0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
38
Okunma
Gülümsemenin Felsefesi: İnsanlığın Unutulmuş Dili
Hayatın karmaşası, insanın ruhuna bazen öyle ağır bir gölge düşürür ki, günler iç içe geçer, anlamlar bulanıklaşır, nefes bile sanki daralmış bir odanın havasına sıkışır. Böyle anlarda insan büyük mucizeler bekler; oysa kurtuluş çoğu zaman çok daha küçük, neredeyse görünmez bir şeydedir: Gülümsemek.
Gülümseme… Yüzün kıyısında beliren bir çizgi, kalbin en uzak odalarına kadar uzanan ince bir ışık. Biyoloji onu kas hareketleriyle açıklar; ama insan tek başına kaslardan ibaret değildir. Bir tebessümün ardında, çoğu zaman bir ömrün bütün acıları, bütün iyilikleri, bütün direnci saklıdır. Gülümsemek, ruhun dudaklara bıraktığı sessiz bir işaret, içteki fırtınaya karşı dışarıdan verilen zarif bir cevaptır.
Çünkü insan, kırıldıkça güzelleşen bir varlıktır. İçinde taşıdığı çatlakların arasından sızan ışığı yalnızca gülümserken fark eder. Belki yorgundur, belki incinmiştir, belki de kendini toplamaya çalışıyordur… Fakat yine de gülümser. Bu yüzden gülümsemek yalnızca bir duygu sonucu değildir; kimi zaman duygunun kendisini doğuran ilk kıvılcımdır. İnsan gülümsediğinde, beynin derinliklerinde kimyasallar uyanır, endorfinler dolaşır, kalp yumuşar, nefes sakinleşir. Beden sakinleşirken ruh da yolunu bulur.
Bilimin bunu açıklayabildiği noktada felsefe devreye girer. Çünkü gülümsemenin gerçek hikâyesi, kimyasalların değil, insanın hikâyesidir. Gülümseyen biri, dünyayı olduğundan farklı görmeye başlar; ya da belki dünya ona farklı görünür. Bir tebessüm, içteki karanlığa atılmış küçük bir meşale gibidir. Çoğu zaman hayata en büyük meydan okuma, yüksek sesle bağırmak değil; sessizce gülümsemektir. Kırılganlığından utanmayan bir cesaret, yarasına bakıp yine de yürümeye devam eden bir bilgelik.
Ve gülümseme yalnızca kişinin kendi iç âlemiyle sınırlı değildir. İnsan yüzünde beliren bir tebessüm, iki yabancı arasında bile görünmez bir köprü kurar. Bir insan diğerine gülümsediğinde, farkına varmadan şöyle der:
“Ben de senin gibi bir yolcuyum. Karanlığın içinden geçiyorum, ama ışığı da taşıyorum.”
Belki bu yüzden gülümseme, insanlığın ortak alfabesidir; dilden önce anlaşılır, kültürden önce hissedilir.
Gülümsemek bazen bir iyileşmedir, bazen bir kabulleniş. Bazen bir sadelik, bazen de derin bir direnç hâlidir. İnsan gülümserken kendi yarasını da, dünyanın kırılganlığını da, hayatın geçiciliğini de kabul etmiş olur. O küçücük çizgi, zaman zaman umut gibi görünür; bazen teselli, bazen kendine verilen söz, bazen de sessiz bir dua…
Belki de bu yüzden insanı en çok gülümserken severiz. Çünkü gülümseme, ruhun bir anlığına dünyayla barıştığı andır.
Ve dünya, bazen yalnızca o an için bile yaşamaya değer görünür.
Hüseyin Erdinç