2
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
210
Okunma
Aşk, beynin uydurduğu bir duygu mu, yoksa yaşayanın yüreğinde beliren ve anlamlandıramadığı görünmez bir kafes mi? Sevdiğinin yüreğine mühürlenmiş bir ızdırap mı, yoksa iki ruhun birbirine çarpmasıyla ortaya çıkan büyük bir fırtına mı?
Karşılıklı olduğunda güzelleşen, ilgisini yitiren için çirkinleşen, hissedene değerli, hissetmeyene can sıkıcı bir şey… Belki de aşk, tam olarak budur: iki güzel kalbin birbirine çarpmasıyla oluşan, hem ruhu hem bedeni sarıp saran bir yangın. Gözlerin birbirine kenetlenmesiyle tutuşan bedenler, tutkuyla kördüğüm olan arzular, kendini kaybediş… Aşk, kendinden vazgeçiştir; beynin hipnoz edilişi, yüreğin yanmasıdır. Yanındayken bile hasret çekmek, tenine ve ruhuna dokunmak, nedensiz, niçinsiz, sebepsiz var olmaktır sevdiğinle. Mantığa sığmayan bir biçimde birlikte yeniden doğmaktır.
Aşkın iki yüzü vardır: Bir yanı mutluluk, ayakların yerden kesilmesi, bulutların üstünde uçmak, “I can fly top of the clouds” demek gibi evrensel bir coşkudur. Diğer yanıysa hüsran, hayal kırıklığı ve hasretin ağırlığıdır. İstenmediğini bile bile sevmeye devam etmektir, kavuşamayacağını bilerek umutla beklemektir, yaşanılan güzel günleri tekrar tekrar yaşamaktır, rüyalarında görmek, dokunamasan bile yeniden başlayamamaktır. Her düşündüğünde nefesinin kesilmesidir; ciğerinin kavrulmasıdır.
Peki aşk nedir gerçekten? Belki de aşk, tarif edilemeyendir. Anlatılamayanın en derini, hissedilenin en büyüğü, yüreğe en dokunan halidir. Aşk, hem acı hem tatlı; hem kaybolmak hem bulunmaktır. Ve en önemlisi, aşk, yaşandığı sürece, insanı insan yapan en evrensel duygudur.
5.0
100% (1)