- 802 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KALBİM TAŞTAN
Saat gece yarısını geçmemekte ısrar edercesine yerinde sayar gibiydi,yürümekte güçlük çeken bir sima belirdi, zifiri karanlığın ardında yüz hatları tam seçilemeyen bu koca şey bir devi andırıyordu… İlk bakışta sevimli gelmişti duruş ve hareketleri ama daha sonra anlayacaktım ki belli etmezmiş dıştan kişi iç ruhaniyetini.korkumu yenmek ve dev’i unutmak için hep yaptığım işi yapmaya koyuldum, yine mezarlığa yönelmiş kara hülyalara dalmıştım, sessizliğimin ve dilsizliğim bana kazandırdığı avantajlarla uzun uzun düşünmeye başladım, gözlerimi karşıya diktiğimde gözümün başka iki büyük devin yüz hatlarına takıldığını fark ettim. İlk defa oluyordu bu, ilk defa bu kadar yakından böyle canlılar görüyordum. Hayretler içinde kaldım ve neye benzediklerini anlamaya çalıştım, ne bana benziyor ne de benden daha büyüklere. Az sonra sevincim katlandı anlamsızcasına belki ilk defadır bu kadar mutlu bu kadar değişik bir tat alıyordum, sonra kendi kendime “bu anın tadını çıkarmalı kimsenin görmediği ve göremeyeceği bu acayip şeylerin tadına varmalı dedim” İlk seferde özenmiş gibi oldum ama ne çare ben buydum ve değişmeyecektim, yıllar sonra anlayacaktım ki bana verilen bahşet her şeyden iyiymiş.Kafamda fırtınalar koparken ani bir hisle yaklaşan büyük deve yöneldim. o kadar zor yürüyordu ki nerdeyse hiç yol almamış gibiydi, bir bakıma benden biriydi. Yerinde sayıp duruyordu. Güneş henüz batmamışken büyük bir demir yığını üstümden geçmiş amansız çığlıklarıma rağmen beni tam yol ortasına sürüklemişti tam bir fiyaskoydu yaşadıklarım… Birden şaşırtıcı bir olay oldu ve koca devden birtakım sözler çıkmaya başladı. Bu sesleri daha önce ne duymuş ne de birinin duyduğuna tanık olmuştum. Hemen ardından bu haykırış niteliğindeki sözler yerini hıçkırıklara bıraktı ve inanılmaz bir şekilde yaklaştıkça arttı. Bu haykırış sesi ilk bakışta birini etkileyecek kadar değildi,ama üstüme geldikçe yükseldi ve yükseldi. Bir an sandım ki banaydı bu ağıtlar, ilk defa biri önemsemişti beni. Bilmesem de anlamını banaydı bu ağıtlar banaydı bu feryatlar. Yanıma yaklaştı yolunun üstü olsa gerek görmezden geldi beni de avarlığımı da. Sağdan soldan duyduğum dev mezarlığına gittiğini fark ettim. İçeri girdiğinde hangisidir bilmezcesine bir ona bir buna koşuşturmaya başladı. Anlamıştım ki değerli biriydi aradığı arkadaşı, bizde de böylemiydi acaba sevdiğini aramak ve gidişine üzülmek, işin aslına bakılırsa bizde yoktu ki üzülmek yoktu ki ölmek... Bu gün özel bir gün olmalıydı ki, zaten kalmamıştı gelmeyen demir yığını. Karşıda olup bitenleri merakımdan olsa gerek inceleme hissi duydum, bir bakıma yoktu ki başka işim, atalarım da bunları tekrarlamış ben ne yapabilirdim ki? İlerleyen zamana karşın dışarıda evlerinden bu kadar uzak civarlarda nasıl olurda bu kadar denli özgür olabilirlerdi. Ellerinde şıngırdayan ve içinden suya benzer içecekler akan şişeleri bir oraya bir buraya saçıyorlardı… Belliydi kendilerinden geçmişlerdi. Bunun üzerine bir isim vermiştim onlara “ahmak devler” ellerindekilerin kıymetini bilmemekteydiler. Aynı hıçkırıklarla mezarlığından ayrılan dev özür dilermişçesine eğdi boynunu ve yandan sarkan çıkıntıları göğe kaldırdı ve anlamını bilmediğim birtakım sözler sarf etti. Daha sonra kapıya doğru yöneldi bana kızmış olsa gerek sinirli bir şekilde benden yöne yürümeye başladı ilk anlamda üstüme eğildi ve almak istedi. Daha sonra bilmesem de nedenini hiç beklemediğim bir darbeyle yolun diğer kıyısına yolladı beni. Yoktu ki dilim yoktu ki elim kolum haykırayım dur diyeyim, tek yaptığım bu felaketin geçmesini beklemek ve koca devin beni bırakmasını dilemek... Yol üstünde bir oraya bir buraya sürüklenmeye başladım, kimse takmazdı zaten beni elim mi vardı engel olacak. Üstüm çiziklerle dolmuştu, hiç bir farkım kalmamıştı diğerleriyle. Sabah saati yaklaşmakta ezan okunmaktaydı. Uzun bir yol almıştık bu koca devle birlikte. Daha önceleri karşıda gördüğüm diğer devlerle karşılaştı ve acımasızca bir daha ve bir daha vurarak diğerinin yanına geçirmişti beni. Neyse ki saat ilerlemiş olmalı, koca bir demir yığını daha yaklaştı. Teker teker bindiler, işte o an akşamki hallerinden eser kalmamıştı. Gelip geçici bir duyguları vardı. Bilmiyordum güzel bir duygu mu olmalıydı bu yaptıkları. Koca dev son bir darbeyle hemen yol kıyısında duran akıntıya yuvarladı beni …Birkaç tur attıktan sonra sert bir şekilde ölüme terk edildim. Üstümden geçen hafif akıntı beni alıp götürecek denli güçlü değildi. Adeta esir olmuştum sulara, tekrar bir mucize ile ayrıldığım yere kavuşacak mıydım? Bunların olmasını dilerken şunu soruyordum kendi kendime “acaba ben miydim taş kalpli olan yoksa onlar mıydı”…
Hakan erbaş 03/02/09 (Garip üstat)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.