- 1548 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk, Gri Bir Düştür
Mağrur hüzünlerimizde eskilerden kalma asil bir aşktır belki de yaşadığımız
Elimizde ufalayıp ektiğimiz kırıntılar bizi bir menzilde buluşturacaktır nasılsa
Aşk ki, kökleri duru bir nehirde açan, pırıl pırıl günler çağıran bir sevgiliye benzer
Çünkü aşk, gri bir düş, nakaratı sürekli mırıldanan ölümsüz bir şarkının güftesidir
Sağanak düşlerime kar düşünce, sana kanat açan kuşum titrek bir yüreğin sancısını dinlerdi çıplak dallarda. Denizlerin köpükleri topladığı kıyılarda, biz baktıkça maviye dönen sular, biz yürüdükçe ayaklarımızın altında hışırdayan çakıllar birikirdi ceplerimizde. Yalnızlığımızın yüksek tepelerinde tel tel saçlarına rüzgar değince kaygılarına, düşünüşlerine ve gözlerindeki yaşlara ağustoslar dilemektesindir beni düşündükçe.
Sıkılan avuçlarındaki kader çizgisi, hüzün sarmalında yüreğini ağrıtan keder içkisi ve gönlünün uzantısındaki dert bilmecesi birkaç damla gözyaşına bedeldir aslında. Altını cömertçe çizdiğin tüm kapanmış hesaplarda, yazdığın bütün kutsal sözcüklerde bir anahtar büyür sen bilmesen de gönül çekmecende. Yüreğinin atışlarına yetişemez hiçbir hız, gülüşlerinin girdaplarını dolanınca bilinmez bir ışık, sen kökleri boynuna dolanan bütün gösterişlerden daha gösterişli durursun.
Elimizde ufalayıp gönlümüze döktüğümüz tüm kırıntılar bizi bir menzilde buluşturacaktır nasılsa. Gözlerimizdeki ummanla, yüreğimizdeki rübailerle örtseler de kapılarımızı, çürütseler de karanfillerimizi, oluşsa da meydanlarımızda binlerce savaşın oluk oluk seli, biz birbirimizi sevmekten, sevdamızı süzmekten vazgeçemeyiz. Seni düşündükçe ben, gizli bir keder bölüyor düşlerimi. Zaman denilen bu dünyadan kaçıyorum seni bulmak için.
Yokluğu acılara vuran, seni ve beni benden alan mağrur hüzünlerimizde eskilerden kalma asil bir aşktır belki de yaşadığımız. Dişlerimizle birbirimize bastırdığımız nice bakir düşlerde kanasa da içimiz oluk oluk, kanlar yuvalansa da yerküremize biz birbirimizi hep seveceğiz. Leyla’nın efsunlu bir şarkının peşinden sürüklendiği zaman tünelinde, Mecnun’un kırk haramilerin kılıçlarından kurtulup geldiği bu sevgi dünyasında biz birbirimizi kolay bulmadık.
Altınların küpe, bilezik ve ziynete dönüştüğü bu ömür madeninde cinsellik arar oysa ki madenciler. Soysuz hesapların yapıldığı, soylu bedellerin ödendiği avuç içi bir meyhanede solgun kalır çiçekler kirli ellerde. Aşk ki, kökleri duru bir nehirde açan, pırıl pırıl günler çağıran bir sevgiliye benzer. Çünkü aşk, cılız kollarda dünya saatini gösteren bir dövme, nakaratı sürekli mırıldanan ölümsüz bir şarkının güftesidir.
Sen ki, yorulunca başımı dayadığım bir ağaç gövdesi, hüzünlenince derdimi döktüğüm bir hüzün rahlesisin. Uyuyan bir çocuğun düşlerindeki parklar, halaya duran iki gencin düşlediği geleceksin. Yüzünü uzatınca yüzüme, gönlünü değdirip ısıtınca gönlümü çiçekler ağar yüreğime. Toprağım eşelenir, ovalarım yeşillenir ve ırmaklarım seni bana getiren bir deniz olur.
Gözlerinde bozkırlar uzanırken, ben henüz bulunamamış bir adada seni bekliyorum. Geleceğinden haber vermeden balıklara, gözünü senin için kapatan bir sahilin mavi eteklerine tutunuyorum. Bir şiir, bir destan yazıyorum inancım büyüdükçe sana. Her dizesinde kimi kendime, kimi de sana rastlıyorum. Teninin tuzunu topluyorum dalgaların oyduğu kaya deliklerinden. Yaşayıp çoğalmak, çoğalıp sevgi olmak için kucaklıyorum koca yeryüzünü ben.
Sevdam ol benim. Everest olsan tırmanırım seni. Ağrı dağı olsan, Toros olsan yüzünü yansıtan tüm aynalara gülüşlerini sürerim. Damarlarıma enjekte edilmiş sevginle, kaçınılmaz bir gravürde seninle bir resim olmak, bir bulut ağlamasında seninle ıslanmak ve yeryüzünün tüm avuntu tepelerinde ellerini avuçlamayı diliyorum. Verdiğin güvenle ben, yüreğine ektiğim tüm çiçeklerle sen, bu fırtınaların hiç dinmediği yüksek dağlarda ben, seninle yaşamak istiyorum.
Selahattin Yetgin