- 1466 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
308 – EL MUKÎT
Onur BİLGE
Faiz oranları, üçten beşe, sonra dokuza, daha sonra da yüzde yirmiye çıkarılınca enflasyon aldı yürüdü, her şey altüst oldu. Bankalardan kredi almaya cesaret edemeyenler üretim yapamaz hale geldi. Ülkede kıtlık, yokluk başladı. Ampul pahalandı, karbonat bulunamaz oldu, yağ kuyrukları oluştu. Üretilenler stoklandı, karaborsacılara gün doğdu.
Banka faiziyle birilerine borçlananlar birbirine girdi. Alacaklılar, bankaya yatırmadıkları, borç olarak verdikleri için ne kadar zarara uğradıklarına yanmaya; borçlular, aniden fırlayan faiz karşısında sırtlarına bindirilen yükün altında ezilmeye başladılar. İsyanlar, itirazlar, mahkemeleşmeler… Akrabalar, can dostlar birbirlerine girdiler.
Faiz oranları yükselmeye başlayınca oluşacak enflasyonu ve büyüme hızını tahmin etmek zor değildi. Ailemle yaşamakta olduğum ve geçim sorunum olmadığından, kazancım bana kalıyordu. Altına yatırım yapmanın akıllıca bir değerlendirme şekli olduğuna inandığım için maaşımın büyük bir kısmıyla, her ay muntazaman hurda altın alıyordum. Daha çok kazanç sağlayabilmem için arsaya yatırım yapma düşüncem de vardı. Fakat kısa sürede değerleneceğini bildiğim yerlerdeki arsaların ödeme şekilleri için gelirim çok azdı. Üstelik işim sürekli değil, yerim değişkendi. Hangi okulda açık varsa oraya gidiyor, gerektiği kadar çalıştırılıyordum. Arada kısa veya uzun süreler halinde çalışamadığım oluyordu. Yedek öğretmenlik böyle bir şeydi.
Kurulu bir düzen içinde, rahat yaşama mutluluğuna sahip öğrencilerdendim. Arkadaşlarımdan duyuncaya kadar, elektrik ve su faturalarının nasıl ödendiğinden haberim bile olmamıştı. Aile içinde onların ödeme zorlukları hakkında konuşulmamıştı. Ev kirası derdimiz de olmamıştı. Bursa’da oturmakta olduğumuz ev için kira ödüyorduk ama gelirimize göre sudan ucuzdu.
Babam, varsa da yoksa da varlıklı olduğumuzu telkin eder, bizi yokluk psikoloji içine sokmaktan çok çekinirdi. Derdi ki:
“Bir erkek, karısına yokluk hissettirmeyecek. Çalışacak çabalayacak, bulacak buluşturacak, ailesinin geçimini temin edecek. Geçim sıkıntısını ona hissettirmeyecek. Onu hediyelere boğamıyor olabilir, parasal sorunlarla boğmayacak. Varlık içinde yaşatamıyor olabilir, darlık içinde olduğunu tekrarlayıp durmayacak. Bir kadın, erkeğin acze düştüğünü gördüğünü gördüğü zaman, ona olan güveni sarsılır, giderek saygısı ve sevgisi azalır. Oysa o, kendisini güvende hissetmeli, rahat olmalıdır. Aksi halde bunalıma girer. Huzur veremez hale gelir. O, kendisini refah içinde hissedecek ki kocasına huzur ve mutluluk verebilsin. Erkek, kazanma şevkini ailesinden alır. Eşi ve çocukları için didinir durur. Bunalıma sokulan, çaresizlik içinde kıvrandırılan kadınlar, kollarını sıvayıp geçim yükünün altına girmek zorunda kalırlar. Geçim yükü erkeğin, idare kadınındır. Bir erkek, bakamayacağı kadını almaz. Kazancı ailesine yeter. Yeter ki israf olmasın. Kazanç, iktisatla bereketlensin.”
Dinimizde de adetlerimizde de geçim derdi erkeğindir. Aza kanaat eden, elindekiyle yetinmesini bilen kadınların çalışmaları evlerinin içindedir. Kırsal kesimde, ek olarak bağlarında, bahçelerinde, tarlalarında çalışırlar. Bazen zorunlu bazen keyfi…
Benim çalışmam da keyfiydi. Geçim sıkıntısı içinde kıvrananlar artmaktaydı. Arkadaşlarıma gelen paralar aynı olsa da alım gücü azalmıştı. Zaruri ihtiyaç maddelerini alamaz hale gelenler vızır vızır iş aramaya başlamışlardı. Bir araya geldiklerinde, ülkenin iç karartıcı durumundan, geçim sıkıntısından ve iş bulma konusundan başka bir şey konuşamaz olmuşlardı. Bense altın biriktirmekteydim. Benimle birlikte belki birkaçı olayı locadan seyretmekteydi. Sahnede ekonomik bir savaş vardı. Kıtlık, yokluk, sefalet… Durum berbat, gelecek belirsiz, ümitler kırıktı.
Viranede de konuşulanlar aynıydı. Define, sabır telkin ediyor, var gücüyle İslamiyet’i anlatmaya devam ediyordu. Allah’ın, Rahman ve Rezzak esması ve ilmiyle her ihtiyaçtan haberdar olduğundan, her şeye gücünün yettiğinden; ilim ve kudretiyle her muhtacı gözettiğinden, yarattıklarının gıdasını verdiğinden, kalplere ve bedenlere gönderdiğinden; yeme, içme, işitme, yürüme gibi her türlü ihtiyacını gidermekte olduğundan bahsediyor; canlılara yetecek kadar rızık vermesinin, Mukit isminin tecellisi olduğunu, onun da Rızıkları Yaratıcı anlamına geldiğini söylüyor, dilinin döndüğünce açıklamaya çalışıyor, Rezzak anlamında olduğunu, fakat daha özel olup, azık olmayanı kapsamadığını, kut ve gıda vermek demek olan ikâde fiilinden geldiğini tekrarlayıp duruyordu.
Herkese uyun olan gıdaların, kâinatın yaratılışında, dört günde takdir edildiğinin Fussilet Suresi’nde belirtildiğini, Necm Suresi’nde de insana, ancak çalıştığının karşılığının var olduğunun bildirildiğini, meşru yollardan rızkımızı aramamız gerektiğini söylüyordu. Çalışmanın ve sebeplere sarılmanın ibadet olduğuna değiniyor, maddi olarak helal ve temiz gıdayla, manevi yönden de şeriat ve tabiat ilimleriyle beslenmemizi, ruhumuzu Allah aşkıyla doyurmamızı tavsiye ediyor, Ya Mukit ismini, rızk ve bereket için tekrarlamamızı öneriyordu ve şöyle diyordu:
“Ya Mukit ismini, anlamını düşünerek zikretmeye devam edenler, Allah’ın rızk konusundaki vaadine tüm kalpleriyle güvenirler, helal kazanmaya çalışır, vakar ve onurlarını üstün tutarlar; hırslanmazlar, hile ve riya yapmazlar. Rızk belirlenmiştir. Sahiplerine ulaşacaktır. Ancak sebeplere bağlanmıştır. Onu aramak ve çalışmak gerekir. Kimse kimsenin nasibinden bir zerre alamaz. Allah, sürekli yaratmaktadır. Yaratılanlar, rızklarını sadece O’ndan istemelidir. Bitkiler bile rızklarını ararlar. Kökleriyle suya doğru ilerler, yönlerini güneşe döner, ışık alabilmek için uzarlar. Hayvanlar da yaratılışlarının gereğini yaparlar. Beslenmeleri için gerekenlerin peşinde koşarlar. Rızkı bitmeden hiçbir canlı ölmez. Semada da rızkımız, bize vaat edilen nimetler vardır.”
Viranede, yine böyle bir sohbet sırasında, babasını küçük yaşta kaybettiği ve annesinin gücü yetmediği için amcası tarafından okutulmakta olan, son günlerde iyice geçim sıkıntısı çekmeye başlayan, Erzurumlu arkadaşımız Hamdullah dayanamamış olacak ki dede:
“Allah Kerim’dir, çocuklar…” diye söze başlar başlamaz:
“İyi ama bizi görmüyor!” deyiverdi. Monolog, diyaloga öndü. Bakışlar bir ona bir diğerine dönüyor, o ikisi hararetli hararetli konuşuyordu:
“Allah, yeryüzünde ne kadar hareketli varsa, hepsini sevk ve idare eder. Hareket eden hiçbir canlı yoktur ki O’nun kontrolünde olmasın! Her yarattığının rızkına kefildir.”
“Şimdi biz iş mi arıyoruz, sevk mi ediliyoruz?”
“Sizdeki ihtiyacı yaratan da O’dur, giderecek olan da… Aksi mümkün müdür? Yani ihtiyaçlarımızı O’ndan başla kim gidermeye muktedirdir?”
“Para babaları…”
“Onları ve rızklarını yaratan kim? Onları o hale getiren kim?”
“O açıdan bakarsak, Allah… İş aramaktan tabanlarım şişti. Parmaklarım su topladı. Milletin tuzu kuru! Herkes kapağı atmış bir yere! Köşe başları tutulmuş. Fakirin canı çıksın!..”
“Her canlı, rızkını arar bulur. Oturarak başarıya ulaşanlar, tavuklarmış. Sen de rızkını aramakta, bir yerlere sevk edilmektesin. Nasipse, ona ulaşacaksın.”
“Ulaşamazsam? Ya nasip değilse? Ne olacak o zaman?”
“Bizzat veya bir süre ulaşamayabilirsin. Nasip değilse, zararın olmayacak. Çaban kayda geçecek, zamanı gelince karşılığını alacaksın.”
“Bana şimdi lazım. Açım ben, aç! Üstelik kimseden isteyemeyecek kadar da gururlu…”
“Buna bana anlatmaya kalkma! O hali senden iyi bilirim. Yıllarca süründüm! Ezildim! Üzüldüm! Ufalandım! Hâlâ aynı vaziyetteyim. Kurtulabilmiş değilim. Zaman zaman isyan ettiğim de olmuştur. Her aklıma geldiğinde af diliyorum. Bardağın dolu kısmı için sürekli şükrediyorum.”
“Yani ben şimdi iş bulamayabilir miyim, dedem? Ne olur o zaman?”
“Bazen gecikir. Kul, sabredecek mi sabretmeyecek mi? Gecikmeli de olsa, herkesin nasibi; mutlaka, o veya bu şekilde kendisine ulaşır. Bazen de ayağına gelir. Bazısının nasibinin, başkasının cebine konduğu da olur. Bakalım hak sahibine verecek mi vermeyecek mi? O da o şekilde denenir. Birbirimizden sebepleniriz. Planda böyle bir şey de vardır. Bir zamana kadar yakınlarımız tarafından destekleniriz.”
“Bırak anamı babamı… Beni de amcama muhtaç etti! Borçlandırdı! Yerin dibine giriyorum! Neden? Anlayamıyorum.”
“Ben de farklı bir durumda değilim. Burada bir işe yaradığım yok. Ahmet’le Duygu sağ olsun! Onlar dayanak oluyorlar da ayakta durabiliyorum. Bu durum, kibir denen illetten kurtulmamıza yardımcı olur. O kadar pis bir kibir vardı ki bende! Burnum düşse almazdım! Hayat burnumu öyle bir kırış kırdı ki! Merde değil namerde muhtaç etti! Yaramı deşme şimdi! Bir gün anlatırım. İnsan olmak çok zor! Kâmil insan olmak çok daha zor!”
“Öyle ya, dedem! Kurtlar kuşlar nasıl besleniyor? Uç uç, yere in, beslen! Her şey hazır! Peynirde kurt… Oh, ne âlâ!”
“Öyle olmak ister miydin? Elsiz ayaksız bir kurt… Elmanın göbeğinde, cevizin ortasında… Yapayalnız ve sadece yemek içmek, uyumak…”
“Yok, dedem! Yemek içmek, gülmek eğlenmek, sevmek evlenmek isterdim. İnsanca yaşamak…”
“İnsanca yaşamanın da bir bedeli vardır. El ayak vermediğinden çalışma istemez. Bebeğe diş vermemiş, güç vermemiş. Rızkı, her istediğinde hazır… İhtiyacına göre hazırlanmış, besleyici, hazmı kolay, ılık, mikropsuz… Musluksuz… Kaynak iki… İkiz olabilir belki… Aynı anda beslenebilme imkânı… Nasıl da bembeyaz ediyor kıpkırmızı kanı!”
“Büyüyünce?”
“Büyüyünce iş değişiyor. Dişleri çıkmaya başlayınca, çiğnemesi gerekiyor. Emek sarf etmesi… Daha sonra, arayıp bulması… Burası sürgün yeri, oğul! Cennet-i Âlâ değil! İşlemeyen dişlemez!”
“Karıncalar, arılar…”
“Ya, evet! Onlar örnek yaratıklar. İbret için… Neml, karınca; Nahl, arı demek. Neml Suresi’nde karıncalara, Nahl Suresi’nde arılara, Ankebut Suresi’nde örümceklere dikkat çekilmiş.”
“Ankebut da örümcek mi?”
“Evet. El, iş için; ayak, koşmak için… Rızkının peşinde koşacaksın. Hiçbir yaratık boş durmuyor. Yeraltındaki tohum bile çalışıp duruyor. Her an her şey hareket halinde, geleceğini hazırlıyor ve sonuna doğru yürüyor.”
“Biz de didiniyoruz, başkalarına yük olmamak için ama nafile! Kısmetimiz kapalı! Yok, yok…
“İnsanları ve cinleri, kulluk etmeleri için yaratmış. Allah’tan bir şeyler beklerken, yeteri kadar kulluk edebildiğinden emin misin?”
“Kulluk ne demek, dede?”
“İbadet… Yeteri kadar ibadet ettiğinden emin misin?”
“Kim yeteri kadar ibadet edebilmiş ki ben edebileceğim! Mümkün mü o! Tabi ki hayır!”
“O zaman? Ne yüzle rızk istiyoruz? Bahşettikleri, hak ettiğimizden değil, Fazl’ından… Ne verdiyse, “Hamdolsun!” demek lazım… Öyle değil mi?”
“Çalışmak da ibadettir, öyle demiştin kaç kere.”
“Nafile ibadet… Arılar ve karıncalar… Onlar gibi nice yaratıklar… Çalışıp duruyorlar. Durup dinlenmeden… Bıkıp sanmadan…”
“Biz de boş durmuyoruz. Geleceğimizi hazırlamaya çalışıyoruz. Böyle olsun ister miydik? Kader!”
“Gün gelecek, ekmeğinizi kazanacaksınız. O zaman borçlarınızı fazlasıyla ödersiniz.”
“Beni amcam okutuyor.”
“Peygamber Efendimizi de amcası yetiştirdi. Gün geldi, onun oğlu olan Ali Efendimizi de o aldı ve yetiştirdi. Akrabalar birbirlerinin ellerinden tutmalıdırlar. Onlar, bunu örneklediler. Hatta ona, kızı Hazreti Fatıma’yı verdi. Soyu, onlardan olan Hasan ve Hüseyin Efendilerimizden devam etmekte… Gün olur, sen de amcanın bir yükünü omuzlarından alır, onu rahatlatırsın.”
“İnşallah, dedem! İnşallah! O günleri görebilecek miyim?”
“Görünen dağın eteği yakın… Şükredene nimetlerini arttırır. Kulluk et! Hamd et!”
“Aklımın ermediği bir şey var, dedem. Madem bu kadar konuştuk. Bu kadar ışık tuttun… Onu da sorayım. Bakalım ne diyeceksin!”
“Sor bakalım, oğul!”
“Akranlarım, baba parası yiyor. Altlarında son model arabalar… Onlar çok mu ibadet ediyorlar? Çok mu şükrediyorlar?”
“Kimimiz yoklukla kimimiz çoklukla imtihan ediliriz. Kimimiz varlıkla kimimiz darlıkla… Bazen verir de dener bazen de mahrum bırakarak… Verdiği verecek mi vermediği sabredecek mi diye… Onca malın mülkün üstüne oturan, kimseye bir şey vermeyenler de var, yoksulluktan isyan edenler de... Her iki halde de kazananlar ve kaybedenler… Şunu asla unutma, oğul! Bu yer denen yer, kazanma yeridir ve burada sadece para kazanılmaz, sevap da kazanılır. O şekilde çalışacaksın ki hem dünya için hem ahiret için birikim yapacaksın! Dünyanda da ukbanda da darda kalmayacaksın!”
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölüverecekmiş gibi ahret için…”
“Evet, oğul! Merde namerde muhtaç olmamak için… Allah’ın rızasını kazanmak için…”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 308
YORUMLAR
“Görünen dağın eteği yakın… Şükredene nimetlerini arttırır. Kulluk et! Hamd et!”
.............................................................................................................................................
el-mukît'in sağanak sağanak yağması, alıntı yaptığım cümlede olmalı..ve el-mukît tablomu bu cümlede yoğunlaştırmalıyım...Ne dersin Onur Bilge...Teşekkür ederim paylaşımına ve yardımlarına...Allah senden razı olsun...
“Her canlı, rızkını arar bulur. Oturarak başarıya ulaşanlar, tavuklarmış.
Evet cok güzel söz, ve insanin rizki kalmayinca dünyada canini alirmis Allah.
Yine cok konulara deginen bir yaziydi.
Haram kazanc olmadikca bir evin bereketi hic bitmez o eve gelen kim olsa doyar isterse bir ordu gelsin.
Yüreginize saglik sevgili Onur Bilge
Sonsuz sevgimle
“Bir erkek, karısına yokluk hissettirmeyecek. Çalışacak çabalayacak, bulacak buluşturacak, ailesinin geçimini temin edecek. Geçim sıkıntısını ona hissettirmeyecek. Onu hediyelere boğamıyor olabilir, parasal sorunlarla boğmayacak. Varlık içinde yaşatamıyor olabilir, darlık içinde olduğunu tekrarlayıp durmayacak. Bir kadın, erkeğin acze düştüğünü gördüğünü gördüğü zaman, ona olan güveni sarsılır, giderek saygısı ve sevgisi azalır. Oysa o, kendisini güvende hissetmeli, rahat olmalıdır. Aksi halde bunalıma girer. Huzur veremez hale gelir. O, kendisini refah içinde hissedecek ki kocasına huzur ve mutluluk verebilsin. Erkek, kazanma şevkini ailesinden alır. Eşi ve çocukları için didinir durur. Bunalıma sokulan, çaresizlik içinde kıvrandırılan kadınlar, kollarını sıvayıp geçim yükünün altına girmek zorunda kalırlar. Geçim yükü erkeğin, idare kadınındır. Bir erkek, bakamayacağı kadını almaz. Kazancı ailesine yeter. Yeter ki israf olmasın. Kazanç, iktisatla bereketlensin.”
Tespitlerin yine her zamanki gibi dosdoğru...İlgiyle okudum yazını. Kutluyorum. Sevgiler.