- 1244 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mavi Kanatlı Martılar Dinleyecek Öykümü
Kavuşmayan parmaklarımızın birbirine sus/kun kelepçeleriyle
Nice mevsimler geçti, ay yoruldu, güneş kızdı kendi çehresine
Güllerimizin boynu büküldü sensizliğe, döküldük sarı denizlere
Işık hızıyla yitti günler, aşkın adasında yer bulamadık kendimize
Avucumuzdaki gerçeği sıkıştırdıkça gözlerimizin imbatlarıyla dalgalanır denizler. Bulanık dünlerimizin ve öykülere sığmayan sevinçlerimizin yanıkları saran nasırlı elleriyle bir özlemin kentinde sıkarız sevda biletlerini. Sorgulu tükenişlerin, tortulu bekleyişlerin camlarına gözyaşlarımız düşer ve biz kendi dalgalarımızın çılgın kulaçlarıyla hayata sarılırız.
Belki de biz unuttuk aşk denilen bekleyişin biletlerini kendimizi yıprattığımız sorgu duraklarında. Yangınlarımız kendi alevine sevdalı bir dumanın göğsünde tırmandılar göklere. Ferini yitiren gözlerim ağlamayı sevdi yıllarca, sevdanın ışıltılı pınarları ne yana akardı, neden şarkılar hep gecelerde kanardı, düşünemedik.
Gecenin yorgun hasatlarından uyanınca arardın seven yüreğimin çardaklarını. Ruhumu ılık rüzgârına verir, anardım sevdalı sözlerimi. Defalarca sarsılmış bir bedendin, yakardın ellerinle doyumu arayan tüm denizleri. Yorulurdu gece, tükenirdi iniltilerinle tüm bilmece. Sen kimindin, bunu düşünürdüm, dudaklarındaki mor izleri izlerdin aynada, öpüşler dilerdin. Yolcusuz limanlara atardım sonra kendimi, boş gemileri içinde sen varsın diye boşuna beklerdim.
Durmayan bir zaman değirmeninin çiçekli kanatlarından süzüldükçe gözyaşımız, özlerdik birbirimizi. Yanık bir içlenişle ihtilaller yapar, asardık hüzünlerin öfkesiyle yıpranmış dünlerimizi. Fedakâr avuçlarındı alışkanlığım, feda ederdin çok şeyi bir gülümseyiş uğruna. Her dönüşümüzde kendimize çoğalırdık, salıncaklar kurardık aşkın değirmenlerinde. Suskularımızı fırınlara atardı hayat, pişerdik kavgaların leziz somunlarıyla.
Cevabını göğsümüze kazıdığımız yüksünmelerde aşina bir duruştur geceye direncimiz. Yoksul umutlarımızın kırık plakları döndükçe cızırtılı bir konserdir sevdaya seyirciliğimiz. Tükenen yıllarla ve bitmeyen yollarla çevrili yürek haritamızı sular basınca kıymetsiz olur gözyaşlarımız. Yağmura sözümüz geçmez olur, düşler bunun için hep erteli durur ve aşk gülüm bir gün sabretmesini başaranların eskimez kaftanı gibi gönül gardırobumuzda ışıl ışıl durur.
Karanlık sıvışıyor bak yokluğunda korkunun serin ormanlarına. Irmak kımıltılı bir rengi taşırken kendini saklıyor şiir. Soluğuma yeşil bakışının hüzünlü gülüşü düşmüş ve leylak gizemli boynunda adımlamak ister gibi hayatı. Bedenimin öksüz duruşlarına aldırma, yüreğimdeki ezilmiş otlara bakma ve salınıp git istersen çok uzaklara. Sen yüreğindeki sevda çiçekleriyle kapat kapılarını, usulca dal uykulara.
İpek göğsündeki kaygan buluşmalardan uykusuz maviler dökülecekse kendine sür erken yolculukların yorgun atlarını. Paslı sözlerimin kanatlı rüzgârlarıyla gür sarılışların köprülerini geçeyim bu gece de sensiz. Uzun bir mektup ve yıpranmış bir pul bıraktım koynuna, yıllar sonraya postalanacakların arasında sakın unutma. Yüreğimin hüznü adresin olsun gül yüreklim, hıçkırık koyunda bir rüzgâra sor beni, ama yokluğuma sakın ağlama.
Aynı doğrunun sevdalı mevsimlerine atardık bedenlerimizi. Konuşurken hayal ötesi deli özlemlerimizi. Havada oksijen, denizde nem, toprakta tortu olurduk, tanımazdık ne gam, ne keder, yaşamın iki insanıydık, onlarca kas, milyonlarca hücre taşıyan canlısıydık. Sevdamızdı konumuz, sevgiydi tek yolumuz ve özlemdi hep konuştuğumuz, bir dokunuşun sancısıydı sızımız. Sözler verip günler aşırırdık ve sabrımızla denizleri taşırırdık.
Her acının öğütülememiş posalarında bir yaşam kıymığı barınır, battıkça sızlayan yüreğimizin kanamalı akıntılarında mavi direkli gemiler uzaklara yelken taşır ve rüzgâr cepheden esince hedefini şaşırır. Güneşli sabahlar yakındır, ıslanmış gözlerimizi ve üşümüş yüreğimizi ondan başka ne ısıtır, ne kurutur. Sarıl şimdi düşlere, aldırma gönlündeki yara berelere, gece devadır, yorgun bedenimizi sararak er geç bizi avutur.
Bir el uzanır düşlerime ve sarsarak uyandırır uykulardan. Sabahın yeliyle sevdaya seslenir adam, sevda terli bir yatakta dünün finalini sergilemekteyken. Kapatır kapıları aşk, döner duvara, sızlar gördükleriyle meşk. Dökülür geceye sessizlik, ses öksüz daldığı uykularla yağar yağmurla çok uzaklara. Okşanırken ten, boşalır beden, kıvrılışlarla tükenir yağmurlu bir kentin üzerinde sevdanın buğusu gezerken.
Paha biçilemez coşkuların miadı eskidir, gül kendi toprağını terk etmeyen, yalnız düşünüşlerle yaprağını güneşe, kokusunu rüzgâra veren muazzam bir çiçektir. Dokunmasız geçer bazen günler, koklanmadıkça delirir o an güller. Toprağa düşer sevdanın gözü ve adım adım geçer sevgilinin ruhunda özü. Aşk kapalı kapıları aşmaktır ve sevginin sahilinde çılgın bir buluşmadır. Açtım işte kollarımı sana, seni beklemek, sensizliğe uzanan anlamsızlığa bir başkaldırıdır.
Bundan böyle, aralı bıraktığın kapıların çürümüş kanatlarına her sabah bir damla gözyaşım düşecek ve o an uyanacaksın mahrem uykularından. Ardından tükenen günaydınlarınla, içimi aydınlatmayan el sallayışlarınla tükenecek baharlarım. Ömrüme ömür katan gözlerinin ülkesine bir daha girmeyeceğim ve üzünçlerin musallasına yatıracağım bu bedeni. Günler yine dönecek, mevsimler yine geçecek ve ben unutuluşa bilet ayırttığım yamalı gemilerin güvertesinde buruk bir öyküyü anlatacağım mavi kanatlı martılara.
Bu şiirin hikâyesi: Aşk kırıntılarıyla beslenen yüreğimizin işgallerle talan edilen küresinde, her insan firari sevdaların kaçağıdır. Bu camdan kubbe altında kırılgan bir yürekle dolaşırken hayıflara bölünür bedenimiz, ilmek yalnızlığımızın kaybolan suretlerini ararken, adımlarında hüzzam bir sessizliği taşır. Biten ömürdür, yıpranan en çok gönüldür. Unutuluşa yol alan gemilerde yolculuk ederken, dilimizdeki gerçek, hiç bilinmeyen bir öyküdür.
Selahattin Yetgin