Adıyaman'da Kayıp Hikâyelere Yolculuk
Adıyaman'ın kadim topraklarında, taşın ve zamanın derinliklerinde saklı kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş gerçek hayat hikâyelerinin izini sürüyor. Bu eser, Nemrut'u...
Nemrud'un Güneşi Yerden Doğar: Antiokhos'un Vasiyeti
I. Tümülüsün Gölgeleri Güneş henüz Zagrosların ve Torosların arkasında uyuyordu. Hava, 2150 metre yüksekliğindeki Tümülüs'ün eteklerinde, binlerce yılın yorgunluğunu taşıyan dev taş yığınlarının arasında, kristal gibi berraktı ve dondurucu bir sessizlik hakimdi. Kommagene Kralı I. Antiokhos Theos, bu dağın zirvesini, ölümsüzlüğün kapısı yapmıştı. Taşın ve göğün buluştuğu bu Doğu Terası'nda, devasa tanrı heykelleri (Zeus-Oromasdes, Apollon-Mithras, Herakles-Artagnes ve Kralın kendisi) tahtlarında oturuyor, sonsuzluğa bakıyorlardı. Başları devrilmiş, gövdelerinden ayrılmış olsa da, kaybettikleri azameti, üzerlerine çöken yıldız ışığıyla geri kazanıyorlardı. Bu sessizliğin içinde, genç bir çoban olan Mithridates, atalarının anlattığı efsaneye sadık kalarak, her şeyin başladığı o anı bekliyordu. II. Tanrıların Fısıltısı Mithridates, titreyen ellerini birbirine sürttü. Kral Antiokhos'un vasiyeti, efsanelerle karışmıştı: "Ben ki, tanrılarla aynı soydan geldim. Burası, göğün ta kendisidir. Güneş buraya geldiğinde, O'nun doğuşu artık gökten değil, yerden, kayanın kalbinden olacaktır. Ve o an, ben dâhil tüm tanrılar, O'nu selamlamak için dirileceğiz." Hala karanlık olan ufuk çizgisine baktı. Sanki dağın zirvesi, gece ile gündüzü, fani ile ilahi olanı birbirinden ayıran bir bıçak sırtıydı. Taşın yüzeyi nemliydi; bu, Tanrıların yakında nefes almaya başlayacağının işaretiydi. III. Altın Nefes Beklenen an geldi. Doğu ufku önce koyu mor bir çizgiyle yarıldı. Sonra o morluk, yavaşça turuncunun en derin tonuna dönüştü. Hava ısınmaya, heykellerin soğuk yüzeyleri kızıl bir renkle parlamaya başladı. Ve işte oldu: Güneş, çevredeki tüm tepelerden, tüm düzlüklerden önce, sanki Kommagene ülkesinin toprakları tarafından itiliyormuşçasına, tam heykellerin arkasındaki zirveden fışkırdı. Bu bir gökyüzü doğumu değil, adeta yerin, taşın ve kralın kalbindeki ateşin doğuşuydu. Işık, yatay bir ok gibi geldi. Önce, tahtında oturan Aslanlı Horoskop kabartmasına çarptı, onu altın sarısı yaptı. Ardından, Zeus'un devrilmiş başının donuk gözlerini aydınlattı. Antiokhos'un başı, o an sanki yeniden taç takmış gibi bir ihtişamla parladı. Nemrudun güneşi yerden doğmuştu. IV. Sonsuzluğun Mührü Mithridates, bu ilahi an karşısında diz çöktü. Tümülüs'ün zirvesinden gelen bu saf, coşkun ışık seli, sadece bir gün doğumu değildi; bu, Kral Antiokhos'un binlerce yıllık vasiyetinin, ölümsüzlükle mühürlenişiydi. Kral, heykelleriyle, kendi tanrılarıyla birlikte güneşi her sabah selamlıyor, ve böylece ebedi hükmünü ilan ediyordu. Işık, taşın çatlaklarını doldurdu, her bir yontuyu, her bir kurban sunağını kutsadı. Dağ artık bir anıt değil, canlı, nefes alan, güneşin doğuşuyla her sabah yeniden can bulan bir tapınaktı. Mithridates, yüzüne vuran sıcaklıkla ayağa kalktı. Artık bu efsanenin bir parçasıydı. Gün doğmuştu ve Nemrut'un azameti, o gün bir kez daha tüm dünyaya yayılmıştı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.