MENÃœLER

Anasayfa

Åžiirler

Yazılar

Forum

Nedir?

Kitap

Bi Cümle

Ä°letiÅŸim

ka
Mustafa
kartaltepe

Mustafa


Dûndar Can bir film yapmýþ, adý da Mustafa’ymýþ,
Zamâne çocuðudur... Zeybek’ten bura kaymýþ!

Ne? Ne zaman? Ve nasýl? Onu bilmek iþ asýl!
Durun bekleyin, çýkar... ne varsa fasýl – fasýl.

Ne revaçta ise o! O getirir para – pul!
Ýþini bileceksin... O’na olacaksýn kul!

Adýn Can, sanýn Dündar... Dûndar olsa ne çýkar?
Sen bak iþine...boþver! Bak... nerede ise kâr!

Atasýný bilmeyen... bilemeyen bir Can’sýn,
Allah adýný alsýn...iþin Tamu’ya kalsýn!

Hoþ kalksa, görse filmi... o, seni affederdi,
“Boþverin be çocuðu! O daha çocuk” derdi.

(Ýrt.29.11.2008/21.50)

Yeni not: Alttan 2. beyit çýkýyor gibi sanki.

(*) Filmi henüz görmedim ama görenlerden dinleye
dinleye nerdeyse görmüþ kadar oldum...A.K.

(**) Aþaðýdaki (bana gelen) ileti þiirden çok önemlidir...
Þiiri okumayýn ama o notu okuyun...LÛTFEN

PAVLOV’UN KÖPEKLERÝ....

Can Dündar’ýn belgeseli Atatürk’ün kiþiliðine ve O’nun kiþiliðinde var olmuþ Türk milletine karþý giriþilen en kapsamlý psikolojik saldýrý örneðidir. Bu nedenle belgeselin yarattýðý asýl tahribatýn da bu psikolojik cepheden geleceðini görmemiz gerekiyor. Ama nasýl? Can Dündar’ýn siyasi referansýnýn tümüyle Þeriatçýlar olduðunu görmüþtük. Can’ýn psikoloji referansý ise Vamýk Volkan adlý bir psikiyatrist. Nitekim Can Dündar Hürriyet’ten Ayþe Arman’a verdiði röportajda Vamýk Volkan’dan etkilendiðini itiraf ediyor.
Ýtiraf ettiði etkilenmenin kaynaðý bir kitap. Adý: ’Ölümsüz Atatürk’
Kitap 1984’te ABD’de ’Immortal Atatürk’ adýyla yayýnlanýyor. On yýl sonra Türkiye’de yayýnlanýyor ve yasaklanýyor. Fakat 1998’de serbestçe satýlmaya baþlanýyor.
Adý aslýnda gizli bir ironi içeriyor, çünkü kitap Atatürk’ün ölümsüzlüðünü vurgulamýyor, tam tersine, Kitabýn temel tezi Atatürk’ün ne kadar sýradan bir insan olduðunu göstermek.
Yani týpký Can gibi Atatürk’ün ’insani’ yanlarýný vurgulayarak güya onun ’büyüklüðünü’ göstermek isteyiþi gibi...!
Ancak psikiyatrist, Atatürk’ü sýradan bir hastasý gibi incelemeye koyuluyor ve Atatürk’ün ne kadar sýradan bir ruh hastasý olduðunu ispatlýyor!
...
Ýstanbul Üniversitesi Cerrahpaþa Týp Fakültesi Psikiyatri bölümünden
profesör Mehmet Kerem Doksat þöyle açýklýyor:
Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken bir yandan zil çalýnca ve bunu defalarca yapýnca, bir süre sonra eti görmeden de zil sesini iþitince hayvanýn salyasý akmaya baþlar. Bu þartlý reflekstir: Hayvanýn tabiatýnda olmayan bir uyarýcý (zil sesi) , onu tabiatýnda olan eti görmüþ gibi heyecanlandýrmaktadýr. Ama eðer sürekli olarak zil çalýp hiç göstermezseniz, bir süre sonra bu þartlý refleks söner; devamýnýn tesisi için arada et de gösterilerek pekiþtirilmelidir.
Hiçbirimiz dünyaya Sünnî veya Katolik olarak gelmeyiz; bunlar bize öðretilen deðerler, yâni þartlý reflekslerdir. Eðer pekiþtirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kýsmý boðulur. Kurtarýlabilenler tekrar enstitüye toplanýr. Pavlov zil çalar, köpeklerde týk yok! Þu müthiþ sonuca varýr: Aðýr travmalar, þartlý refleksleri ortadan kaldýrýr. Ýnsaný veya hayvaný en doðal, en ilkel hâline geri döndürür.
Bir yandan her gün 15–20 þehit, ’kanlarý yerde kalmayacak’ denip sürekli kanlarýnýn yerde kalmasý, bir yandan Ergenekon bilmem ne deyip büyük bir çoðunluðunun suçsuz olduðuna herkesin emin olduðu, hâttâ tek suçu Atatürk’ü ve onun ilkelerini sevmek olan insanlarýn sabaha karþý evlerinden alýnarak hapse atýlmalarý… Bir yandan orada burada araba yakarak, polise taþ atarak, etnik kalkýþmalar… Hepsini toplarsanýz, temel güvenlik duygusu ortadan kalkýyor. Pavlov’un köpeklerindeki gibi, bu kadar aðýr travmalarla þartlý reflekslerimiz (millî duygularýmýz ve tepkilerimiz) kýrýlýyor.
Volkan’a göre Atatürk babasýný küçük yaþta kaybedip ilk bunalýma giriyor. Ondan sonra annesi baþka bir adamla evleniyor ve eve gelen bu adamla birlikte bunalým kökleþiyor. Bunun temelinde ise Mustafa’nýn annesine olan ’odipal’ baðlýlýðý var! Aslýnda Can’ýn belgeselindeki temel ve örtük mesaj da bu.
Atatürk denilen adam sözde bizim atamýz, yani bir anlamda hepimizin babasý ama aslýnda onun babasý yok!
Nitekim Can’ýn belgeselinde ikide bir Mustafa’dan ’yetim’ olarak sözediliyor!
Ve yine Mustafa’nýn annesine darýlmasý anlatýlýyor belgeselde, çünkü Atatürk’ün anasý, yani bizim o baþörtülü gülümseyen fotoðrafýndan hatýrladýðýmýz Zübeyde Haným, ’eve baþka bir erkek getiriyor’!
Evet, belgeselde anlatýlan dil aynen böyle, ortada Zübeyde Haným’ýn ’yeniden evlenmesi’ne deðil ’eve yeni bir erkek getirmesi’ne vurgu var! Farkýndaysanýz tez Vamýk Volkan’dan aktarýlma olduðu gibi.
...
Peki Can buradan nereye varmaya çalýþýyor?
Atatürk’ün aslýnda çocukluðundan itibaren sorunlu biri olduðuna.
Nitekim belgesel boyunca Atatürk, mutsuz, yalnýz, bunalýmlý bir tip olarak çizilmiþ.
Ancak bunlar anlýk ya da dönemsel melankoliklikler deðil. Atatürk çocukluðundan ölümüne derin bir melankoli içinde gösteriliyor. Atatürk’ün sürekli içki ve sigaraya olan düþkünlüðü de örtük baþka bir mesajý veriyor: Mustafa sadece annesine karþý odipal bir baðlýlýk içinde deðildir ayný zamanda ’oral’ bir kiþiliðe sahiptir!
Þimdi bu iki kavrama bakalým. Birincisi Freud’un ’odipus kompleksi’ olarak bilinen ve çocuðun anneye olan baðlýlýðýný cinsel baðlýlýkla açýklayan teori. Ýkincisi ise yine Freud’un çocukluk evrelerini ayýrdýðý ilk evre olan
’oral evre’, yani aðýz baðlýlýðý. Mesela çocuklarýn iki yaþýna kadar anne memesine olan baðlýlýk dönemi..
Ýþimiz elbette psikoloji tartýþmasýna girmek deðil, Freud’un kavramlarýný tartýþmak da deðil. Ama bu kavramlar Atatürk için neden kullanýlýyor onu tartýþmak. Her iki kavram da Vamýk Volkan’ýn kitabýnda Atatürk’ün kiþiliði olarak konuluyor. Þöyle ki:
Atatürk annesine olan aþkýnýn yerine vataný koyuyor.
Nitekim ’büyük validemiz’ diye söz ettiði vatana olan aþký aslýnda anasýna olan aþkýdýr!
Yine ana memesine olan hasretini de raký kadehi ve sigara ile gidermektedir!
Can, belgeselinde bunlarý çok açýktan dillendirmemiþ ama anlaþýlan o aþama için vakit henüz erken diye düþünmüþ. Yine de Can, Vamýk Volkan’dan esinlendiðini iddia ettiðine göre çok yakýnda o meselelere de geleceði kesin.
...
Aslýnda Can’ýn geveleyip de söyleyemediði þeyin ne olduðunu az çok anlayabiliyoruz: Herhalde Mustafa’dan sonra sýrada Zübeyde belgeseli var. O zaman tabularla mücadele eden Can Dündar’dan bir dahaki belgeselinde yine Þeriatçýlarýn Zübeyde Haným hakkýndaki yalanlarýný gerçekmiþ gibi sunmasýný bekleyebiliriz.
Þeriatçýlar ne derler Atatürk için?
Veled-i zina! Yani piç!
En son Refah Partisi’nin bir milletvekili bu lafý etmiþ sonra da yurtdýþýna kaçmýþtý.
Ama Can Dündar’ýn belgeselinde faydalandýðý Þeriatçýlarýn temel tezidir bu.
Onlar Atatürk’ün annesinin aslýnda bir fahiþe olduðunu ve Selanik genelevinde çalýþtýðýný yayarlar.
Hatta uydurma bir de belge basar dururlar. Peki böyle bir gerçek var mýdýr? Elbette bütünüyle uydurmadýr
ama insanlarý bir yalana inandýrmak da mümkündür. Zaten Can’ýn misyonu da budur.
Belgesel boyunca Þeriatçý yalanlarý gerçekmiþ ve hatta belgeymiþ gibi sunmamýþ mýdýr?
...
Vaktiyle yalnýzca Mustafa Kemal de terörist sayýlmamýþtý. Çok az bilinen bir örnek de, Osman Nevres Recep’tir (bildiðimiz adýyla ise Hasan Tahsin) . Meslek olarak gazeteci olan Nevres’i her zamanki gibi terörist ilan eden güçler yine Batýlýlardýr. Birinci Dünya savaþý öncesi Batýlý ülkeler her zamanki gibi Türkleri Orta Asya’ya gönderme düþleri [1856 Berlin konferansýnda dillendirilen ’Ostproblem’ yani þark meselesi] kurmaktadýr.
1911 yýlýnda Ýtalyanlar hiçbir siyasal ya da hukuksal neden ortada yokken Trablusgarb’ý iþgal ederler. Osman Nevres de o sýrada Fransa’da eðitim görmektedir. Bir Fransýz sinemasýnýn (Olimpia) reklam vitrininde Trablusgarb ile ilgili afiþ görür ve içeri girer. Film baþtan sonuna kadar Türklere hakaret ve iftira ile doludur. Ýtalyan propagandasý en üst düzeydedir. Türkler barbar ve uygarlýktan payýný almamýþ bir topluluk olarak tanýtýlmaktadýr. Osman Nevres daha fazla dayanamaz ve her zaman belinde taþýdýðý silahýný ateþleyerek sinema perdesini delik deþik eder.. Ertesi gün Fransýz gazetelerinde þu haber çýkar: ’Terörist Türk dehþet saçtý…’ Hemen bu ’anarþist’ Türk’ün Fransa topraklarý dýþýna atýlmasý için kampanya baþlatýlýr. Ve baþarýlý olunur da.
Kýsacasý uyanýk olmak gerekmektedir ve bu belgesel türü saldýrýlarýn sonunun nerelere kadar gideceðini iyi öngörmek gerekir. Aslýnda mesele son derece basittir. Batýlý emperyalistler yok etmek istedikleri uluslara saldýrýrken o uluslarýn önderlerinden baþlarlar iþe. Çünkü ulusal bütünlüðü saðlayan ulusal önderdir.
Bunu gayet iyi bilen emperyalistler bu noktada psikoloji bilimini de yardýma çaðýrýrlar.
Ýþte Vamýk Volkan bu tür bir psikiyatristtir.
Kendisi Kýbrýslýdýr ama Amerika’nýn hizmetindedir.
Çok uzun yýllardýr ABD baþkanlarýnýn psikiyatri danýþmanlýðýný yapmaktadýr.
CIA için çalýþmaktadýr. Görevi ise aslýnda bilimsel bir çalýþmadýr.
Vamýk Volkan, ABD’nin bölmek, parçalamak ve yutmak istediði coðrafyalarda yaþayan uluslarla ilgilenir.
O uluslarýn psikolojisini inceler. Ve aklýsýra ’uluslar nasýl birbirini boðazlamaz’ýn teorisini geliþtirir.
Yani görünürdeki amaç etnik kinleri, nefretleri incelemek, onlarý ortadan kaldýrmaktýr
Mesela Ermenilerle Türkler arasýnda ulusal bir düþmanlýk mý var, orada Vamýk girer devreye ve bu düþmanlýðýn kökenlerini inceler. Peki inceleme dediðimiz þey nedir? Burada izlenen yol ulusal ya da etnik düþmanlýklarýn ortadan kaldýrýlmasý deðil, ABD’nin tehdit olarak gördüðü uluslarýn ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanmasý, aþýndýrýlmasýdýr. Kýsacasý milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.
....
Ýþte bizi ilgilendiren þey de budur.
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasýl yok edersiniz?
Bunun denenmiþ, sýnanmýþ bir yöntemi vardýr, o ulusun tarihsel varlýðýný sorgulamaya açarsýnýz.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartýþýrsýnýz. Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mý görüyorlar?
O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarýný göstermek gerekmektedir!
Ya da Türkler atalarýný, yani Atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk’ün ne kadar sýradan biri olduðunu gösterin.
...
Farkýndaysanýz son on yýldýr tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. Sözde demokratlýk, tartýþma kültürü adýna neyi tartýþýyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor? Diyorlar ki siz soykýrýmcý bir milletsiniz!
Ermenilere soykýrým uyguladýnýz..
Biz diyoruz ki hayýr uygulamadýk!
O zaman uyanýk emperyalist diyor ki: Tamam madem uygulamadýnýz, bunu hemen reddetmeyin, tartýþalým, öyle bir sonuca varalým. Size mantýklý geliyor, nasýlsa biz suçsuzuz, tartýþmadan galip ayrýlýrýz diyorsunuz.
Ama tartýþma masasý kurulduðunda hiç de ortada eþit bir tartýþma þansý olmadýðýný görüyorsunuz.
Bir bakýyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, aydýnlar sizin Ermenileri katlettiðinizi yaymaya baþlýyor.
Kanýtlarý var mý? Elbette yok! Ama yalan bir kez yayýldý mý ve yalaný söyleyenlerin sayýsý çok oldu mu, gerçeðin sesi çýkmaz oluyor. Hayýr diyorsunuz, gerçekleri bir de biz anlatalým. Ama anlatamýyorsunuz, çünkü tüm propaganda kanallarý size kapatýlmýþ. Ýþte o zaman anlýyorsunuz ’tartýþmaya açmak’ denilen tuzaðý.
Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile ’acaba’ demeye baþlýyor!
Acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik? Yani ulusal benlikte ilk kýrýlma yaþanýyor...
....
Psikolojik harbin etkisi çok büyük bir hýzla bu þekilde yayýlýyor. Sonra sýra Kürtlere geliyor!
Sizden tartýþmanýzý istiyorlar. Tartýþma baþlýyor ve yine kaybediyorsunuz...
...
Bir düþünelim son dönemde neleri tartýþmaya açtýrdýk ve neredeyiz.
Bugün Misak-ý Milli’yi pek önemsemiyoruz.
Kýrmýzý çizgileri umursamýyoruz.
Türk dilinin önemi kalmamýþ.
Bu ülkede federasyon da olabilir.
Ermenilerden özür dileyebiliriz.
Kürtlere biraz toprak verebiliriz..
Kýsacasý ulusal varlýðýmýza ait hayati her alanda ve konuda kaybetmiþ durumdayýz.
...
Peki sýra neye geldi?
Sýra Atatürk’e geldi.
Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir.
O halde tüm önderlere yapýlaný Atatürk’e de yapalým.
O’nun ne kadar zalim bir diktatör olduðunu tartýþalým.
O’nun aslýnda zaaflarý olduðunu tartýþalým.
Hatta O’nun anasýný bile tartýþalým.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardýr.
Tartýþýn diyorlar.. biz sizin atanýzýn anasýný tartýþmak istiyoruz! Sonra?
Sonra da sýra sizin ananýza gelecek! Hepinizinkine gelecek!
....
Ondan sonra Can Dündar çýkýyor aðlamaklý, diyor ki tamam tartýþýn benim belgeselimi ama biraz insaflý olun, önce izleyin sonra eleþtirin! Acýyacaksýnýz nerdeyse adama. Sonra dört bir koldan saldýrýyorlar; korkacak ne var ki, izleyin önce, inanmazsanýz inanmazsýnýz! Ýsterseniz eleþtirin!
...
Ýþte asýl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor!
Yýllar öncesine gidiyorsunuz... Mondros imzalanmýþ.
Sonra düþman askerleri Ýstanbul’a çýkartma yapmaya baþlýyor.
Milyonlarca Türk sadece izliyor! Demek ki önemli olan ilk adým, iþgali izlettirebilmekmiþ!
Ama ayný zamanda bir de masa! Tartýþacaksýnýz. Tartýþma masasýnda bizim sadrazam emperyalistlere yalvarýyor, biraz acýyýn diye. Peki izleyerek, tartýþarak nereye varabilirsiniz?
...
Emperyalistler aslýnda þu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyýlýn çýkartmasýný yapýyor.
Mehmet Akif, Çanakkale için ne diyordu
’Þu Boðaz harbi nedir? Var mý ki dünyada eþi?
En kesif ordularýn yükleniyor dördü beþi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarýlmýþ ufacýk bir karaya.’
Ya þu Can’ýn belgeseli? Sizce daha büyük bir çýkartma deðil mi?
...
Çýkartma sürerken iki tavýr var alýnacak.
Biri Ýstanbul’da iþgalcileri karþýlayan ve onlardan tokat yiyen bir Osmanlý paþasý olabilirsiniz.
Ya da Dolmabahçe’den çýkartmayý izleyen bir padiþah. Belki de evinin perdesini kapatan sýradan ve suskun bir Türk... Ama aslýnda hepsi ayný kapýya ve ayný kiþiliðe çýkar.
Ýzlersiniz! Her þeyi! Ya da ilk kurþunu atan Hasan Tahsin olursunuz.
Hasan Tahsin’e kadar bu ülkede düþmana hiç kurþun atýlmadýðýný bilmek ne kadar utanç verici aslýnda!
Peki Hasan Tahsin’i ne kadar tanýyoruz? Hasan Tahsin’i Hasan Tahsin yapan nedir?
’Ýlk kurþun’dan önce de kurþun atmýþtýr Hasan Tahsin. Tarihin garip cilvesi Hasan Tahsin Avrupa’dadýr ve bir filme gider. Filmde Türkler aþaðýlanmaktadýr. Hasan Tahsin bu filmi izlemez. ’Önce izleyeyim sonra eleþtireyim’ demez. Ya ne der? Türk’e küfredenin canýna okurum der! Ve çýkarýr silahýný ateþ eder beyaz perdeye!
Film orada biter!
...
Hasan Tahsin’in insani ve sýradan yanýdýr bu. Hiçbir insan kendisine, anasýna, babasýna, atasýna, milletine, bayraðýna küfrettirmez. En basit insan gerçeðidir. Ýlkokulda bir çocuðun anasýna küfretmeye kalkarsanýz, sizinle anasýnýn durumunu tartýþmaz, bunun yanýtý suratýnýza yiyeceðiniz yumruktur. Neden?
Çünkü çocuðun en insani ve sýradan yanýdýr bu!
Ýþte Can’ýn insani denilen belgeselinin bam teli de burasý.
Diyor ki Can ben sizin atanýza küfredeceðim ve siz de izleyeceksiniz!
Medeni bir þekilde izleyeceksiniz! Çýtýnýz çýkmayacak. Paranýzý verip, sinemaya girecek ve orada size gösterilen yerde oturacak ve izleyeceksiniz. Çýtýnýz çýkmasýn, sinemadasýnýz! Çýkýnca fikrinizi söyleyin.

Dr. Ali Ercan iletisidir
Sosyal Medyada Paylaşın:



(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.