- 3910 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
Ben Hep Güzel Adamları Sevdim…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bana şiirler yazdığı söylüyorsun ve okuyamadığını hiç birini. Siktiret adamım, bana bütün adamlar şiir yazdılar ve ben de şiirler yazıyorum uzun zamandır, kendime bile okuyamadığım. Hayat avuçlarımdan kayıp gitmiş, sen şiirden bahsediyorsun. Onu avuçlarıma sen mi koydun ki, hakkında konuşuyorsun.
Gecenin bir vakti çalıyorsun kapımı, susuyorsun. Dağılmışsın, güzell...iğinden eser kalmamış, boynunda diş, gözlerinde düş izi ve sevişelim diyorsun. Az önce sana benzeyen birini gönderdim bu kapıdan, elleri senin gibiydi, gözleri senin gibi. Bir kirli sakalı vardı ki, senden çok kayboldum kirlerinin içinde. Sıcaktı da sarışı. Her adam gibi, hararetinde. Sanmadım ki sevgiden, sanmadım ki kuduruyor aşkımdan. İyi böyle.
Şimdi sana kapıyı açacağım, aşık olduğum o adama yakalanacağım, yaptığı her bir haltı sevgiden sanacağım. Bunları aşmak için büyümedim dahaca. Aşk denince hala çok acemiyim, sevgi denince hala çocuğum işte. Sonra ne çok şey anımsatacaksın bana, ne çok şeye benzeyeceksin, ben bile şaşıracağım…
Gözlerine bakacak çocukluğuna ineceğim, meslek icabı değil, içindeki çocuğu hep gözlerinde taşıdığından. İçimde bir yerleri buracak bu buluşma. Sonra almışsın eline bir uçurtma, yayılmışsın benim kulvarlara, bütün mavilerim istilada. Sonra ben ağlayacağım sana salıp dönmeyen uçurtmalarıma. Hayat bu kadar uzun değil adamım, sen de uzun etme istersen, siktiret gitsin.
Elimi tutmayı, gözlerime bakmayı bırak. Dudaklarındaki nem bana yabancı, kulağında dün akşamdan kalan fısıltı söyledi bunu bana. Kimdi o kızıl saçlı budala? Hangi orospunun koynundan çaldın bu kokuyu, öyle senden uzak, öyle mayhoş, öyle çok kullanılmış ki…
Nasıl da acelen var. Öfkelendiğinde kapıldığın bir acele, terk edildiğinde kapıldığın bir acele. Her seferinde seni sürükleyen benim gibi bir ecele. Nezaketini sadece getirdiğin şarap markasında bıraktığın bir acele bu, zamansızlığın sana uğradığı tek zaman. Bağışlanmayı bekleyen köpekler gibisin, bağışlanmayı ve üstüne üstlük okşanmayı…
Beni aptal göründüğüm için sevdiğini biliyorum. Hiç sorgulamadığım, nerden geliyorsan her seferinde oraya gönderdiğim, seni deli gibi özlesem de hiç çağırmadığım, hep senin keyfini beklediğim için sevdiğini biliyorum. Pahalı hediyeler istemediğim, özel günlerde küsmediğim için, o kendini beğenmiş kadınlar gibi kapris yapmadığım, bildiklerimi bile bilmiyormuş gibi yapıp senden duyduğumda hayrete düştüğüm, ukala olmadığım için sevdiğini biliyorum. O kadınlar seni üzdüğünde dönebildiğin için, çocukken dizlerini saran annen gibi kanayan yüreğini sardığım için sevdiğini biliyorum. Sevişirken bile aşkı bacak aramda bulamadığın, aşkı bacak aramda tanımadığın için sevdiğini biliyorum. Bir duruşuna absürt hayaller kurduğum, bir dokunuşuna anıtlar diktiğim için sevdiğini biliyorum. Öfkeni bende dindirirken yanan canımı sana hissettirmediğim için, kıskançlık krizlerine girmediğim için sevdiğini biliyorum. Ne çok şey biliyorum senin hakkında. Bir yerde duramadığını, “özgür olmak bağlanmamaktır” diye düşündüğünü, her an gitmek gibi bir zamana kurulu olduğunu da biliyorum. Dünyanın senin etrafında döndüğünü sandığını da. Sen öyle sanıyorsun çünkü ben sana izin veriyorum, çünkü seni seviyorum. Evet, sadece seviyorum sana bir elbise giydirmeden.
Ben seni senin için sevmiyorum ki, kendim için seviyorum, bana geldiğin saatleri seviyorum, benden gittiğin saatlerde özlemeyi sevdiğim gibi. Bildiklerimin, sevindiklerimin, üzüldüklerimin arasına yerleş diye seviyorum.
Van’da deprem olmuş, deli gibi üzülmüş, üşümüşüm, ısınmak için seviyorum seni, sınırda insanlar bombalanmış, çocuklar ölmüş, 3 asker, 5 asker, 15 asker çatışmada şehit düşmüş, yaşadığın için seviyorum seni, çocuklar analarını, insanlar eşlerini terk etmiş, babalar evlatlarını, benden gitmediğin için seviyorum seni. Sokak çocuklarına, başıboş hayvanlara, savaşlara, bombalara, ekonomik krizlere, tutuklananlara, davasından vazgeçip her devrin adamı olanlara isyan ettiğimde seviyorum. Ben seni kendin gibi olduğun, beni aldatmadığın için, bana geldiğin, benden gittiğin kadınları bildiğim için seviyorum. Ağladığımda gülüşlerime, üzüldüğümde sevinçlerime, öfkelendiğimde şefkatime saklıyorum hep. Seni ne geçim, ne de seçim telaşına düşürmüyorum, aptala yatmak işime geliyor, böyle olduğunda gitmen bana dokunmuyor. Hep bir yerlere giden ve dönensin çünkü. Dönme ihtimaline bağlıyorum gidişlerini, uzun süreli kısa süreli. Ben kürkçü dükkânıyım sen de tilki.
Ben hep güzel adamları sevdim, ama hep dağınıktılar. Toplaması bana düştü kendi dağınıklığımı unutarak. Şimdi uzak bir yerde bir şarkı çalmakta. Kimin bu şarkı? Herkesin olsun. Sınırda ağlayan çocukların, ay sonunu getiremeyen babaların, oğlu dönmeyen anaların, içerde gün sayan kurbanların. Evet, evet, herkesin olsun. Nazım ustaya gitsin mesela, belki duyup yeniden aşık olur bir kadına ve yeniden şiirler yazar. Ya da Deniz’e gönderelim ve Deniz bir kıza aşık olsun ve yaşamayı seçsin ve daha bir sarılsın hayata ve, ve, ve ölmek üzerine yola çıktığı davada ölmeyi seçmesin mesela. Bir askere de gidebilir Şırnak’ta ki bir karakolda ya da sınava giren bir öğrenci,sokakta simit satan bir çocuk, tarlada tütün toplayan bir kadın.
Sana şarkılar tutmayı bıraktım artık. O kadar çok geldin ki bana, o kadar çok seviştik ki seninle, ben bir sen de kaybolurdum, bir de dinlediğim müzikte. Sanki ilk defa severmiş gibi, ilk defa dokunurmuş gibiydi her seferinde ellerin. İlk defa duyduğum bir şarkı gibiydi yeni keşiflerin, güzel bir şarkı, içli bir şarkı. O kadar ki, şarkılardan çıkar gelirdin hayatıma fon olmak için.
Şimdi kalkmış uzak uzak gitmeliyim diyorsun, çok uzak. Baktığımda seni göremediğim, kulak kabarttığımda sesini duyamadığım, şimdi kapı çalar diye bekleyemeyeceğim kadar uzaklara. Üstelik başka bir kadın için de değil. Bütün bencilliğini koluna takarak sadece kendin için. Ben seni nasıl yoldan çıkaracağımın, seni nasıl daha çılgın öpeceğimin hesaplarını yaparken, düzen bu kadar boktan, bu kadar uçukken ve ben sana daha çok sığınacakken, sen çok daha uzaklara gideceksin, öyle mi?
Siktiret gitsin adamım. Sen hep uzaktın zaten. Bana yakın olan bendim, seni bana hapseden ben. Şimdi özgür olma zamanı. Senden çıkma, senden ayrılma zamanı. Ben böyle düzenin ta *mına koymaz mıyım, kendi çıkmazında beni sana sardığı için yedi sülalesini *ikmez miyim, ben bu düzene baş kaldırmaz, asi olmaz mıyım? Adım anarşiste çıkacakmış, çok da *ikime. Orospuluğu ben yapmadım. Sen bu kadar önemli olmazdın ya ben ne diyeyim üzerimden inmeyen bu düzene…
sevgi dündar/ ocak2012
YORUMLAR
*Ah bu tabular, bu toplumsal saplantılar, öğretilmiş baskılar olmasa bu kadar çok hata işlemeyecek belki de insanlar. Kim bilebilir ki; suç oranları da bu kadar yüksek olmayabilirdi. Kadının en çok yara aldığı nokta, cinsellik. Çok küçük yaşlarda başlıyor bu öğretilmiş baskılar.
“aman bakma, söz olur, aman gülme, konuşma ayıp, sen kız çocuğusun, ne o kısacık giyinmiş, bir de boyanmışsın, kötü kadın mı olacaksın, seni dün filancanın oğluyla görmüşler, sen benim başıma orospu mu kesildin, sevmekte neymiş, annenle ben severek mi evlendik, istediğim o adamla evleneceksin, okuyup da ne olacak, kadın kısmı çalışır mı?” *
evet....imza...
*Kullandığım bazı replikleri sanıyorum ki oldukça sık bir şekilde başı yaşmaklı, yaşını başını almış pek çok büyük kadınlarımızdan da duymuşsunuzdur. Ninemiz, teyzemiz, halamız ya da ne bileyim herhangi bir tanıdık kadınımız.*
evet imza..
nasıl okursa, nasıl dinlerse öyle mi anlıyor acaba insan..
ya da nasıl bakarsa...
ben yeniden tebrik ediyorum Sevgi Dündar..
sevgimle...
Sevgi Dündar
üzülmedim inan...sadece yanlış yerden bakıldığını, farklı da bakılabileceğini düşündürmeye çalıştım... Seyide üzülmedikten sonra, benim için nasıl denir, no problem...:))
öpüyorum seni...
seyide cinaloğlu doyran
Anladığım kadarı ile konu mankenimiz bir hayat kadını.
Vesikalı mı çalışıyor, yoksa serbest mi çalışıyor muamma, o ki hayat kadınlığı yapıyor önemli mi nasıl çalıştığı. Kahramanımıza “konu mankeni” diyorum zira fon resmindeki hatun ilk bakışta “ yerli malı yurdun malı” patentli bir hayat kadınından ziyade daha beynelmilel bir “yaşam kadını” hissi uyandırıyor okuyucuda (bakanda) en azından bende. Düşünüyorum da Misakı Milli sınırları içinde bulunan hiçbir orospu herhangi bir gökdelenin yüksekçe bir katının salon penceresinden cümle aleme “saldım bayıra mevlam kayıra” havalarında bir poz vermez. Hani orospuluğunda bir haysiyeti var. Oysaki yaşam kadını böyle bir hareketi ekmek parasından ziyade ya arsız fantezilerini törpülemek için ya da “sanat” için yapar.
Niçin? “Sanat” için. Hemen akabinde insanın aklına şu geliyor, sanat kim için yapılır. Bizatihi “sanat” için, “Halk” için ve “halt (etmek) için. (Konuyu dağıtmamak için kesiyorum, zira uzar da uzar)
Garibime giden yazarımız, yazıyı iteleyecek Yeşillçam afişlerinden apartılacak bir sürü fotoğraf dururken niçin böyle ithal bir fotoğrafla el frenine asılmıştır.
“Fotoğrafı geç kardeşim, resmi geç yazıya gel” dediğinizi duyar gibiyim. Bende öyle yapıyorum bu sefer devreye ses(lenderici) giriyor. İtiraf etmem gerekirse yazıyı okumadım, resme baktım ve sadece dinledim.
Öncelikle seslendiren hanımefendiyi emekleri için tebrik edelim, sonuç itibarı ile yazının seçkiye girmesinde onunda payı var, her ne kadar en son sinkafın telaffuzundaki “si”yi peltek okusa da.
Şahsimi kanaatimi söylemem gerekirse sesinin tınısı bir hayat kadınından ziyade müsamere talebesi volümlerinde. Oysa tabiri caizse, ana avrat dümdüz giden, dili kemiğinden sıyrılmış, ar damarında kalıcı varisler oluşmuş bir hayat kadının sesi volum itibari ile daha kart, balans itibari ile daha çatal olması gerekirdi diye düşünüyorum.
Ha birde her yerde ve yerli yersiz kullanılan “Nazım ve Deniz” temalarından artık “öğğ” geldi. Sakın yanlış anlaşılmasın itirazım kişilere değil yerli yersiz kullanılmalarına. Kaç orospu bu kadar entellektüledir Allahaşkınıza.
Böyle bol küfürlü (argo değil) bir yazıyı “Sevgi Dündar” değil de “Dündar Sevgi” yazsa idi bu kadar dikkatimi çeker miydi? Zannetmiyorum
Sürçi lisan ettimse affola
Tebrikler, selamlar, saygılar
Sevgi Dündar
“Ah bu tabular, bu toplumsal saplantılar, öğretilmiş baskılar olmasa bu kadar çok hata işlemeyecek belki de insanlar. Kim bilebilir ki; suç oranları da bu kadar yüksek olmayabilirdi. Kadının en çok yara aldığı nokta, cinsellik. Çok küçük yaşlarda başlıyor bu öğretilmiş baskılar.
“aman bakma, söz olur, aman gülme, konuşma ayıp, sen kız çocuğusun, ne o kısacık giyinmiş, bir de boyanmışsın, kötü kadın mı olacaksın, seni dün filancanın oğluyla görmüşler, sen benim başıma orospu mu kesildin, sevmekte neymiş, annenle ben severek mi evlendik, istediğim o adamla evleneceksin, okuyup da ne olacak, kadın kısmı çalışır mı?”
Bunlar neticesinde hayat çerçevesi çizilen ve kendini tanımayan kadın portreleri. Kötü kadın nasıl olunur, neden olunur; nedir kötü kadın, biliyor muyuz?
Kısa bir zaman önce; arkadaşla oturmuş çay içiyoruz, ilkokula giden kızı aniden bir soru yöneltti.
“Şahika Teyze, anneme sordum büyüyünce anlarsın kızım dedi, vesika ne demek?”
Önce anlayamadım, öyle ya vesika bir belgeydi sadece. Ve bu şekli ile de yanıtladım.
“vesika demek belge demek İdilciğim, neden sordun?”
“hayat kadınlarına belge mi veriyorlar, hayat kadını olmak çok mu zor, ben olabilir miyim?”
Şok olmuştum, nasıl yanıtlayacağımı bilememiştim.
“Hayat kadını”
Nasıl da kocaman bir anlamı vardı oysa. Ya hayat çok *oktan bir şeydi, ya da hayat kadınlığı kötü bir şey değildi. Aslında böyle olmalıydı. Ama biz biliyorduk ki hayat kadını toplumun arz-talep meselesinden doğan bir yasalsızlığa, yanlışlığa, ötekileşmeye verilen isimdi ve devlet bu illegal durumu belgelendirerek legal hale getirmişti. Bu legallikte elindeki vesikasıydı. Fuhuşun resmi haliydi vesika. Nasıl açıklayacaktım bunu İdil’e?”
Evet, demişsiniz ki rol model bir hayat kadını. Sizce her sevişen kadın hayat kadını mıdır? Bunu sormak isterim öncelikle. Öyle keskin yanaşmış ve öyle kendinizden emin bir edayla bu yakıştırmayı yapmışsınız ki, ben bu kendinize duyduğunuz güvenden dolayı hayrete düştüm açıkçası. Çalışmayı beğenir ya da beğenmezsiniz, kurguyu uygun bulur ya da bulmazsınız, ifade şeklini, anlatım dilini onaylarsınız ya da onaylamazsınız, bütün özgürlüğünüz bu alandadır. Ama yaptığınız yorumdaki söylemler benim hareket alanıma, özgürlük alanıma hatta ve hatta bırakın yazıyı kaleme alan beni seslendiren arkadaşın özgürlük alanına sarkmış durumda. Bundan dolayı ciddi bir üzüntü duyduğumu da belirteyim.
Çalışmalarımı paylaşıma sunarken herkesin beğenisine girecek diye asmıyorum ve çalışmayı astıktan sonra da kişilik haklarını ihlal ve hakaret dışındaki her türlü eleştiriye de açık bir mizaca sahibim. Bu nedenle olsa gerek bir HALT ettiğimi de düşünmüyorum tabii ki… Bir halt ettiğimi düşünmüş olsaydım bugün bu yazıyı çıkarmış olduğum bir kitaptan okurdunuz. En az sizin kadar ki ( şüphelerim var bu konuda ) edebiyata saygım var ve bu saygımı asla sorgulatmam kimseye.
Fon olarak kullanılan resimden tutun da seslendirmeye kadar ki yazının kendisinden hiç bahsetmiyorum bile, olumsuz bir konumlandırma içine girmişsiniz, hatta ve hatta “Misakı Milli” gibi bir sınırlama getirmişsiniz. Bu sınırlar içindeki OROSPULARI da ayrı tutmuşsunuz. Niye, onlar bizim OROSPULARIMIZ olduğu için mi? Bu bir görüştür, saygı duyarım. Ama öyle bir paragraf var ki evle şenlik hani. Olduğu gibi alıntılıyorum.
“Oysa tabiri caizse, ana avrat dümdüz giden, dili kemiğinden sıyrılmış, ar damarında kalıcı varisler oluşmuş bir hayat kadının sesi volum itibari ile daha kart, balans itibari ile daha çatal olması gerekirdi diye düşünüyorum”
Sizi böyle bir düşünceye iten nasıl bir tecrübedir bilemiyorum ama “hayat kadınları”nın farklı bir sese hâkim olabileceği düşüncesi ilgimi çekti açıkçası. İlginç bir teori oldu bana göre.
Söylemezsem kendime dert edineceğim sonra, o nedenle söyleyeyim gitsin. Kelimeler erkeklerin tekelinde değildir İsmet Bey, en nihayetinde insana ait bir uzvun adını bir kadın da zikredebilir. Kaldı ki sizin, sizin gibi EDEBİYAT yapan birinin buradaki söylemleri sadece ve sadece “uzuv” boyutunda değerlendirmesini de samimi bulduğumu söyleyemeyeceğim.. Kullandığım bazı replikleri sanıyorum ki oldukça sık bir şekilde başı yaşmaklı, yaşını başını almış pek çok büyük kadınlarımızdan da duymuşsunuzdur. Ninemiz, teyzemiz, halamız ya da ne bileyim herhangi bir tanıdık kadınımız. Dilinde hala söylenen ve en ufak bir art niyet aramadığımız argo içerikli pek çok atasözü, replik, ne derseniz değin artık var, öyle değil mi. şimdi bana sıralatmayın, hiç duymadığınızı da söylemeyin, inandırıcı olmuyor. Bu son söylemimi de şahsınız adı altında bir genel durum ifadesi olarak kullandım, sizi ve her türlü çevrenizi söylemden tenzih ederek. Tanımadığım insanlar hakkında saygısızlık yapmak, hayatları hakkında hüküm vermiş olmak gibi gaflara düşmek istemem.
Yazıyı bir “OROSPU” hayatı kurgulayarak kaleme almadım, kaldı ki keşke öyle yapmış olsaydım. Şimdi onları daha güçlü savunabilirdim. Size diyebilirdim ki o zaman, “hiç kimse dünyaya gelirken yapacağı işi seçerek gelmiyor.” Bu noktada sanırım sesimdeki üzüntüyü daha çok hissettirebilirdim size. Öyle bir basmakalıbın üzerinde durdunuz ki, “o bir OROSPUDUR, bunları bilmeye hakkı yok, onlar okumaz, dinlemez, onların güttüğü bir siyaset, inandıkları bir inançları yok” der gibi bir tonlama algıladım. Kim olursa olsun, nerde nasıl olursa olsun ötekileştirmeye karşı duran biri olarak, OROSPUların entelektüel olup olmadıkları, ya da olup olamayacakları hususunda fikir beyan etmeyeceğim.
“Nazım ya da Deniz” isimleri konusundaki fikrinize ( sık kullanım ve bıraktığı usanç olarak) katılıyorum ama sadece bir simge olarak kullanılmıştır bu isimler. Yalnız bu isimleri bilmeye hakları olanların bir listesi olabileceğini de düşünmemiştim. Hele hele bir orospunun bilemeyeceğini asla. Siz de gözden kaçırmış olmalısınız, okuma oranları arttı, onlar da kendilerine bir görüş edinebiliyor, dünyadan bihaber yaşamayı reddedebiliyorlar artık. Yani kaba bir deyimle kalite arttı. Çalışma çok sıradandı, abartmak istemedim, günlük bir söyleme yakın olsun istedim, hatta bazı göze çarpan çatlakları bile düzeltmekten vazgeçtim ve insanları soru işaretine sevk etmeden çok sık karşılaşılan simgelerle örtüştürmeye çalıştım. Size tarladaki kadın, şehit düşen asker, sokakta simit satan çocuk normal geldi de “Nazım ya da Deniz” isimleri altında anılmak istenen düşünce tarzı neden tanıdık gelmedi?
Neyse. Ben her şekilde size teşekkür ediyorum. En azından çalışmayı okuyup bu doğrultuda fikre kapılanlar adına bana da bir açıklama fırsatı yarattınız…
Bizim de kusurumuz olduysa ki olmuştur elbet, affedin lütfen. Amacımız kimseyi kırmak değil şüphesiz ki.
Sağlıcakla kalınız… Selametle...
Ağyar
Öncelikle eserinizi seslendiren Seyide Cinaloğlu Doyran hanımdan, kendisi her ne kadar üzülmedim diyorsa da belli ki üzülmüş(üzmüşüm) çok çok özür diliyorum. Her ne kadar ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu ise de. Zira sesini beğenmediğimi söylemedim bilakis insana huzur veren duru bir sesi var, “şahsi kanaatim” olarak sadece sesinin bu yazı için fazla yumuşak kaldığını ima etmiştim. Ben tekrar böyle yanlış anlaşılmaya mahal verdiğim için sizin ve üyelerin önünde kendisinden özür diliyorum.
Hikâyenizde (eserinizde); bir hayat kadının veya bir metresin, ikinci kadının, [acı ama kaba tabiri ile stepne bir kadının] bir müşterisine duyduğu platonik aşkının olası akıbeti neticesinde gemileri yakışını, sisteme, düzene isyanını görüyorum. Böyle değilse de aşağıya tırnak içinde aldığım yazı içerisindeki birçok vurgu beni böyle anlamaya itiyor.
“........Hayat avuçlarımdan kayıp gitmiş, sen şiirden bahsediyorsun.”
“Az önce sana benzeyen birini gönderdim bu kapıdan, elleri senin gibiydi, gözleri senin gibi. Bir kirli sakalı vardı ki, senden çok kayboldum kirlerinin içinde. Sıcaktı da sarışı”
“Sanmadım ki sevgiden, sanmadım ki kuduruyor aşkımdan.”
“bana geldiğin saatleri seviyorum, benden gittiğin saatlerde özlemeyi sevdiğim gibi.”
“ben bu düzene baş kaldırmaz, asi olmaz mıyım?”
“Orospuluğu ben yapmadım. Sen bu kadar önemli olmazdın ya ben ne diyeyim üzerimden inmeyen bu düzene…....”
Sitemiz sağ olsun, yazarlarımıza eserlerini yayımlarken, yazının ana fikrine paralel bir fon resmi veya fon müziği ilaveten diksiyonu güzel birisine seslendirme gibi bazı teknik destekler sağlıyor. Bu teknik desteği kullanan yazarlardan bazıları yaptığı resim ve müzik tercihleri ile bunu avantaja dönüştürürken bazıları ise tabiri caizse bir çuval inciri berbat ediyor. Netice itibari ile bu tercihleri kullanan bir yazara yorum yapacağım zaman eseri bir bütün olarak (yazı-resim-ses) ele alıp öyle yorum yapmaya çalışıyorum. Yorumumu dikkatlice okursanız; eleştirilerim(şahsi kanaatim) yazının ana fikrinden ziyade, yaptığınız tercihlerinizin yazınızın ana fikri ile kontra durduğuna vurgu idi. İlaveten sinkaflı kelimelerin adedi beni rahatsız etmişti açıkçası
Gerçi siz, cevabınızın sonlarına doğru kahramanımızın bir hayat kadını olmadığın söylüyorsunuz. Demek ki yanılmışım. Yalnız fon resmi konusunda ısrarcıyım.
O ki eserinizi görücüye çıkarmışsınız o kadar da eleştiri hakkımız olsun müsaadenizle. Lakin benim için sizin üzüntünüz, benim eleştiri hakkımdan daha değerlidir. Bu sebeple üzülmenize sebebiyet verdiğim için sizden de özür diliyorum.
Cevabi yazınızda geri kalan konuları ise tamamıyla bu yanlış anlaşılmanın üzerine bina edilmiş şeyler olarak görüyorum. Mesela; “halt” kelimesini, “sanat” diye diye toplumun kültür değerlerini dinamitleyen, sınır tanımayan, yok sayan lümpen bir kitleye ithafen kullanmıştım, üzerinize alınmışsınız, müsterih olunuz. Sizin yazınızda kullandığınız sinkaflı kelimeler bir kadının doğası, yaradılışı, fiziki ve ruhsal yapısı gereği ağzına yakışmayan kelimelerde olsa “halt” edenlerin yaptığı tahribatın yanında okyanus da kum tanesi kadar hükmü yoktur.
Hayat kadınlarının sesinin akordu mevzuu çok su kaldırır. Polemik olmasın diye (hoş olacağı kadar olmuş ya) susma hakkımı kullanıyorum.
Sinkaflı kelimeler hakkındaki eleştirilerimi birçok gerekçeler sıralayarak samimi bulmadığınızı söylüyorsunuz. Doğrudur bende saydığınız kadar “hard” olmasa da daha yumuşakça argo, atasözü gibi replikleri birçok kadından duydum. Hiçbirine hay ağzına sağlık demediğim gibi “çüşş” de demedim. Benim doğrularım gereği (ki zaten sizin doğrularınız size benim doğrularım bana) ne olursa olsun bir bayanın ağzına yakışmıyor. Hani derler ya “kimsenin ağzı torba değil ki büzesin”. Nasrettin Hoca misali “yakışıyor haspaya” dediğim an inanın asıl ben o zaman kendimi samimi bulmayacağım.
“Orospu” kelimesini yazınızda ilk siz kullandığınız için sizden cesaret alarak bilinçli kullandım. Sırf bu yüzden “orospu” diye adlandırdığımız insanları ötekileştirerek aşağıladığımı iddia etmeniz biraz insafsızca kaçtı doğrusunu isterseniz. Corum’lu olmayabilirsiniz de hiç mi leblebi yemediniz Allah aşkınıza. Bakınız bir kaç gün önce benzer bir konu içeren bir yazıya şu yorumda bulunmuşum
“.......Hazreti Ömerin meşhur sözüdür "Fırat kıyısında bir kuzuyu kurt kapsa benden sorulur" diye. Ayşe'nin teyzesi kötü yola düşmüş. Anladığım kadarı ile kötü düşmüş (kırık , çıkık yoktur inşallah) Demek ki Fen işleri yol ve asfalt birimi yeterince iyi çalışmıyor. Muhtar, encümen, belediye başkanı, kaymakam, vali, bilumum askeri ve sivil erkanın kulakları çınlasın. (ben çınlattıyorum)
Şaka bir yana Keçiören gönlünü ferah tutsun, bu günah ne Keçiörenin ne teyzenin. Galiba hepimizin ”
Evet, hayat kadınlarının kültür seviyeleri ile entelektüel sınır arasında kilometrelerce mayınlı arazi var. Acı ama realite böyle. Eski bir çalışmanızdan yaptığınız alıntıda belirttiğiniz gibi bu kadınlar, hala devlet tarafından vergi alınan, ruhsat verilen, denetlenen(zührevi kontroller) resmi bir ticari sektörün kalifiye elemanları gibi görülüyorsa neyi konuşuyoruz yahu. Nazım’ı tanısa ne olur Deniz’i tanımasa ne olur.
Gelelim şu meşhur “aşağıdaki yorum” meselesine. Aşağıdaki sayın yorumcu “orospunun, hem erkeği vardır hem kadını hem de ibnesi” derken üzerinde durmayacaktım. “Olur, ha insandır geçmişten kalma bir avukatlık hevesi kalmıştır içinde” deyip hoş görecektim. Şayet “yukarıdaki yoruma” diye hedef göstermese idi. Şimdi ben de çıkıp “evet evet orospunun, hem erkeği vardır hem kadını hem ibnesi ilaveten bir de orospu çocuğu vardır” desem” ne olur, hadi ayıkla pirincin taşını. Bu yüzden avukatlığa evet, yalnız “cinali” liğe hayır diyorum. Övünmek gibi olmasın gayri resmi doktora tezimin konusu “demagoji nasıl yapılır, laf nasıl sokulur” üzerine idi. Yaş kemale erdiği için diplomamı duvardan indirip sandığa kaldırdım. Bu yaşta (48) yakışmaz bana diyorum. Hani yirmili yaşlarda olsam neyse de.
Sayın Sevgi Dündar Hanım;
Meramımı ve kastı muradımı anlatmaya çalıştım. Hâsılı karşıdan siz yanlış anladıysanız da kabahati yine bizdedir. Bu vesile ile Seyide Cinaloğlu Doyran hanımdan ve sizden tekrar tekrar özür dilerim.
Selamlar, saygılar
O erkeğe, işte böyle bir sevgili gerek. Hayatın gerçeklerini , çok güzel ortaya koymuşsunuz. Yazınızın özünde paylaşımcılık, sevecenlik ve hayatı kabulleniş yatıyor. Ayrıca hakiki bir dişinin kaleminden çıktığı belli. Bu sayfalara biraz argo sokup ,rahibe okulu havasını kırdığınız için de ayrıca teşekkürler. Okurken ,yaşattığınız sevgili tipini bana özlettiniz, hatta kıskandırdınız.
TEŞEKKÜRLER.
Sevgi Dündar
saygılarımla....
kukurikuu
Yazınız için teşekkür eder , saygılar sunarım.
Sevgi Dündar
üzülmek derken, elbette ki üzüldüğüm noktalar oldu ama yanıtı üzüldüğüm ya da bir savunmaya geçtiğim için vermedim tabii ki.. İsmet beyin yorumunu okuyan arkadaşların bu yorumu benim de okuyacağımı düşünüyor olmalı. yanıt vermeseydim bütün iddialar çalışmanın üzerine yapışacaktı.:) bundan sebeptir ki, anlamayan varsa da anlaması adına yanıtlarken açıklama gereği duydum. bu uyguladığım bir taktik değildir aslında, yazıyı asar ve okuyucunun olumlu ya da olumsuz görüşüne teslim ederim. neden, niçin yazdığımı sorgulamam. fakat imalar biraz hassastı ve seslendirmeyi yapan arkadaşın da böyle bir yanıt bekleyebileceğini düşündüm..hepsi bu..
ilginiz keyif verdi. tekrar teşekkürler...:))
evet, her zaman savunmuşumdur ve savunacağım da...yeter ki insanlık adına orospuluk yapmaya kalkmasın kişiler..yoksa bu işi yapanların tercihinden, etinden, duygusundan bana ne...namus dediğimiz kavramın yıllardır arandığı merkezlerde olmadığını çok iyi biliyoruz, öyle değil mi...:)
sevgiler...
bu arada Patnos hikayesi gerçek değildir umuyorum..yani sadece bir kurgu olmasını ümit ediyorum...yoksa o sayfada gereksiz kahramanlara savrulacak ne çok küfür biriktirmiş biriyim, bilemezsiniz...
akşamınız keyifli olsun...
kukurikuu
İçinde ne kadar küfür varsa hepsini edebilirsin.Ama istersen gel beraber yapalım bu işi; Böyle kahpelikleri görüp, duyup ,göz yumanın, kolaylaştıranın mani olmayanın , anasını avradını, şerefini, haysiyetini ..keyim.
Saygılarımla.
Argoyu sevmiyorum...
Ama inanın bu yazıda ne gözüme battı ve ne de tahmin edebileceğiniz bir yolla dinlediğimde kulağımı tırmaladı...
Dağınıklıklarını toplamak aşık olunan adamların...
Ne güzeldi şiir tadındaki yazınız...
Sevgimle ve güne gelişinize tebrikler...
Sevgi Dündar
sayfayı ziyaretin incelikti...
sevgi ve selamlar..
Yazınızı, düşünce tarzınızı beğendim.
Lakin, kullandığınız küfürler bayağılaştırmış.Günlük hayatta kimsenin ağzına yakıştıramadığımız kelimeler bunca emek sarfederek ortaya konulan zarif bir çalışmaya kesinlikle yakışmamış.Edebiyatta argo kullanılır ama bu kadar olmamalı bence. Edebiyatın edepten geldiğinin farkında olmalıyız edebiyat adına birşeyler yapıyorsak. Tüm anlatmak istediklerinizi bunca küfrü dizmeden daha hafif kelimelerle ima etseydiniz biz yine anlardık merak etmeyin. Saygı duyuyorum emeğinize.
Sevgi Dündar
kimbilir belki okuyan ya da dinleyen erkek arkadaşlar,
"ya, bizde de mi böyle çirkin duruyor" diye sorarlar da kendilerine kimbilir belki bir kaçı azaltır diline düşürmeyi küfür dediğimiz söylemleri..
böyle de değrlendirebiriz değil mi? yani bir çeşit bertaraf etmek adına üzerine gitme durumları..:)
her şekli ile fikrinize ve nazarında şahsınıza saygı duyuyorum...
paylaşımda olmanız incelikti... teşekkürler..
bir çok kadının sustukları
belki yazamadıklarıydı..Ben ilk okuduğumda çok ağladım.Şimdi yine ağladım...Ve elbette ana sayfada olmalıydı
tebriğim gönül dolusu..
Sevgi Dündar
seni çok seviyorum...
Sevgi Dündar
Yazıyı dinledim, dönüp okudum, tekrar dinledim. Ne kadar güzel olmuş. Yazan yürek de, seslendiren yürek de hakkını vermiş yazının.
Bu yazının güne gelmesine bilakis çok sevindim; yazılarda argo olur mu olmaz mı? Ya da ne kadar olmalı diye bir yazımda sormuştum. İşte bu yazı; tam dozunda. Yazılarda argo olmaz diyenler gelip okusun. Bu yazıya küfürün ne çok yakıştığını görsün. Her şeyi yerli yerinde yapmak çok güzel.
İşte örnek; teşekkürler yazarım. Teşekkürler seçki kurulu.
Sevgilerimle.
Sevgi Dündar
sayfamda olma nezaketini gösterdiğin ve onore edici yorumun adına...
sevgiler benden de sana gelsin...
çok hoş bir yazı bir solukta okuma fırsatım oldu kutlarım sizi yürekten sevgiyle kalın ;Bogazın kıyısından slm
Sevgi Dündar
biraz karadeniz havası fena olmaz...
selamlar...
Ben anladım seni, iyi anladım hem de. Siktir et...
Çocukken kimse söylemedi bize, bu yaşam kir tutar ruhunuzda diye.
Biz istedik, düşlerimizde vesikalık sevgililerimiz olmasını.
Dediğin gibi, onlar için değil, kendimiz için istedik...
Yoksa,
yoksa şehvet dediğin nedir ki
asla ulaşamayacağımız bir ceylanın gözlerinde.
Siktir et.
Bu orman böyle iyi şimdilik.
zaten fazla da vaktimiz kalmadı , daha fazla yeşerecek.
Sevgi Dündar
sevgiler gönderdim arkadaşım...
Bazen küfretmek gerek, tam da böyle küfretmek..
Çünkü yaşamak demek, ertelenmiş ve tasarlanmış acılar,ayrılıklar, aldatılmalar demek!
Birilerinin iyi niyetlerinize durup usanmadan tecavuz etmesi demek!
Siz eliniz kulağınızda bir ses beklerken, birinin sırtınızdan sizi milyon defa bıçaklaması demek!
Küfür hiç de fena değil böyle bir yaşamaya...
Tebrikler yazarımm..
Sevgi Dündar
bu keyfi bıraktığın için teşekkürler...
sevgilerimle...
Merhaba Sevgi Hanım,
Arka fonu değiştirip, rahat okuma sağladığınız için teşekkür ederim. İki kere okudum. İyi ki değiştirin demişim. Yoksa bu çok güzel yazını okuyamamak benim için bir eksiklik olurdu.
Her paragraf ayrı bir öykü değerinde. Bazı cümlelerde sık sık duraklayıp, anlamlarını iyice özümsedim. Acemi âşık ve çocuksu sevgiyle sevme, kendisi için sevme, Deniz'e farklı hayat biçme gibi. Gerçekten müthiş bir yazın yazmışsınız. Etkilendim. Bilgilendim. Bu başarılı çalışmanız için sizi kutluyorum.
Bir kadına küfür yakışmaz diyenler olabilir. Yapılmıyor değil ki...Bir yazında küfür, yerli yerinde
kullanıldığıda yazıya ayrı bir çeşni katıyor. Siz bunu çok iyi ayarlamışsınız. Bir kadın kalem olarak bu küfürleri kullanma yürekliliğini gösterdiğiniz için sizi ayrıca kutluyorum.
Yazım ve anlatımda bazı uyumsuzluklar da gözüme çarptı. Hoşgörünüze güvenerek bunlar için kendime diyeceğim şu. "Bu müthiş yazın için, bu defa bu uyumsuzlukları .iktir et."
Hep böyle başarılı çalışmalar diliyorum. Saygılarımla.
Sevgi Dündar
:) teşekkürlerimle....saygılar efenim...
İlginç bir yazi.Belki küfür dolu ama samimi ve dürüst.Günün yazısı olmayı fazlasıyla haketmiş.SAYGILAR!!!
Sevgi Dündar
selamlar..
dün okumak istedim ama iş müsade etmedi, iyi ki güne düşmüş yoksa kaçıracaktım
ki çok üzülürdüm buna...,
sen ne yaptın Sevgi hatun..? nasıl bir dökülme bu, dibine kadar hemde... çırılçıplak...
bayıldım, ötesi yok...
şimdiye kadar hiç seslendirme yapmadım
ama bunu seslendirmek için neler vermezdim...:)
bu arada seslendirmeyi de dinleyemedim daha, eminim ki o da nefisdir...
kutluyorum ve de kucaklıyorum sevgiyle...:)
Sevgi Dündar
biraktığın tat adına teşekkürler canım...
sevgiler...:)
Çırılçıplak bir beynin, üryan bir kalbin değerli döküntüleri bunlar. Edebiyatta argoyu tartışanlar için çok ideal bir örnek. Edebiyatta argo olur mu? Bal gibi olur işte! Bir ruhun içinden geçirdikleri sansürlenebilir mi? Duyguya düşünceye baskı uygulanabilir mi!...
Bir bedene sızıp, onu iliğine kadar hissetmek gibiydi paylaşımınız. Gönülden tebrikler.
Sevgi Dündar
teşekkürler Zeynep...sevgiler..:)
İyi Geceler Sevgi Hanım,
Dün, yazınızı iki kere okumak istedim, ne yazık ki arka fondaki siyahlık gözlerimi bozduğu için okuyamadım. Seslendirmeye bilgisayarım olmaz dedi. Arka fonu değiştirebilir misiniz?
Saygılarımla.
Sevgi Dündar
ikinci kez gelmeniz ve hatta bütün samimiyetinizle bu yorumu düşmeniz etkiledi beni..okumadan geçebilirdiniz de..gösterdiğiniz hassasiyet adına tekrar teşekkürler...
saygı bizden...selamlar...
nasıl haz almıştım ilk okuduğumda , önce kıskandım böyle yazabilen kalemi daha sonra okumalıyız dedim...ben çok teşekkür ederim beğeninize ve bu güzel dizeleri bizlerle paylaşabilmenize. sevgiler kucak dolusu ...:))
Sevgi Dündar
seslendirme bana ulaştı ama ben size ulaşamadım..izin almadan eklediğim için sanırım bir de özür borcum var..:) umarım affetmişsindir...
öpüyorum...sevgiler düşürdüm dipnota...;)
seyide cinaloğlu doyran
dip nottaki sevgiler ve öpücük tam yerini buldu..:)) ben teşekkür ederimmmm...
Sevgi Dündar
sevgi ve selamlar...
Sevgi Dündar
keyif bıraktı ziyaretiniz...
Sevgili Seyide arkadaşıma sonsuz teşekkürlerimle..binlerce teşekkürler kendisine...yürek sesime anlam kazandıran yorumunu esirgemediği için, kendi iç sesi gibi samimi olduğu, özen gösterdiği, benimsediği için... yüreğine selam olsun sevgili seyide...sevgiler göndererek, öpüyorum yüreğinden....