- 951 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Masal Sağanağıdır Aşk
Devrik bir düşünüşün yenilenmiş mevsimleri çaldı kapımı, aylardan bahar
Silik dünler döşedim yürek raylarıma, döküldü aşkın dallarından yapraklar
Bir ömrün saklanma odalarındayım, üşümüşlüğümü göstermiyor ki aynalar
Kurtarma bedenimi aşkın yangınlarından, söndürmez özlemli ruhumu sular
Çiğit mavisi bir mutluluğun boyaları dökülmüş sandallarıyla açılıp sonsuzluğa, kürek çekmek istiyorum belki de hiç bilinmeyen renklere. Hep o ömür kozasının kırık ışıklarına sokulur gece ve hep o düşsel anların zülüflerini tarar aşk sırları çizilmiş aynalarda. Çoğul bir yangın alanında gövdemizin sızılı karanlıklarına döneriz sonra, yol yorgunu bir ömrün ücra dallarından yaşamı toplarız, ruhumuzun saklanma odalarına dalarak yüreğimizin yankılı zindanlarında çığlık besleriz.
Seninle ilgili bir düşün içinde, aşka bağlantılı bir coşkuya ortak oluyorum seni düşündükçe. Ve ben belki de hiç gerçek olmayacak bir sarılışın o yangın odalarında hep kendi olmazlığımın suretlerini izliyorum. Hüznüm kendime şaşırıyor, gün güneşi dağlardan aşırıyor ve ben buzlar yüzen bir denizde ellerimi ellerine yapıştırarak ısınmak istiyorum.
Sen ki, o iç sesimin uzantılarına yaslanarak, o kendi sorgumun dalgalarına tutunarak, benimle ilgili bir bekleyişin içinde yaşlanarak büyüyeceksin belki de. O içindeki asil duraklara her geldiğimde yine aynı arzuyla, aynı hazla beni saracaksın, hiçbir zaman bir yabancı gibi görmeden, hiçbir zaman yüreğimdeki sana olan aşkı es geçmeden. Biliyorsun ki, sana ne yazsam, seni nasıl anlatsam ve seni nasıl yüreğime tanıtsam hiçbir şey değişmeyecek. Sen o asil bakışınla, hakkımdaki düşünüşlerinle, bana duyduğun sevgiyle hep yürek yangınım olarak kalacaksın içimde. Yani yüreğimde, yani benliğimde, yani her zerremde, belki de her santimetrekaremde.
Sevinç yüklü gemilerimizin güvertesinden ufku gözlerken içimizdeki suskun kıyılara güneşin kolları düşer ve talan hüzünlerimiz dalgalara karışır. Bir mutluluk muştusudur alnımızdaki ada, mevsimler sevdaya durunca bize de alışır. Biliriz ki, her sığ suyun kaynağı dağlardır ve her damla yaş aktıkça kuytusunu arayan düş sağanaklarıdır. Yenilgiler sürdüğümüz gözyaşı mendillerimizin katre boğumlarında bildik bir türküye yankımızı salarız. Avucumuzdaki ince çizgilerin derin koyaklarında üşümüşlüğümüzü gizler, gönlümüzün titrek mevsimlerinde şiir şiir ağlarız.
Parmaklarımızdaki hüzün sarılarını sürttükçe toprağa, bir yanık nidayla sarılırız göğsümüzde büyüyen heceye. Aşk kapılır gider isimsiz bir geceye. Yakarışlarla doludur gecenin peçesi, suskun bir nidayla dönüşürken kimi bilmeceye. Bir düşünüşün kitaplığına uzanınca el, kırık bir sayfaya diker gözlerini. Yaşantımızdaki o can kırıkları berbat bir iç ağrıdır ve öyküsel içlenişlerle dökülürüz hayata, kaldığımız yerden devam etmek için. İçimizdeki o gölgeli yalnızlıkta, gülüşümüzdeki o yangın elası kızıllıkta ve gönlümüzdeki o hazin kalabalıkta her düşünüş bir mola verebilmektir yaşamaya.
Umursamadan dünü, bir şehirden diğerine bakabilmek ve uzanmak boylu boyunca şu çelişkili yaşama. Her aşk bir bakışın sancısına tutunan, sonrasında kendi sayfalarını unutan bir masal sağanağıdır. Suskun cümleler kurgusuz bir edayla beklerken kendi kuyusunda utangaç bekleyişlerle bölünür dudaklar, aşka susayan bir nidayla örselenir yüreğimizde baharlar. Kanar avuç içlerimiz ve yanar koynunu aradığımız umut serüvenlerimiz.
Yangın, ırmak boylarına kendini seren asi bir dalga olunca argın beklentilerin hercai kanatlarına tutunmak isteriz. An’dır içimizdeki o doyumsuz tufan, alıp götürdükçe bizi uzaklara gönlümüzdeki esmer ovalarda bahar olur fışkınlarla üreriz. Bütün kendimize dönüşlerin raks yüzleşmesinden bir umut beleriz yürek sancılarımıza. Adını başka iklimlerde telaffuz ettiğimiz ve tadını asla kimselerle paylaşamadığımız bir hüznün alaca dirençlerine sofralar kurarız. Şölenimizdir yaşamak ve her lokmada biz kendi doygunluğumuzu başka yüreklerle paylaşmayı severiz. Göç mevsimine vurunca yürek katarlarımızı, içimizin dar sokaklarına üşüşür anılar. Bir yalnızlık ağıtıdır dudağımızdaki, haykırdıkça kanar kapanmış yaralar.
Yol tutunuşlarımızla örselendiğimiz anlarda bir yanık zaman türküsü dolarız dilimize, adımızın ezberini usunda tutan sevgiliyle çoğalmak için. Geceler kırık bir plakça döner kendi ekseninde, biz döner her turda, şarkıların her nakaratında şiir oluruz hayata akmak için. Yalnızlık, gecenin öte yakasında kendi yüreğinin sesini dinleyerek geceden korkan çocuklar gibi tedirgin. Yalnızlık kendi dalgasından korkarak gecenin yansımasından medet uman bir kadının iç çekişi kadar engin. Ve yalnızlık asılı umutlarının penceresinden şafağa bakan bir adamın düşlerle yolunu çizip güne başlaması gibi dingin.
Hüzünle aynı renkten oluşan bir yalnızlığın mevsimlerle demlenişinden özlem dökülür, bardağımızdaki yudumlar ömrümüze güç olur. Her fırtına önce kendi tozunu yutarmış ve her yalnızlık gökyüzünde sığınacağı yerleri bunun için ararmış. İçimizin deli boranlarıyla ve ruhumuzun fışkın dallarıyla umarsız hasretlere kapatırız gönül kapımızı. Sevdanın kabulleniş resitalini izler, bu izlenişlerin içlenişiyle günleri şifa niyetine içeriz.
Hikâyesi: Yüreğinden koparak mavi denizlere attığın her taş bir an gelir umut olarak döner atan ele. Yaşamın renk renk suları vardır. Sarı sularda hüzün, yeşilde umut ve mavide yarın yansır inadına. Gönül suları her gün yeniler kendini. Her gün yeni bir şarkıdır, ismini kendimizin koyduğu. Dudaklarımızdan dökülen sözcükler de bizi hayata bağlar.
Hayat yine de ayrıntılarda gizlidir, unutma...
Selahattin Yetgin