Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
MuratKEREMk
MuratKEREMk

EHL-İ BEYT’İN ÇİLE DOLU YOLU

Yorum

EHL-İ BEYT’İN ÇİLE DOLU YOLU

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

38

Okunma

EHL-İ BEYT’İN ÇİLE DOLU YOLU

EHL-İ BEYT’İN ÇİLE DOLU YOLU

Hz. Hasan (r.a.) ile Hz. Hüseyin (r.a.)

Yazar: Murat Kerem


Rahmet Halkasının Ayrıcalığı

Akşam güneşi Medine’nin sokaklarının üzerine dökülürken, hurma ağaçlarının gövdelerinde dolaşan yumuşak bir rüzgâr, taşların arasında eski zamanların izlerini fısıldar gibiydi. Bu sokaklardan sıradan insanlar değil, insanlığın gidişatını değiştiren bir aile geçmişti. Ehl-i Beyt; kalpler için bir sığınak, vicdanlar için bir pusula, ümmet için bir rahmet halkasıydı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), torunlarına baktığında gözlerinde onların geleceğini de gören bir derinlik olurdu. Hz. Hasan (r.a.) ile Hz. Hüseyin’in (r.a.) cennet gençlerinin efendileri olduğunu haber verdiğinde [1], sadece bir unvan değil, kaderî bir yolun da işaretini verir. Bir başka rivayette onları dünyadaki iki reyhanına benzetmesi [2], o sevginin kokusuna karışmış bir geleceğin müjdesi gibidir.

Bu sözler, bir dede-torun yakınlığından çok öte, geleceğin zulüm ve adalet sahnelerinde başrol alacak iki büyük şahsiyetin tanıtımıydı. Bu nedenle Ehl-i Beyt’e dair her söz, aslında ümmetin kaderine dair bir işarettir.



Kur’ân’ın Aydınlattığı Yol: Arındırılmış Bir Aile

Mescid-i Nebevî’nin serin taşları üzerinde bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), elini bir örtüye uzattı. Hz. Ali (r.a.), Hz. Fatıma (r.a.), Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)’ı yanına çağırarak onları bir şefkat çemberine aldı. Üzerlerine örttüğü örtü, sadece bir kumaş değil; adeta rahmetin göğsünden inmiş bir koruyucu buluttu.

Bu sahne, Ahzâb Sûresi’nin “Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister” meâlindeki ayetinin [4] canlı bir tefsiri olarak zikredilegelmiştir. Müfessirler, bu ayetin yalnız maddî temizlikten değil, ruhî arınma ve ilâhî misyondan söz ettiğini ifade ederler.

İslâm tarihinde, Ehl-i Beyt’in konumunu tasvir eden müminler, onları fırtınalı denizlerde ümmeti taşıyan Nûh’un gemisine benzetmişlerdir [5]. Bu benzetme, onların yalnız nesep yönüyle değil, hakikat taşıyıcılığıyla da seçkin bir yere sahip olduklarını gösterir.



Meveddet: Sevgiyle Başlayan Bir Vazife

Şûrâ Sûresi’nde yer alan ayet, Resûlullah’ın ümmete yönelttiği tek dünya isteğini bildirir: Yakınlara sevgi gösterilmesi [6]. Bu, sırf akrabalık talebi değil; imanın kalpte renk kazanmasını isteyen bir ilahî çağrıdır.

Hz. İbn Abbas (r.a.), ayette kastedilen yakınları açıklarken Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i zikreder. Böylece, Ehl-i Beyt’i sevmenin bir tercih değil, kulluk şuurunun derin bir tezahürü olduğu anlaşılır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onların sevgisini Rabbine şöyle arz etmişti:

Allah’ım, ben onları seviyorum; Sen de sev! Onları sevenleri de sev.” [7]

Bir başka rivayette ise, “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim” buyurarak [8], bu bağı nesebin ötesine taşıyan bir hakikat ortaklığına dönüştürür.

Bu cümleler, sevginin ibadetle birleştiği en nadide ufuklardır. Zira Ehl-i Beyt’i sevmek, kalbin kıbleye yönelmesinin başka bir biçimidir.



Hz. Hasan (r.a.): Hilmin Zaferi

Resûlullah (s.a.v.) bir gün minbere çıktı ve yanında duran küçük Hasan’ın başını okşadı. Cemaatin arasında onun ileride iki büyük topluluğu barıştıracak bir lider olacağını söylediğinde [9], sahabe bu sözün nasıl gerçekleşeceğini bilmiyordu.

Hz. Ali (r.a.)’nin şehadetinden sonra ümmet ikiye ayrılmıştı. Bir yanda fitne ihtimali, diğer yanda Müslüman kanının akma tehlikesi… Tam bu noktada Hz. Hasan (r.a.), tarihin en ağır imtihanlarından biriyle karşı karşıya kaldı.

Beklenen savaş yerine, o hilmi tercih etti. Hilmet, öfkeye galip geldiği o an, ümmetin kaderini değiştirdi.

Hilafeti Hz. Muaviye’ye devretmesi, siyasî bir geri çekiliş değil; ümmetin vahdetini koruma adına verilmiş büyük bir manevî emanetti. Nevevî, bu sulhu “ümmet için en büyük rahmet” olarak nitelerken, İbn Hacer bunun “hikmetin zirvesi” olduğunu ifade eder.

Hz. Hasan (r.a.) zahirde bir makamdan çekilmişti; hakikatte ise ümmeti uçurumdan geri çevirmişti.



Hz. Hüseyin (r.a.): Kerbelâ’da Ayakta Kalan Hakikat

Ümmü Seleme (r.a.) validemiz, bir gün Resûlullah’ın elinde kırmızıya çalan bir avuç toprak görmüş, bunun ne olduğunu merak ettiğinde Efendimiz (s.a.v.), bu toprağın Hüseyin’in düşeceği yerden getirildiğini haber vermişti [10].

Yıllar sonra, Hicretin 61. yılında Kerbelâ çölü, insanlık tarihinin en sarsıcı imtihanlarından birine sahne oldu. Bir tarafta adaleti temsil eden Peygamber torunu; diğer tarafta zulmün, hırsın ve siyasî çıkarın gölgesinde hareket eden binlerce asker.

Hz. Hüseyin (r.a.)’ın sesi çölün ortasında yankılanırken, sözleri asırları titreten bir manifestoya dönüştü:

“Zalim bir yönetime biat etmem.”

Bu sadece bir cümle değil, hakikatin kıyamıydı.

Kerbelâ, İslâm tarihinin yalnız kanlı bir sayfası değil, zulüm ve adalet dengesinin ebedî ölçüsüdür. O günden itibaren mazlumun nefesi, Hüseyin’in duruşu olmuştur.



Ehl-i Beyt’in Çilesi: Kaderî Bir Yükseliş

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), belaların en çok peygamberlere ve peşinden gelenlere geleceğini bildirir [12]. Ehl-i Beyt’in başından geçen hadiseler, bu hakikatin canlı örnekleridir.

Tarih, onların sürgünlere gönderildiğini, baskılara uğradığını, zindanlara atıldığını, kimi zaman da Kerbelâ’da olduğu gibi hunharca şehit edildiklerini yazar. Ne var ki bu çile bir düşüş değil; manevî bir mertebenin yükselişidir.

Acı, onları kırmamış; bilakis insanlığın vicdanında parlayan bir nur hâline getirmiştir.



İki Kardeşin İki Ayrı, Lâkin Tek Hakikati

Hz. Hasan (r.a.), barışın dilini taşıyan bir peygamber torunuydu.
Hz. Hüseyin (r.a.), adaletin sancağını taşıyan bir şehit liderdi.

Görünüşte iki farklı yol gibi duran bu iki çizgi, hakikatte aynı merkeze çıkar: Allah’a sadakat, Resûl’e bağlılık ve hakikate teslimiyet.

Bugün Müslümanlara düşen görev; Hasan’ın hilmiyle fitneyi söndürmek, Hüseyin’in kararlılığıyla zalime boyun eğmemek ve Ehl-i Beyt’in pak duruşunu kalpte yaşatmaktır.

Onların yolu sadece bir soy yolu değildir; hakikatin yoludur. Kimi zaman bir sulh imzasında, kimi zaman Kerbelâ toprağına düşen bir damla kanda görünür. Ancak her hâlükârda Allah’a teslimiyet ve Resûl’e sevginin izini taşır.



Kaynakça

[1] Tirmizî, Menâkıb, 30.
[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned.
[4] Kur’ân-ı Kerîm, Ahzâb Sûresi, 33.
[5] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr.
[6] Kur’ân-ı Kerîm, Şûrâ Sûresi, 23.
[7] Tirmizî, Menâkıb.
[8] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned.
[9] Nesâî, Hâşiyetü’n-Nesâî.
[10] Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek.
[12] Tirmizî, Zühd.

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Ehl-i beyt’in Çile dolu yolu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Ehl-i beyt’in Çile dolu yolu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
EHL-İ BEYT’İN ÇİLE DOLU YOLU yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL