştı: Bâtın (iç dünya), Şeriat’ın düzenleyemediği, kaosun ve mutlak teslimiyetin yaşandığı yerdi.
Bir ay süren çilenin sonunda, Yûsuf zayıflamış ama gözleri ışıl ışıl bir halde Pir Baba’nın huzuruna çıktı.
Pir Baba gülümsedi. “Bâtın seni yormuş. Şimdi, Tarikat’ın yedi makamı daha var. Ama önce, sana Tarikat’ın hırkasını giydireceğim. Bu hırka, Rıza’nın Hırkası’dır. Dünya ve nefsinden tamamen vazgeçtiğinin işaretidir. Kabul eder misin?”
Yûsuf, gözlerinden yaşlar akarak başını salladı. O an, "Ben" dediği her şey, o karanlık hücrede kalmıştı. Artık o, sadece Hakk’ın rızasını arayan bir dervişti. Yûsuf, Tarikat Kapısı’nın eşiğini aşmış, dervişliğe adım atmıştı.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL