pürüzsüz bir aþk sanýyorduk
baðrýmýzda yanan ateþi
resimsiz fotoðraflar vardý
içinde gözlerimizin
okyanuslarda arýnmýþ bir yüreðin arzusu
parlýyordu fosforlu yüzünde ayýn
porselen gibi
uyduruk bir masalýn kahramanlarý olduðumuzu
merhemi olmayan yaralarýn açýldýðýný içimizde
odalarýn bir bir yýkýldýðýný
sürüklendiðimiz sözlerden esen fýrtýnalarla
yazdý çok geçmeden cehennem zebanisi
tenimizi yaka kanata
dudaklarýn kurumuþ kýpýrtýlarýnda
uçuþturduk dualarý ardý ardýna
tutunup doyumsuz zamanlara
oysa çözülmüþtü ilmeði
baðlanmýþ bütün dileklerin
ve kurumuþtu aðaç
susuz topraklar gibi bereketini yitirmiþ sevide
saklý kaldý söylenmemiþ düþler
ormanlarýn yarýnsýz ýssýzlýðýnda kayýp yaðmurlara
adak edildi bütün yaþlar
uykusuz gecelerin sonsuz zalimliðinde vurgun yerken
ayrýlýða yenik düþmüþ
gitgide uzaklaþtýk…birbirimizden
ve dahi kendimizden
neden sonra geçti zaman
aldýrmadan yakarýlara
umursamadan
ruhun karanlýk sokaklarda yok olmasýna
sinsi ve sessiz bir o kadar da
þimdi
en saf
en masum
özlem dolu
eve gitmek istiyorum
ama
viraneler bile uzak artýk
boynuma vurulmuþ yalnýzlýðýmla bana
ve üzerimde
sensizliðin insafsýz yorganý
ne gün umurumda
ne gece
aþk benden çekip gidince
“hey sen! gelebilir miyim seninle?
üþüyorum da”
atilla güler