0
Yorum
8
Beğeni
4,0
Puan
114
Okunma
Göktürk’ün yıllara meydan okurcasına ayakta kalmayı başaran gösterişten uzak mütevazi tarihin yorgun ve çilelerin yoğrulduğu iki katlı evine geldik. Ortalık oldukça sessizdi. Komşu sakinleri belki de aile hayatımızı alt üst eden tv’lerin Türk aile yapısını yerle bir edecek dizilerden birini izliyor olabilirlerdi. Asımın neslini yetiştireceğiz diyenlerin ülkem insanımızın sağlam aile yapısını bozmak için sinsice evlere servis edilen ihanet ve alçakça hazırlanan dizilerin amaçlarının farkına varmadan izlenen pezevenk ve fahişelerle doldurulmuş, Türk’ün örf ve adetlerinin üstüne turp sıkanların tıyniyetlerini, art düşüncelerini anlamamış halkımıza o kadar üzülüyorum ki... Ne desek, ne anlatsak; kulakları sağır, gözleri kör, beyinleri uyuşturulmuş olmaları içimdeki öfkelerde lodoslar estiriyor. Bunları düşünürken Göktürk kapısının önüne arabasını park ederek bagajdaki eşyalarımı aldı. Sağ elinin işareti ile ’’Buyur eskimeyen kurt, Burası da benim fakirhanem!’’ Tebessüm ederek kapıya yöneldik birlikte.
Göktürk, ömrünü milli ülkü davasına vermiş Adana’nın yiğitlerinden, mücadele ruhunu hiç bir zaman kaybetmemiş Türkmen arkadaşım nice çetin mücadelelerden çıkmış, on iki cehennemine bile dik duruş sergilemiş bir Türk neferiydi. Şimdi birazcık yaşlansa da, Başbuğ Alparslan Türkeş’e verdiği sözünden dönmeyen Kürşat’ı O! Fakir bir ailenin tek evladı, anne ve babasının çileli hayatlarının arasında kaybolup gitmişler. Hastalıklarla mücadele içinde ruhlarını Hakka teslim ederek Göktürk’ü tek başına bırakıp bu dünyaya ’’elveda’’ demişler. Hem davası için, hem 12 Eylül’ün kara zindanlarında yedi yıl yatması... Dışarı çıktığında mesleksiz bir işçi gibi gece gündüz çalışarak anne ve babasına bakması, sevdaya ayıracak zaman bulamamasından ötürü evlenememiş, evlenmek istese de ailemi maddi yönden zor duruma düşürmeyeyim düşüncesi ile evlenmemiz. Aşka veda etmiş de diyebiliriz onun için.
Göktürk kapıyı aralayarak içeri adım attığımda; oturma odasında oldukça sade ve mütevazi. ’’ Geç gardaş anamın yadigarı şu koltuğa’’ dedi hüzünlü bir ifadeyle. Ben koltuğa yorgun bedenimi bırakırken Göktürk, mutfağa yöneldi ocağa çay koymaya. Sofra hazırlamakta ısrar etse de yolda yediğimi ısrarla söyleyince sadece çay koymasın yeterli olacağını söyledim.
Saatler hayli ilerlemişti. Memleket sorunlarından tutun da, davanın hangi boyutlara getirildiğini, verilen şehitlerin ve emeklerin fütursuzca nasıl harcandığını ikimizde uzun uzun dile getirdik. Sonra şiir aşkı için ÇED etkinliğinden uzun uzun bahsettim ona. Çok mutlu oldu. Edebiyat, şiir, sanat alanında Türk dünyasına öncülük eden Adana’nın medarı iftihar-ı ÇED başkanı Halise TEKBAŞ’ı da anlattım ona. Gazetelerden okuduğunu, Adana’mı, çevresini tanıtımında ve Türk dünyası ile bağların güçlenmesi açısından çok yararlı olacağından emeği geçen herkese teşekkür etti. Sohbetlerimiz dönüp dolaşıp davaya çıkıyordu. İstesek günlerce bu konuyu konuşurduk. Hep o aynı heyecanla kalbimiz atıyordu. Sohbetlerimizde her ikimizde on sekizlik delikanlıydık sanki.
’’Gardaş sen yorgunsun. Bu konuları daha çoookkkk konuşuruz. Yarın etkinliğe katılacaksın. Dinlenmen için istirahate çekilme vaktin geldi’’ derken bende de esneme başlamıştı. İznini alarak üçlü koltuğun üzerine uzanıverdim. Göktürk’de odasına çekilirken ’’ Sabah görüşürüz, Hayırlı uykular Gonya’nın Bozgurdu’’ dedi gülümseyerek.
Güneşin ışınları pencereden oturma odasına sökün ederken komşu evlerden birinden bir horozun uzun uzun ötüşüne uyandım. Göktürk’de benden çok önce uyanmış ki; mutfakta takırtılarını duyuyordum. Salonun penceresine konmuş iki martının birbirlerine yaptığı kuru bir müddet izledim. Ötüşleri inana huzur veriyor. Sanırım Göktürk’ün dostları onlar. Onlar her pencerenin sundurmasına konmazlar. Onlara yem ve su verdiği anlaşılıyor gelip orada ötüşmeleri. Bizim şehirdeki evdeki panjurlu her pencereye yuva yapar, yavrularını büyür uçuşurlar. Kedilerime baktığım ve özendiğim kadar kumrularımı da korur kollarım. Her ihtiyaçlarını karşılarım. Bana o kadar alışkınlar ki; mutfağın penceresinin sundurmasına yuva yaptıkları yetmiyormuş gibi mutfağın içindeki kombinin üzerine bile yuva yapıp yavrularını büyütüp uçurana kadar mutfak penceresi açık kaldı.
Ben Kumruları izlerken Göktürk kahvaltıyı hazırlayıp yemek masasına dizdi. Çay, zeytin, peynir, tereyağ ve incir reçeli ile masa donatılmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi Adana’nın meşhur şalgamını da getirmişti. Keyifli bir ve dinlenmiş olarak zinde vücutla gece kaldığımız yerden sohbetlerimiz devam ede ede kahvaltımızı yaptık. Saat dokuzu yirmi geçiyordu.
Göktürk ’’ Saat 10’a doğru bi de kahve içip çıkarız dışarıya. Adana’yı bir de seninle gezeriz. Bugün akşama kadar yanımdasın. Etkinliğe akşam yollarım seni’’ demez mi?
’’ Yahu etkinlik bu sabah 10’dan sonra başlar gelen arkadaşlarımızla. Adana’nın içindeki tarihi yerleri gezdirirler. Bugünkü etkinliğe katılmazsam umarım başkan gücenmez?’’ deyince Göktürk beni bırakmaya hiç niyeti yoktu.
Bize has kırk yıl hatırlı Türk kahvesini de içtikten sonra Adana’nın saat kulesinin olduğu meydan istikametine doğru arabamız ilerliyordu...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
4.0
100% (1)