0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
121
Okunma
İlmin Şehri Kûfe: Işıktan Doğan Mektep
Yazar: Murat Kerem
Bir Duanın Meyvesi
Kadisiye sabahı…
Fırat’ın üzerinde sabah sisi, ufukta bir nur gibi yükseliyordu.
O gün, Sa’d b. Ebî Vakkas ellerini semaya kaldırmış,
“Yâ Rab! Bu ordunun içinde Senin rızanı arayan kullar var.
Bizi galip kıl, ama kibirden koru!” diye dua etmişti.
O dua, sadece bir savaşın değil,
bir şehrin doğum duasıydı: Kûfe.
Kûfe, bir harita noktası değil;
imanın, ilmin ve nurun birleştiği bir mektepti.
Ashâb-ı Suffe’nin Medine’de yaktığı kandil,
bu defa Fırat’ın kıyısında yeniden yanacaktı.
Ve o kandilin etrafında bir isim parladı:
Abdullah b. Mes‘ûd (r.a.)
Bir Alimin Gelişi
Rasûlullah (s.a.v.) bir gün buyurmuştu:
“Kur’ân’ı en güzel okuyan ve en iyi bilen, İbn Mes‘ûd’dur.” [1]
Onun sesi, ayetleri sadece okuyan değil,
kalplere nakşeden bir sesti.
Bir gün Efendimiz’e su verirken,
elleri titreyen o ince yapılı genç,
yıllar sonra Kûfe’nin ilim mimarı olacaktı.
Ömer (r.a.), fetihlerden sonra şehirlere öğretmenler göndermeye karar verdiğinde,
şöyle dedi:
“Kûfe halkına Abdullah b. Mes‘ûd’u gönderiyorum.
Onları Kur’ân ve ilimle doyuracaktır.” [2]
İbn Mes‘ûd, Kûfe’ye geldiğinde minbere çıktı,
elinde bir mushaf yoktu — ama kalbinde tüm Kur’ân vardı.
“Biz, Rasûlullah’tan on ayet öğrenirdik;
onları yaşar, sonra diğerine geçerdik,” dedi. [3]
İşte o söz, Kûfe mektebinin temel cümlesi oldu.
Bilmek değil, yaşamak…
Ezber değil, hikmet…
İşte ilmin ruhu buydu.
Bir Şehrin Kalbinde Işık
Kûfe gün geçtikçe büyüyordu.
Camiler dolup taşıyor,
hurma direkleri arasında ilim halkaları kuruluyordu.
İbn Mes‘ûd, her derste öğrencilerine şöyle derdi:
“Kur’ân’ı okurken sadece dudaklarını değil,
kalbini de harekete geçir.”
Talebeleri — Alkame, Esved, Hammad —
onun elinde yetiştiler.
Ve onlar da, Ebu Hanife’nin öncü hocaları oldular.
Kûfe böylece, fıkıh ilminin beşiği,
tasavvufun kalbi,
hikmetin şehri hâline geldi.
İlim, artık taş evlerden medeniyetlere taşınıyordu.
Bu şehir, Dârü’l-Erkam’ın evindeki bir duanın,
Suffe’nin gölgesindeki bir tefekkürün meyvesiydi.
Nurun Şehri
Kûfe sadece bilgi değil, hal taşıyordu.
İbn Mes‘ûd, bir gün dersini bitirdiğinde gözlerini semaya kaldırdı:
“İlim, kalpte ışık olursa fayda verir;
dudakta kalırsa söner.”
Bu söz, yüzyıllar sonra binlerce tasavvuf mektebinin ilhamı olacaktı.
Çünkü Kûfe’de öğretilen ilim,
“nakil” değil, nurdu.
Bir akşamüstü, öğrencileri ondan ayrılırken şöyle dedi:
“Siz, Kur’ân’ın talebesisiniz.
Kur’ân’ı sadece okumakla değil,
yaşamakla öğretin.
Çünkü bir insan, yürüyüşüyle bile davetçi olabilir.”
O günden itibaren Kûfe’nin sokaklarında,
ilim yürüyen bir nur gibi dolaşmaya başladı.
Her evde bir talebe, her gönülde bir ayet vardı.
Bir evde başlayan ışık, artık bir şehre dönüşmüştü.
Bir Zincirin Devamı
Kûfe mektebi, tarihin bir dönemine değil,
bir ruha aitti.
Oradan yükselen ilim,
Basra’da Hasan-ı Basrî’yi,
Horasan’da İbrahim b. Edhem’i,
Bağdat’ta Abdulkadir Geylânî’yi,
Nişabur’da İmam Gazâlî’yi besledi.
Her biri, Kûfe’nin ilmî damarından beslendi.
Her biri, Ashâb-ı Suffe’nin sessiz duasını taşımaya devam etti.
Bir evden başlayan nur,
bir mektebe dönüştü;
bir mektep, bir medeniyetin vicdanını inşa etti.
Işığın Devamı
Abdullah b. Mes‘ûd, Kûfe’nin minberinden son kez seslendiğinde,
sesinde ne kibir vardı ne gösteriş.
Sadece şunu dedi:
“Ben sadece bir elçiyim;
bu ışığı bana veren, beni de size gönderen Allah’tır.”
O ses, asırlardır yankılanıyor.
Dârü’l-Erkam’ın sırrı, Suffe’nin duası,
ve Kûfe’nin mektebi…
Hepsi aynı zincirin halkalarıdır.
Ve o zincir hâlâ kırılmadı.
Bir evde Kur’ân okunuyorsa,
bir gönül ilimle doluyorsa,
bir kalem hikmetle yazıyorsa —
bilinsin ki Kûfe hâlâ nefes alıyor.
Çünkü ilim, kalpten kalbe taşınan bir nurdur.
Ve o nurun yolu, hiç sönmeyecek.
Kaynakça
[1] Sahîh-i Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 4999.
[2] Taberî, Târîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, c.4, s. 27.
[3] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c.3, s. 153.
5.0
100% (1)