- 1012 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CAFER ARSLAN- ARDAHAN ÖYKÜLERİ 160
Kar, tipi, boran...
İkindiden sonraydı. Namazını insanlar kılmıştı. Caddenin esnafı ve köye hızeklerini hazırlattıran: Mülazım Ağa, Kırmızı Emin Ağa, Ur’un Beyleri Tugay karargahın dalında camiinde namazları eda etmişti.
Ardahan kışın ortasında birezden gidenlerin son zırıltılarına dargınkalacaktı. İnsanolan terkedilmiş duygusuna kapılırdı. Eve tıkılacaz. Askerliği biz şehir olarak yapardık kış günü.
Kar yağmalıydı. Alalhvekil bu vazifesine kar yağardı; şark hizmetine tayin olmuş hemşire’den çok yağardı.
Kış gündönümünde erken akşamlar. Gündüz ışıksız karanlıktaymışın gibi. İçerlerde... kuzeye cephesini vermiş bu mağaza da soba ağzından saçtığını odunun çatırtısına güvenek azbiraz alacalatıyordu.
Cafer Emi patron tezgahında ellerini paltonun cebine vermiş. Karanlığa yatağan sobaya, gözle garkolmuştu.
Hattizatında üşümemek için kasılmıştı. Aslında mağaza 21 Aralık kış gündönümündense, 21 Haziran yaz gündönümüne yatkındı.
Cafer Emi, daldeyde, ala karalıkta; Kafasında düşündüğü neydiyse: Sobayı, sobanın çat ha çat’ını, gürültününün heç olmadı ısı kıvamına, enerjisine, sıcaklatır... da, na!.. Ardahanın yalnızlığa gömüleceğini, alayını, unutmuştu...
Uzun tezgahta Burhan oğlu, Yahya öğretmenin verdiği matematik ödevini sarı deftere yazıyor, çiziyordu. Orhan Liseye giden büyük oğlu: Mustafa Ateş’in cebir proplemini çalışıyor. Okunmuş gazetelerle; Cengiz Abi sobayı kalamıştı.
Asaf Abi’den almıştı okunmuş gazeteleri. Ardahan’a geliş’e: Fransız gazetelerin sırasıydı. O ona o ona... son toprak kara toprak: Ardahan’a.
Sobanın ağzında mucurlanmış LE MONDE DİPLOMATİGUE isimli gazete’den iki sayfa açtım okumaya heceleye heceleye... başladım:
" _ Kurbani; ben bu postyapısalcılardan el-azar ettim. Ne biçim adam bunlar! Elli yaşına geldim. Söylediklerini ilkkere öğreniyorum. Hissettiğim ama söylemeye cesaret edemediğimiz şeyler: ’ Deli damgası yemekten...’
’940’da, ’950’de, ’960’da yazmış-çizmişler.
Bir yazıda gerçek konu: Yazılmayan şeydir. diyor postyapısalcı.
O adam: Pierre Mackerey’dir.
Demeklik neden ehenmiyetli? Bunu binlerce insan derketmese, şöyle bir değirmi beyinde çevirmiştir. Amma söylememiştir. Söylemek mi?
Jacgue Derrida: Kafamızda düşündüğümüz şey’i yüz de yüz hamlığıyla kelimeye dökemiyoruz maalesef demiştir. Zihinde hamlığı, kelimede ki durumu ve anlayanda ki keyfiyetler başka başkadır diyerek, Derrida, Adornu’ya hak vermiştir. Adorno’da : Bir kelimeye yüz de yüz anlam veremeyiz, oluş devam ettiğinden kelime ve anlamı da oluşagelecektir... Böyleyken: Anlamlardan değil de anlam sahalarından bahsedebiliriz. demişlerdir.
Çoğulcu anlamlardan bahsedeceğimizi önsüyor.
Bir lastik top’un yarısı kırmızıya, öbür yarısı turuncuya boyanmıştır. Masanın ortasına öğretmen yerleştirir topu. Masanın iki başına iki öğrenciyi oturtur.
Top’un rengini sorunca. Çocuklar kendi taraflarından gördüğü rengi söyleyip savunurlar. Yerlerini değiştirir öğretmen. Çocukların kırmızıyı göreni turuncuyu görmüştür. Turuncuyu görende kırmızıyı görerek. Anlamın oluşmakta olgu’landığı kanaatine biriyi varmışlar..."
Gerki: Mevlana: " ...ne düşündüm. Ne dedim. ne anlaşıldı." demiştir.
Hz. Muhammed: " Ameller niyetlere göredir." demiş.
Derrida ve Mevlana arasında ki zaman farkına dikkat isteriz.
Ne yazarsam yazayım. Yazmadığımı mı yazıyorum?
Bütün: Tarla değil ki sinor çekesinde Bellen bitişini çızasın.
Çiz’i biz çekiyoruz aklımızdan. Ey afaki oluyor tabiiyetiyle... nesnel olguda yoktur.
Sarı saç dediğin bir başa uzun dersen kısa saç var. Kısa dersen uzunları görürsün. Bütün bir bütün yok.
Sarı bir daireye uzun vakit baktıkan sonra beyaz bir kağıtta sabit bakarak gözümüzün önünden mor dairenin gelip geçtiğini göreceğiz. sarı demiştik hani? Mor niye oluverdi?
Ötekileri görmek, nüanslarıyla birlikte, Adorno’nun oluşageleni... Lyotard’ın differendlerini görmek mi?
Cafer Emi Lüksü yandırmağa Cengiz Abiye ses etti. Küçük kardeşi Cengiz Abi İstanbuldan yaz’ın gelmiş plakları vitrinde düzenliyerdi.
Çobanoğlu’nun, Kiziroğlu 45’liği hep satılmıştı. Reyhani’nin, Şeref Taşlıovanın, Alyansoğlu sıralamadaydı.
Bülent Erkoç’un, Suat Sayın, Yaşar Özel’in plaklar kaplarıyla asıldığı direkte elece durerdi. Yaylacıklı, Kocaköylü, Fahrelli bunları almazdı...
Bülent Erkoç’un ilerki zamanlarda Bülent Ersoy olduğunu öğrendim.
Ne buyrulur.
Bir çizgi çizin başlangıç’a yakın yerde Erkoç’u öğrenin, bitiş çizgisine yakın noktada Erkoç’un Ersoy olduğunu öğrendiğinizde A noktasında ki öğrendiğiniz bilgiyi ketleyerek Erkoç’tan Ersoy’a çeviriyorsunuz. Buna öğrenmebilimde geçmişe dönerek öğrenme denir.
Cafer Aslan Kars Lisesinden mezun olmuş lise mezunuydu. Zehir gibi kafası çalışır diye nam salmıştı. Çocuklarıda aynı ismi yapmıştılar: Matematikleri kuvvetli. Çalışkan ve disiplinliydiler.
Burhan, Cafer Eminin karşısında kitabının bir sayfasını daha çevirdi. Soba borusu ikisi arasında kaldı. Bayağ masaya öğretmenin koyduğu yarısı turuncu, yarısı kırmızıya boyalı top gibi kaldı.
Borunun, Cafer Emiye tarafında beyaz sobası, dört parmak dökülmüştü. Eski boyanın amber rengi çıkmıştı. Burhan’ın taraftaysa acantadan çıkmış gibiydi.
Sobanın kül dökülen tenekesinde LE MONDE DİPLOMATİGUE Çoklu Anlamlar konusunu yazıyordu.
Cafer Emi Ardahan Ekonomik yaşamında yeni ekonomiyi ilk okuyan zeki insanlarımızdan biridir. Kadir Ağa’nın oğlu Zeki Özer’ide İstanbula, Sultanhamam, Aksaray tarafına yerleşmeye ikna etmişti.
Burhan yargıç olmuş. Bilahare ticarete geçti. İki kardeş zengin işadamı oldular.
Cafer Aslan Meclisiyle, sohbetiyle Ardahan da iz bıraktı.
Yazmadıklarımızla anakonuyu yazdık sayın!
Ve ayrıca hiçbir yazı hayatı birtamam yazamaz!
YALÇINER YILMAZ
06-02-2011 LAPSEKİ/ ÇANAKKALE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.