2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
245
Okunma

KELİMELERİN YAZILIŞLARI ve TELAFFUZLARI
Hind Filozofu Beydaba’nın eseri olan ve Selahhaddin Alpay tarafından tercüme edilen “KELİLE VE DİMNE” adlı eserini, uzun yıllardan sonra tekrar okumaya başladım.
İlk dikkatimi çeken husus, basıldığı tarihlerdeki kullanılan kelimeler ve özellikle yazılışları oldu.
Geçmiş yıllarda, eski metinleri okuduğumuz da olmuştu. Yanımızda Ferit Develioğlu’nun ‘Osmanlıca – Türkçe Lügat’i olmak şartıyla.
Kitabın önüne, arkasına, yazılan takrizler ve takdimlere tekrar göz atmama rağmen basım tarihini bir türlü bulamadım.
.
“DOĞU ŞÂHESERLERİ SERİSİ NO: 1”
.
“Her hakkı mahfuzdur.
Taklitlerinden sakınınız.”
.
“Baskı: Kent Basımevi – İSTANBUL”
.
Mevcut ibareleri aynen aldım.
Basım tarihi önemliydi, çünkü en azından hangi yıllara kadar kelimelerin aslı nasıl kullanılmış vurgusu yapabilecektim. Sonuç olarak, kitapta bulamadığımı, şu meşhur ‘Yapay Zekâ”ya sordum. Verdiği cevapla “1943” yılına tarihlendirdi.
Ne diyelim, ihtiyaç hâsıl oluyor neticede. Yoksa bulma şansım olmayabilirdi.
.
Şimdi gelelim, kitap için ilk takrizi yazan çok değerli edebiyat profesörü, üstat Prof. Dr. Ali Nihad TARLAN’ın kitap hakkında yazdığı “takriz”inden (övgülü tanıtım) birkaç cümleyle kelimelerin asıllarının nasıl yazıldığını örneklendirmeye.
“ İnsân az çok sathî farklarla müşterek bir uzviyyete sâhip olduğu için her zaman ve her yerde bu uzviyyetin müşterek te’siri altındadır. Bu te’sir, umûmî bir ifâde ile “ihtiyaç”dır. Bu sebeple insânın maddî ve manevî varlığının vücûda getirdiği eserler arasındaki farklar, dikkat edilirse, esâsa değil, teferruâta âiddir.
İnsânın bütün cehd ü gayreti; hayâtının devâmı istikaametindedir. İnsân varlığı, ölçmesi güç bir mâzinin karanlıklarından gelmiştir. Geçirdiği medeniyyet mâcerâlarının târihi, dünyâ hayâtına nazaran daha dün denecek kadar yakın bir zamandan başlar”
. . . Kâinat, İlâhî mârifeti ta’lim eden bir kitâbdır ki, onu okumak için lâzım olan kudreti, Cenâb-ı Hakk insâna bahş etmiştir. Bu kitâbda bir de hayvânlar âlemi faslı vardır ki, ondaki hikmetler ve incelikler akıllara durgunluk verecek derecede muhteşemdir. Ve türlü bakımlardan derin bir tefekkür mevzûudur.”
*
Eskilerden bahsetmişken hemen yine “eskiden” diyerek ufak bir hatırlatma yapmak isterim.
Eskiden TRT – TV spikerlerini kendi bünyesinde kursa tabi tutardı. Bu kurslarda Türkçe’nin kurallarına uygun konuşma, doğru telaffuz ve ses kullanımı (vurgu, tonlama, ulama, virgül ve noktalarda ses aralığı, duraklama) öğretilirdi. Bir yandan da diyaframdan nefes alma ve kullanma tekniği.
O zamanki üslupla yani kullanılan Arapça - Farsça kelimeleri doğru telaffuz edebilmek için kelimenin asıl yazılışı çok önemliydi. Yoksa uzun sesliler yerli yerinde telaffuz edilemezdi..
Bir yandan da yazımda noktalama işaretlerini dikkate almak, ona göre nefes aralıkları veya vurgulamalar yapmak da çok önemliydi. Aksi takdirde spiker olunamazdı.
Şimdi mi?
Hak getire.
Bırakın doğru telaffuzu, çoğu zaman alt yazı olarak kelimeleri doğru düzgün yazabilen yok.
Türkçemiz evriliyor mu, yoksa gün geçtikçe devriliyor mu belli değil.
Dilimiz dün Arapça – Farsça kelimelerin bir bakıma istilasına uğramışken, şöyle de diyebiliriz, kültür dili o yönde gelişmişken, bugün maalesef aynı hata farklı şekilde devam ettirilmekte.
Latince, İngilizce, Fransızca kelimler furyası aldı başını gidiyor.
“Mottolar, lansmanlar, globaller, ironiler, metaforlar, imgeler, bonuslar, vizyonlar, layklar, trentler, hashtaglar…”
Yaz yaz bitmez.
Tabii, bir de uzun sesli harflerin üzerindeki uzatmaları, bazılarından inceltmeleri kaldırınca “Başımıza kar mı yağar, kâr mı?” bilemez olduk.
“Kamil, bir adet ‘kağıt’” verir misin?” derken “ka” şeklinde telaffuz edenlerimize kızamayız sanırım.
Bazı işaretlerin kaldırılmasının kelime anlamlarına etkisi oldu mu?
Elbette oldu.
Çokça kullandığımız birkaç misal verelim.
Hâkim, kâtibe seslendi:
“Yaz kızım:
Âşık olduğunu söyleyen şüphelinin, maşûku olduğunu belirttiği maktûlün kâtili olduğu sâbit görüldüğünden yirmi dört yıl mahkûmiyyetine karar verildi.”
Hâkim: (hüküm veren, hükmeden), kâtip/b: (Yazan), âşık: (seven), ma’şûk: (sevilen), maktul: (öldürülen, katledilen), kâtil: (öldüren- katleden), mahkûmiyyet: (kesinleşen ceza)
Neticede hiçbir eylem, fâili (yapan) meçhûl (bilinmeyen) kalmamalı.
Bir iki kelime ile de destekleyelim yazdıklarımızı.
Âlem (dünya, evren) – alem (sancak, hilâl, sembol);
Hâl (durum, vaziyet) - hal: (1-halletme, çözme; 2-sebze meyve-ve satılan yer);
halâ: (henüz, devam eden, süren – zaman zarfı), hala: (babanın kız kardeşi);
şûra: (danışma meclisi) - şura: (şu yer, şurası, işaret edilen yer);
âşık: (seven) - aşık: (aşık kemiği);
mâna: (anlam), mana: (kutsal güç);
asîl: (köklü aileden gelen, asalet sahibi) - asil: (saf, temiz, soylu).
Şimdi soralım:
Buna benzer pek çok misal var iken doğru telaffuz edilmezse doğru anlamak mümkün olur mu?
Madem bazı işaretleri kaldırdık...
Madem Türkçemizi sadeleştirmek ve yeniden düzenlemek istedik, o zaman neden sadeleştirirken “uydurma (Öz Türkçe) yolunu tercih ettik?
Bu da ayrı bir sıkıntıydı.
Arapça ve Farsça kelimeleri bir kenara atarken neden Latince, İngilizce, Fransızca kelimelere bu kadar meylettik?
Hani Türkçemize sahip çıkmak içindi her şey!..
Dil bizim, kültür bizim.
Lisan, geçmişle geleceğimiz arasındaki en sağlam köprüdür.
Köprüyü yıkmanın adını sizler koyun derim.
.
1943 yılında basılmış, o zamana göre çok sade sayılabilecek cümleleri ve kullanılan kelimelerin doğru yazılışlarını göstermek için ve örnek olsun diye özellikle seçtim. Kelimeleri doğru yazmanın ve özellikle doğru telaffuz etmenin ne kadar önemli olduğunu belirtmek istedim.
Umarım bundan sonra yabancı (Avupaî) kelimelerin etkisinde kalmadan Türkçemize daha bilinçli sahip çıkar, kendi dilimizi geliştirmenin yollarını ararız. Geçmişte yapılan arama – tarama çalışmaları gibi.
Doğru kaynak Anadolu Türkçesi, eski Türkçe eserler (lügatler / kamuslar / sözlükler, destanlar, hikâyeler, maniler, ninniler, türküler, koşmalar…) ve Türk dünyasıdır.
DİLİMİZ, KÜLTÜR BAYRAĞIMIZDIR.
Dil bayrağımızı işgale uğratmayalım.
Saygıyla.
Hikmet Çiftçi
16 Kasım 2025
5.0
100% (4)