0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
49
Okunma
İstanbul…
Her köşesi tarih kokan, her nefesi mana taşıyan kutlu şehir.
Adımlarımı atarken kaldırım taşlarında değil, asırlardır süren bir duanın içinde yürüyor gibiyim. Sanki her sokak, ecdadın bıraktığı bir sır fısıldıyor kulağıma; her rüzgâr, surların üzerinden esen bir fetih duasını taşıyor.
Bu şehir, yalnızca taş ve topraktan ibaret değildir.
Bu şehir, bir müjde taşır.
Asırlar ötesinden, sevgili Resûl’ün “Ne güzel asker, ne güzel komutan…” diye övdüğü müjde…
Ve o müjdeyi göklerin izniyle gerçekleştiren kutlu kumandan: Fatih Sultan Mehmet Han.
Haliç’in sularında o günün akislerini duyar gibi oluyorum.
Gemiler hâlâ karadan yürür sanki…
Surların gölgesinde dolaşırken, her taşında bir secde izi, her burcunda bir “Ya Fettah!” nidası hissedilir.
İstanbul öyle bir fetihtir ki, zincirlere vurulmuş bir gönlün çözülmesi gibidir; karanlığa hapsolmuş bir kalbin nura kavuşması gibidir.
Fatih Camii’ne her girişimde, ecdada bir Fatiha okurken içim titrer.
Çünkü bilirim ki bu şehri fethetmek yalnızca bir savaş değildir; bir teslimiyet, bir teslim alış, bir emanetleşmedir.
Bu şehir bize kılıçla değil, dua ile bırakılmıştır.
İstanbul’da yaşamak, tarihle yan yana uyumak gibidir.
Her sabah ezanlarıyla yeniden dirilmek, her akşam surların gölgesinde geçmişi solumaktır.
Ve ben şimdi, Fatih’in fethettiği bu şehirde nefes alırken, zamanın akışına değil, mananın derinliğine tutunuyorum.
Belki de asıl fetih, surların değil; gönüllerin fethedildiği gündür.
Ve İstanbul, gönlümü fetheden şehirlerin sultanıdır.
Abdurrahman Tümer