- 681 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ağzı açığın oğlu/ ARDAHAN ÖYKÜLERİ-172
Karışık kuruşuk tariflerde bulunuyordu.
"_ ... gittik! Bir köylünün öyünde akşamladığ el ayak çekildi. Eyce çekilmesini bekledim. Kazmayı küreği kişiye verdim. Evlerin çeper boyundan yeridim.
İtler bu sefer: Ay yeni, onu seyrederdiler.
Bize ne ilişti. Nede ürüdüler. Hastanın nekahati gibi rahat rahat hedef noktaya gittik. İlişmediler... ürüşmediler...
Ben, ağzı açık kişi ve ağzı açığın oğlu: Ağzı açık gede!
" _ Gene ne uyduror Şamhalıl!" dedi adam oturduğu sandalyeile dalınca dönüp.
Çobanoğlunun Gazinodan gelersinya. Köşede eski Rus Binaları. Erzurum Kahvenesi buradadır. Trabzon Palas’ın dikinden, tek kat saçlı sıralı Rus Binalar’a geldiğinde; çenede, avluya masa sandalye atmışlar. Oturuşan, dedikodulaşan... ne arasan?
Dört yol ağzı. Şikellerin Bakkal’a bir yol... Çobanoğluna gene bir yol... bu çene de közde çay sater genç kahveci. Kaldırımda üç beş masası var.
Karşı kaldırımda yeni mimari oteller iki veya üç adetti. Kavşak; insan tasvir ederken heyacanlanıyor. Söğütler, çatılara saçlarını dökünmüş. Kavak ağaçları ayıpları körlemek içindi.
Manzara ressamları, ağaçları manzarada gargara yapmayı, ayarı, göz’ü mistifiye etmeğe sebep kullanır. Bulvarda Peysaj Mühendisi kavaklara açıktan rüşvet vermiş kimseler duymaksızın:
_ Şuraları, şuraları körleyin ayıp, nadırlı hepisini örtün, demiş kadar bir dizayn vardı. İnsan kıyamıyor şer etmeğe, iftira atmağa.
Manzara: Bu çene de bahşedilmiş bir hediye.
Ne yaman DIZIRIHĞLADIPLAR! diye telaffuz ediyormuşlar eskiden, doğru telaffuz’u: DİZAYNLAMA’dır.
Masaya gelenlere çay söyleyen adam kasketini eline aldı. Mikrofunu alınca sözetmeğe mukdermiş gören desin:
" _ ... Reşo! Anam, avradım... Bu defa sağlama gidiyorum. Altunları kuylamış herifin torunları hartayı getirmişdi. Doğru... çeper gibi bir yer yahu ben tırmandım. Ola elimi attım son taşı tutdum onu adladım mı? Kalenin burcunu aşacam. Bir davul nasıl çaler, güm ha güm! Ben taşı bıraktım geriye atladım ordanda zu köye. Köylüler Arğamdan:
’Kolo Ağa, Kolo Ağa’ diye bağırerler:
_ Kolo Ağa ne oldu? Ne oldu? diye bağırdılar!
... Ola, benim boynumun damarı güm güm atınca ben ondan ürkmemişim niye!
....................
Önünü çevirmesene sineklenmiş dana gibi köye, köyde eve, evde koza, zu giderdi. Önünü almasalara senelerce anlatırdı. Öz hikayesi hikayeyi:
"_ Benle o beraber başladık. Karsta bizden başkası yoktu.
Değil ki Türkiyede üçbeş kişiyiz. Sektör bizden soruler. Bende de babadan kalma araziye maldavar gırla gider. Ola, ben definecilik üzere gittim. Anam ağladı ne güne indim. Kuru ekmek soğan umuduna kaldım.
Arkadaşım Şefo, Allah kendine versin, Türkiyede önde gelir. Birgün dedim, Şefo, sen beni niye uyandırmadın?
Şefo: ’ Bir sefer uyandırdım. İkinci sefer uyandıramazdım. Neticede sen benim ticari rakibimdin. Sen batacanki ben çıkayım. Tartılıkuç gibi düşün, beştaş oynamıyoruz. Ticaret maddi bir mekanizmadır. Tartılıkuç’ta ya tartacan ya tartılacan veyahut dengede kalacan. Ticaretin matematiğinde bu var. Sen rakiplerin işini kolaylaştırdın. Define ararken neyin var sildin. Bol temiz havayı, dağları, kırları tercih ettin!’ dedi."
Bunu, bu gine; masayı çevirmiş adamlara anlattı.
Kayseriden gelmiş bir tansiyoncu tansiyon ölçüyordu. Çay parası kadar bir bedele. Definecinin tansiyonunuda ölçtü. Kayserili tansiyoncu, Definecinin kulağına eğildi:
_ Ağa, stres yapma eski işleri anlatıp öykelenme. Tansiyonun yükselmiş. Tahtırevaliden düşersin! Benden söylemesi.
Defineci korktu. Betibenzi attı.
_ Müşir! O pavyonda ki karı şüşeyi senin başan atmıştı hele bir onu anlatsana? Sen benim başım!..
yalçıner yılmaz 26-03-2011 gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.