- 1060 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Paradoksum İncindi
Züleyhanın Yusuf’a aşkı gibi,Mecnun’un çıkmaz sokaklarında gözyaşları dökmeden ağlayabilmek lazım.Gözyaşları da olmadan yaşabilmek;esasında o yaşların akma ihtimalini engellemek için,yaşarken değer bilmek adına ve hiçbir şeye üzülmemek adına değil.
Ama ben öyle anlatmaya çalışırken doğru diye bildiğimi,ıssız bildiğim şehrin akşamlarında,hüzünlenebildiğim bir anda gözyaşı döküyorum.Ne bir akraba ne de bir dost biliyor ne yaptığımı.Hiçbirinin ne yaptığına dair bir düşüncesi dahi yok.Çünkü kimse o için beni düşünmüyor.Ben herkesi düşünmeye çalışırken,daha da yalnızlaşıyorum kalabalıklardan.
Ve gece yarısını iki geçe,sevdiğimi düşünüyorum bembeyaz elbisesinde.Duası ellerini kirli ve günahkar dudaklarımla öperken,o ürperiyor.Ben tutmaya çalıştıkça,o
kaçıyor.Metrelerce oluveriyor gölgesi ve ben hep bu hayalle aldanıp,duruyorum.
***
Üst üste yığılmış onlarca kitabın arasından birisi olmak lazımdı.Tek değil gibi gözüken,aslında yek olan tüm kitapların tarihi gibi.Aynen bizim gibi,sonumuz kadar.Ve İskenderiye yakılacaktı yine,Bağdat diyarından acem türküleriyle gelen hasretler tadında.
İncinen ulvi paradoksumu düzeltmek ve yoğurduğum hamuru gömmek adına,kan revan olmuş manaların duygusunu yazmak için şahlandım.Tek bilene gittim yine aczim ve fakrım ile.
Hep derdi ki birisi:’’Hem deme ki ben de herkes gibiyim’’.Aslında hepimiz aynıyız,ama embesilleşmiş paradokslarımız da mı aynı?
Sahafçılarda kendisini gizlemek isteğinde miydi kitaplar?Yoksa kitapları saklayan bizim aldırışsızlığımız mıydı?
Demiş ki hazret bir yazar hayatında,eğer bir kitapçıya ya da kütüphaneye gidersen,hangi kitabı bulacağını,istediğini fark edemeden sahiplenirsin.Öyle miydi gerçekten?
Kitaplar dahi sahibini bulabiliyorsa,insanlar neden gönlünün eşini bulamıyor ki?Ya da bulduğunda kaybetmek için uğraşıyor?
Soruların hepsi ulvi paradoksumu yaralayan şeytanlar oldu şu kısacık hayatımda.Gej olmuş,baranlarından yoksun bir dimağı sahiplenmek adına,gönül yurdunun,gönül canlılarına ait paradoksların yoksunluğunda,tüm anlatılanları sahici bulmayan despot sahibelerin izinde,yine yoksun kalanlara melekler selam ediyor.
***
Ve anlıyorum ki;ben bu mahallenin üvey evladıyım.Züleyhanın gönlünde ki zakkum ağacı,Ferhat’ın Tanrıça çekicin de ben varım.Varlığın tümüyle yokluğu benim namım,yokluğun tümüne de bürhanım.
Yüreğimde nazlı bir sevdayı taşırken,Keynes’in gayri ihtiyari işsizliğin sebebindeyim yine.Esamem okunmuyor aslında şehrin sokaklarında.Özlemini duyduğum şehrimin hayalindeyim.Hayat öğrenciliğinin acı yalnızlığındayım;
’Hem garip...
Hem de acayip!’
Sonra devadır diye aldanmışlığın tutkusunda buluyorum kendimi.Yine aynı sahne,aynı aldanmışlık parodimi,hayat taşıyan tüm canlara sunuyorum.Ömrün sonbaharı gibi, zamanı gelince kalkarım diye dimdik toprağımda, zihnimin kapitaline Marks’ın yalnızlığını gömüyorum.
Tek tek yazıyorum,dimdik ayağı kalkması için hecelerimi.Dakka başı artan sevgimin manipülasyonu ağır vakıa!Alt alta birbirine girmiş zavallı kağıtlar ve de düşünceler.
Gerçeğin boşaldığı dehlizlerime nakarat ediyor gelip gidişlerim.Rüzgarla gelen ilkbahar boşalıyor gözlerimden,sona yaklaşırken yine.Hazan dolu bakışlar fırlatıyorum kızarmış göğe ve gökte benimle ağlıyor yeniden.
Korkmadan sevmek için o güzeli ve incitmeden büyütmek için ellerimizle yüreğimizi,karamsarlığın yüzüne bir yumruk atıp,yazılıp saklanan tüm hayallerin ihtilallerinde,adımlarımı sayan alemleri görüyorum.
Gözlerim kapanıveriyor yine.
’Allahım!
Kur’ân’ı bize dünyada bir dost, kabirde ünsiyetli bir yoldaş, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, Cehennem ateşine karşı bir siper ve örtü, Cennette bir refik, bütün hayırlara bir delil ve imam kıl.
Allahım! Kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Üzerine Kur’ân indirilen zâtın-Rahmân-ı Hannân’ın salât ve selâmı onun ve âlinin üzerine olsun-hakkı ve hürmeti için, bize Kur’ân’ın burhanlarını aydınlat.
Âmin.’